SABRİ BABADAN AKŞAM SOHBETİ
KONU: Kalbin İncelikleri
Kıymetli yavrum,
Kalbe gelen bazen lüzumsuz, bazen zararlı düşünceleri çıkarmak, bazı insanlara son derece güç gibi görünür. Aslında, bu güçlüğün nedeni o kalpte aşkın olmamasındandır. Bir insanın kalbi ilâhi aşkla dolarsa, gördüğü her zerrede Hak’kı müşahede etmeye başlarsa, ne yana bakarsa baksın, orada Allah’ın vechini müşahede ederse, her şey kolaylaşır. Bir tasavvuf şairi, “insanda görecek göz, işitecek kulak, hissedecek kalp varsa, her zerre onu Hak’ka ulaştıracak, visâle kavuşturacak bir Cebrail gibidir” diyor. Edep, hayâ her yerde, Allah’ın huzurunda olduğunun bilincinde olmaktır. Lâilâhe illâllah sırrına mazhar olanlar, tevhide ulaşanlar, kendilerinden çıkmış, muratsız kalmış kimseler Allah’ın velileridir. Onlar için korku ve hüzün yoktur. Korku, nefsinden soyunamayanlardadır. Tâhâ suresi 114. Âyetinde Allah, sevgili peygamberine, “Benim ilmimi arttır de” Buyuruyor. Mânevî rızk için kanâat olmaz. Sarf olundukça meydana çıkar. Artar ama eksilmez. Allah’ın hazinesi kulun hazinesi gibi değildir. İlâhi tecelliye nihayet yoktur. Önemli olan nefsimizden kalbimize sefer edebilmek, Yunus’un dediği gibi, “Bir siz dahi sizde bulun benim bende bulduğumu” hâlini yaşayabilmektir. Kâl’den hâl’e geçtiğimizde fetih başlar. Ancak tahkike erenler, hakikate vasıl olurlar. O, bize şah damarımızdan daha yakındır. Nefsimize uyup, boş şeylerle vakit geçirmek, kendimize yapacağımız ihanetten başka nedir? Biz O’nu bilmek, bulmak, O’na ulaşmak için gönderilmedik mi? Aslî görevimiