Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Sabri Baba ve dostlarla bir Ramazan akşamı sohbeti.
Gönderen : Çiğdem
Tarih : 6/3/2017 11:05:52 PM


.



Efendim, hepinize hayırlı günler.


Bugün de sizlerle Sayın Büyüğümüz ve çok değerli bazı gönül dostlarıyla yapılan bir Ramazan sohbetinin notlarını paylaşalım istedik.










En içten dileklerle, Ramazan günlerinizin hayır, rahmet, bereket, feyiz ve esenlik dolu olması niyazı ile...




















Çiğdem















SAYIN BÜYÜĞÜMÜZ SABRİ TANDOĞAN EFENDİ HZ VE BAZI GÖNÜL DOSTLARI İLE BİR RAMAZAN SOHBETİ


YER: ANKARA, GÖKSU RESTORAN










Bu akşam yine Sayın Büyüğümüz, Dr. Nermin Hanım ve çok değerli gönül dostlarımız Gül Hanım ve eşi Mehmet Bey ile birlikteyiz. Oruçlarımızı öncelikle gelen pide ve iftariyeliklerle açıyoruz. Sayın Büyüğümüz yemekte kabak tercih ediyor.










-Yavrum, biliyor musunuz kabak çok mübarek bir gıda. Hem yazın hem de kışın bulunan türleri var. Başka da hiçbir sebzede bu özellik yok.










Mehmet Bey:










-Efendim, kabağın sade kendisi değil çekirdeği de çok faydalı. Erkekler için prostat tedavisine kadınlar için de menapozda çok faydalı. İçeriğinde bol miktarda D vitamini var.










Gül Hanım:










-Efendim, Münir Bey’in kitabında okumuştum, zeytin, hurma vb. yiyeceklerin tek sayıda yenmesi konusunda. Ben de buna hep dikkat ederim. Münir Bey acı biberin de hiç çekinilmeden tüketilebileceğini yazıyor.










-Evet yavrum. Bugün yurtdışındaki bazı tıp merkezlerinde bazı mide hastalıklarının tedavisi acı kırmızı biberle yapılıyor. Çok ilginçtir.










Çiğdem Hanım:










Masaya yer yer dökülen susam ve çörekotları için hayıflanak:










-Efendim, bir Hadis-i Şerif’te “Eğer insanlar çörek otundaki faydayı bilselerdi, her şeylerini satar çörek otu alırlardı” anlamında Buyruluyor. Ölümden başka her derde deva olarak geçiyor.










Mehmet Bey:










-Evet çok doğru. Ben de hastalarıma diğer ilaçların yanında çörek otunu tavsiye ederim. Yutması biraz zor oluyor ama piyasada dövülerek satılanları da var.










Sonra masadaki çörekotlarını birer birer topluyoruz.










Çiğdem Hanım (Gül Hanım’a hitaben)










-Gül Hanım, biliyor musunuz nane de östrojen (kadınlık hormonu) deposu imiş.










Gül Hanım:










- Öyle mi, ne ilginç. Ben de geçenlerde nane çayı içiyordum. Aklıma geldi bu çayı içiyoruz ama neye faydası var diye.










Mehmet Bey:










-Efendim, benim bir sorum olacaktı. Dikkatimizi çalıştığımız işe toplama konusunda bazen kendimizi yetersiz hissettiğimiz oluyor. Bunu değiştirmek adına neler önerirsiniz?










Sayın Büyüğümüz farklı bir konudan açıklama yapmakla başlamayı tercih ediyor:










-Yavrum, biz Rana Hanım’la evlendiğimiz zaman ilk önce bir mukavele yaptık, sonra ikinci gün para konusunu konuştuk. Çünkü evlilikleri bitiren iki konu vardı, ilki; senin dediğin olacak, benim dediğim olacak kavgası. İkincisi de para meselesi. Ben para meselesini çözmek için aybaşında maaş aldığım zaman daha önceden hazırladığım zarflar vardı. Üzerinde su, elektrik, havagazı, telefon, yakıt parası, gıda, vesait (sinema, tiyatro, konser), kitap, giyim ve öngörülmeyen masrafların zarfları vardı. Maaş alınca o zarflara gereken paralar konurdu. O ay bir daha para meselesini düşünmezdim.










Mehmet Bey:










Tabi Halil İbrahim bereketi dileyerek koyardınız zarflara?










-Öyle ve o zarflardaki paralar bitmezdi, bitmeden yenisini koyardım.










Mehmet Bey:










-Efendim, yani şunu demek istiyorsunuz sanırım, ben her konuda kafamı en baştan rahatlatacak şekilde hareket ettim, bu da dikkatimi toplamam için gerekliydi.










-Evet yavrum. Ama benim zaten çocukluktan beri böyle bir sorunum olmadı. Ben çocukken harçlığımla gider kiraz alır tabağa koyar onu uzun uzun hayranlıkla seyrederdim. Öğleden önce arkadaşlarla oynar öğleden sonra evin çatısındaki çadırımda tefekkür ederdim. Annem beni hanım günlerine götürürdü. Orada hiç sıkılmadan, çok büyük bir dikkatle hanımları etüd ederdim.










Çiğdem Hanım:










-Efendim, siz şimdi de bir toplulukla sohbet ederken o topluluktaki herkesin hareketlerine dikkat ediyorsunuz, kim ne yaptı, ne söyledi, nasıl söyledi, bir işi yaparken nasıl bir yüz ifadesi vardı... hepsini kontrol ediyorsunuz.










-Bunu yapmaya mecburum yavrum.















Mehmet Bey:










-Efendim, sizi dünya tarihi boyunca en çok etkileyen şahsiyet kim oldu?










-Resulullah Efendimizden sonrayı kastediyorsun herhalde? O, dünya tarihininin tartışmasız gelmiş, geçmiş, gelecek en büyük insanı çünkü.










-Evet Efendim, tabi ki.










Sayın Büyüğümüz hiç tereddütsüz cevap veriyor:










-Hz. Ebubekir RA. İnsanlık tarihinin Hz. Peygamber Efendimizden sonra en büyük ismi Hz. Ebubekir RA’dır.










Çiğdem Hanım:










-Niçin Efendim?










-Çünkü Peygamber Efendimiz Hakka göçtüğü zaman herkes birden panik içine girdi. Hz. Ömer kılıcını çekerek “Kim Peygamber öldü derse başını vururum” diye bağırıyordu. Ama Hz. Ebubekir RA büyük bir sükunet içinde ortaya çıktı ve panik halindeki topluluğa seslenerek “herkes şunu çok iyi bilsin ki Hz. Muhammed SAV Allah’ın Peygamberi idi ve bir kul olarak herkes gibi o da Hakka göçtü. Ancak ölümsüz olan Allah’ın varlığı Bakidir.” Bunun üzerine herkes sakinleşti. Bu olmamış olsaydı İslamiyet çok büyük zarar görürdü, hatta Müslümanlar çözülür giderdi.










Mehmet Bey:










-Hz. Ebubekir Efendimiz sadakatte de zirvedeydi değil mi Efendim. Miraç olayında geliyorlar. O, Senin arkadaşın gecenin bir vakti yatağından kalkıp Mescid-i Aksa’ya götürüldüğünü oradan da göğe yükseldiklerini ve Allah’la görüştüğünü sonra da yatağına soğumadan geri geldiğini söylüyor. Sen bu işe ne dersin, diyorlar. O da bunları Hz. Muhammed SAV mi söyledi. O söylediyse Doğrudur, diyor, hiç tereddütsüz. Ki o günün şartlarında böyle bir olayı itirazsız kabul edebilmek ne büyük bir bağlılık örneği... Sonra da gidip Peygamberden sonra ilk erkek Müslüman olmak şerefine eriyor.










Çiğdem Hanım:










-O halde bir benzerlik ortaya çıkıyor değil mi Efendim. Hz. Ebubekir RA Efendimiz, gösterdiği bu eşsiz sadakatle ve inanan ilk erkek müslüman olmasıyla ne kadar büyükse Hz. Hatice Annemiz de Peygamberlik gelmesini hiç şaşkınlık göstermeden kabul etmesi ve ilk kadın müslüman olmasıyla o kadar büyüktür diyebiliriz o halde.










-Öyle yavrum. Peygamber Efendimiz kendisine Peygamberlik geldiğini söylediği zaman bugünkü bazı çağdaş hanımlar gibi “Yok efendim, olur mu öyle şey, sana öyle gelmiştir, biz bu vahiy sözlerini çok duyduk…” filan deseydi bugün İslamiyet ayakta olmazdı yavrum, vahiy kesilirdi. Cebrail AS bir daha da gelmezdi. İnsanlık bugün Hz. Hatice Annemize çok şey borçludur.










Mehmet Bey:










-Efendim, Hz. Hatice Annemiz aynı zamanda çok akıllı, feraset sahibi bir hanımmış. Peygamber Efendimize evlenme teklif etmeden önce bir hanım hizmetlisini Efendimizi izlemek üzere gönderiyor ve “O’nu fazla yaklaşmadan takip et ve gördüğün her hareketini, her davranışını aynen olduğu gibi bana tek tek anlat” diyor. Bütün bunlardan sonra Resulullah Efendimize çok büyük bir hayranlık duyarak kendisi bizzat evlenme teklif ediyor. Daha önce iki evlilik yapmış bir hanım. İlk eşi ölmüş. İkinci eşi ise çok alkol aldığı için ondan ayrılmış. Hz. Hatice Annemizin aynı zamanda o zamanın alimlerinden olan bir yakını var. Onunla da istişareler yapıyor zaman zaman.










Çiğdem Hanım:










-Evet, Varaka adında bilgin bir yaşlı kimse. Okuduğu eski dini kitapları yorumlayarak bir son Peygamber geleceğini bilen birisi imiş aynı zamanda. Bu kimsenin de Hz. Hatice Annemizin belli bir olgunluğa erişmesinde katkısı olmuştur diyebilir miyiz Efendim?










Sayın Büyüğümüz:










-Diyebiliriz tabi. Ama bu konularda çok fazla bilgi yok. Bir de şu çok önemli, Hz. Hatice Annemiz, Resulullah Efendimize çok büyük bir saygı, sevgi ve ilgi göstermişti. Ona aynı zamanda bir anne şefkati ile yaklaşmıştı. Bir erkek evlendiği kadında hem bir sevgili yakınlığı ve aşkını bulabilmeli hem de yerine göre ondan bir anne şefkati ve ilgisi görebilmeli. Cahit Sıtkı bir şiirinde bunu ne güzel anlatır:










“Yârin olmuşu, ermişi





Şefkatte anneye değer”










diye, ki dünya edebiyatında başka da yoktur bunu ifade eden. Bu gerçeği uzun araştırmalardan sonra dünyada yakalayan bir ben varım, bir de edebiyat dünyasından Cahit Sıtkı. İşte Hz. Hatice Annemiz de bunun en güzel bir örneğidir. Bir de çok önemli bir başka husus da Hz. Hatice Annemizin çok varlıklı bir hanım olmasıydı. Eğer o büyük bir servetin sahibi olmasaydı Peygamber Efendimiz her gün Hira mağarasına gidecek ve tefekkür edecek rahatlığı bulabilir miydi? O zaman evin geçimini temin derdine düşecekti. Ama Hz. Hatice’nin büyük serveti sayesinde hem bu sorumluluktan kurtuldu hem de İslamın muzaffer olması için yapılması gereken büyük harcamalar o servet sayesinde karşılandı. Hz. Hatice Annemiz sahip olduğu bütün mal varlığının anahtarlarını getirip Resulullah Efendimizin eline teslim etmişti. Ondaki büyük cevheri baştan görüp sezmişti. Cahit Sıtkı doğru söylemiş: Gerçekten de yârin olmuşu, ermişi, şefkatte anneye değerdir.










Çiğdem Hanım:










-Demek ki Resullah Efendimizin evliliğinde herşey ilahi bir plana göre tasarlanmış önceden. Hz. Hatice Annemizin olgunluğu ve serveti Resulullah Efendimizin Peygamberliğe hazırlık süreci için de gerekiyormuş demek ki.










Gül Hanım:










-Efendim, evlendiği zaman kırk yaşında olması da çok önemli Annemizin. Mesele Peygamberliğin gelişi de Resulullah Efendimizn kırkıncı yaşına rastlıyor. Kırk, insan hayatında önemli bir rakam. Mesela bir çocuğun anne rahmindeki ilk kırk gün de çok önemlidir.










-Öyle yavrum, kırk yaş bir insanın hayatında en olgun dönem kabul edilir.















Bu sırada genç bir hanım gülümseyerek masamıza yaklaşıyor. Sayın Büyüğümüzün elini öpüyor.










-Efendim, beni hatırladınız mı? Yeni doğum yaptığım zamanlardı, sizinle tanışmıştık.










-Tanımaz olur muyum yavrum. Ne kadar oldu şimdi o bebek?










- Altı aylık Efendim.










-Burada ise getirin bir göreyim, ona bir dua edeyim.










-Efendim, eşim ve çocuklar terastalar. İzin verirseniz alıp geleyim.










Biraz sonra bu hanım, eşi, on bir yaşlarındaki oğulları Eren ve küçük Umut bebekle birlikte masamıza dahil oluyorlar. Sayın Büyüğümüz, kendini ilgi dolu bakışlarla inceleyen küçük Umut’u kucağına alıp dua ediyor:










-İnşallah çok iyi, çok hayırlı bir evlat olursun. Memlekete faydalı bir insan olursun. Allah sana çok mutlu bir evlilik yapmayı nasibetsin...










Umut Bebeğin el ayak hareketleri birden hızlanıyor.










Nermin Hanım:










-Efendim, mutlu bir evlilik yap deyince siz, Umut çok heyecanlandı.










Hep birlikte gülümsüyoruz. Sayın Büyüğümüz bu çifte üstü kapalı olarak nasihat mukabilinden kendi evliliğini muhteşem yapan unsurlardan bahsediyor. Hanımefendi:










-Efendim, biz de ilk başta olayı rayına oturtana kadar bazı ufak tefek durumlar olduysa da çok şükür bizim evliliğimiz de güzel gidiyor. Umut’un adını da aslında bir veli zatın adı olarak koyacaktım ama kısmet böyle oldu. Ancak sizin bir adınızın da Umut olduğunu söylediğinizde çok sevinmiştim.










-Evet. Ümit (Umut) benim göbek adım.










Bu arada her halinden çok iyi yetiştirildiği anlaşılan küçük Eren’in beyefendiliği ve pırıl pırıl gülen gözleri dikkatimizi çekiyor.










-Eren de çok seviyor kardeşini. Bana ona bakma konusunda bana çok yardımcı oluyor Efendim.










Sayın Büyüğümüz:










- Gönül Sohbetleri sitemizi biliyor musunuz yavrum?










-Evet Efendim. Okuyorum tabi, siteden haberim var.










Sayın Büyüğümüz küçük Eren’e:










-Sen de düşüncelerini ve her konudaki sorularını sitemize yazabilirsin yavrum.










-Tamam Efendim.










Sonra bu aile, Umut bebeğin uykusu çok geldiği için müsade isteyerek ayrılıyorlar.










Gül Hanım:










-Efendim, başka bir soru sorabilir miyim? Zaman zaman evimize ziyarete gelmek isteyen kimseler oluyor ama çok iyi tanımadığımız için çekiniyoruz, ne dersiniz?










-Ev bir mabettir yavrum. Eve bilinmeyen veya tam güvenilmeyen kimseleri almamak lazım. Rana ile evlendiğimiz zaman bize de bu şekilde ziyarete gelmek isteyenler olurdu. Biz ise “biz size uygun bir zamanda haber veririz” diye oyalar, sonra da çağırmazdık. Sonra bu tip ziyaretlerde eğer karşı taraf bize bir güzellik veremeyecekse veya bizden bir güzellik alamayacaksa o insanlarla görüşmek sadece bir zaman kaybıdır yavrum.










Çiğdem Hanım:










-Gazetelerde okuduğumuz birçok olaylar eve gelen misafirlerin bazı çirkin bakışlarından sonra oluyor Allah muhafaza.










Sayın Büyüğümüz:










-Bir komşumuz anlattı, misafirleri geliyor, oturup sohbetler ediliyor. Onlar gittikten sonra geceyarısı bir sesle uyanıyor, kalkıyor bakıyor ki salonda masanın üzerindeki vazolar ve bazı süs tabakları çatırdayarak kendi kendine kırılmış. Sabahleyin korkuyla beni aradı. Gelen misafirlerin bakışlarındaki negatif elektrik sade evdeki insanları değil eşyayı da etkiliyor.










Darılan varsın darılsın. Ev, mabedin devamıdır yavrum. Olumsuz insanlar girerse o evin manevi havası zarar görür. Buna izin vermemek lazım. Tam olarak tanımadığım kimseleri, borçla geçinen kimseleri de ben evime sokmam yavrum. Çünkü onlardan insan zarar gelir.










Mehmet Bey:










-Efendim, bir insanla dost oluyorsunuz, çok güzel günleriniz oluyor. Sonra araya zaman giriyor, görüşmüyorsunuz. Ancak sonra tekrar karşılaşınca onun çok değiştiğini gördüğünüzde o eski günlerin hatırına onunla yine görüşmek ve dostluğu devam ettirmek gerekir mi?










-Hayır yavrum, kesinlikle hayır.










Bir de şu çok önemli yavrum, insanlar değişebilir. O nedenle uzun süre görmediğiniz bir kimseye temkinle yaklaşmak lazım. Onun hala eski fikirlerini taşıyıp taşımadığına emin olmadan açılmak doğru olmaz. Bizim fakültede “Sosyete Tevfik” lakaplı bir arkadaşımız vardı. İşi gücü kızlarla gününü gün etmekti. Sonra aradan yıllar geçti, hiç görüşmedik. Bir gün Hacı Bayram’a gitmiştim Danıştay çıkışı. Arkamdan biri sesleniyor. Baktım sakalı kucağında bir adam. Tanıyamadım. Benim şaşkınlığımı görünce “Nasıl tanımazsın Sabri, ben fakülteden Tevfik” dedi. “Ben,” dedi “artık eski Tevfik değilim, kendimi dine verdim.” Çok şaşırmıştım, nereden nereye...










Birgün de bir gün lokantada oturuyorum. Bir bakan arkadaşım da orada dostlarıya yemek yiyor. Selam verdim. Gözünün ucunun ucuyla selamımı aldı. Çok canım sıkılıdı ama birşey demedim. Aradan bir iki yıl geçmişti. Kızılay’da gidiyorum, biri arkamdan sesleniyor. Baktım bu arkadaş: “Nasılsın Sabri, hiç görmüyorsun bakıyorum” dedi. Sonra işi anladım. Bakanlığı artık bitmiş. Ben de fazla konuşmadan yanından uzaklaştım.










Bunun gibi yavrum, insanlara baştan temkinli yaklaşmak lazım.










Gül Hanım:










- Dikkat konusundan konuşuyorduk hocam. Bir de şunu sorayım. Kızımız Ceren’in dikkatini geliştirmek adına neler önerirsiniz?










-Desen çizdirin mesela. Ama öyle rastgele kağıtlara değil. Güzel bir resim defterine. Sonra aynı çizimi tekrarlatmak lazım ki aradaki farkları görebilsin.










Mehmet Bey:










-Dikkatin önemi ile ilgili bir yazı okumuştum Efendim. Yurtdışında bir üniversitenin Genetik bölümüne bir profesör alınacak. Mülakat salonuna uzun bir koridordan geçiliyor. Başvuran profesörlere sırayla sorulan soru şu: Buraya gelirken geçtiğiniz koridorda hangi bitkiler vardı. Sağ ve sol taraftaki bitkilerin ayrı ayrı adlarını ve genetik özelliklerini sayabilir misiniz?










Mülakatı bir Türk profesör kazanmış.










Efendim, bana da bu noktada çok özet olarak ne yapmamı tavsiye edersiniz?










-Önündeki işe konsantre olmak için önce Besmele çek yavrum, sonra kendi kendine karar ver, ben bugün beş dakika da olsa hiçbir şey düşünmeden bu işe konsantre olacağım de. Bunu başardıktan sonra bu süreyi on dakikaya çıkar.










Mehmet Bey:










-Anladım efendim.










-Bu insanda böyle böyle gelişir yavrum.










Çiğdem Hanım:










-Her şey bir ilk adımla başlar...










Sayın Büyüğümüz:










-Vehbi Koça’a sormuşlar, bu kadar serveti nasıl kazandınız demişler: “İlk bir lirayı kazanarak” demiş.










Çiğdem Hanım:










-Dikkatli olmayan bir insan etrafındaki harikuladelikleri layıkıyla müşahade edemeyeceği için manen de tekamül edemez diyebiliriz o halde?










-Yavrum, dikkatsiz insan ne manen ne de maddeten tekamül edemez.










-Gül Hanım:










-Allah’ım eşyanın hakikatine erdir sırrına ulaşmak için de önce çok dikkatli olmakla işe başlamak lazım galiba. Allah cümlemize bunu nasibetsin.










Hep birlikte katılıyoruz:










-Amin...










-Yavrum, ünlü yazar Rilke, Malt Briddge’nin Notları adlı kitabına “Görmeyi öğreniyorum” diye başlıyor. Rilke çok büyük bir yazar. İslam dinine ve Resullullah Efendimize büyük hayranlık duyuyor. Belki de Müslüman da oldu ama bunu etrafın baskısından korktuğu için açıklayamadı. “Görmeyi Öğreniyorum” diyor. Görmeyi öğrenmek, görebilmek çok önemli.










Rilke benim hangi kitabımda idi yavrum?










Nermin Hanım:










-6. ciltte Efendim.










Sayın Büyüğümüz Gül Hanım’a hitaben:










-Yavrum, o bölümü lütfen tekrar tekrar okuyun.










Gül Hanım:










-Efendim, o bölümü daha önce iki kez okumuştum ama inşallah tekrar okuyayım. Zaten insan her okuyuşta yeni bir şey farkediyor.










Çiğdem Hanım:










-Efendim, sonuç olarak dikkatli olamayan hayatta mutlu da olamaz diyebilir miyiz?










-Elbette yavrum.










Ve böylece bir Ramazan sohbetimizi daha içimiz güzelliklerle dolu olarak, şükür duyguları içinde Sayın Büyüğümüze ve misafirimiz olan çok değerli gönül dostlarımız Mehmet Bey ve Gül Hanım’a teşekkür ederek tamamlıyoruz.















22.8.2010 Pazar





Göksu Restoran, Ankara

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]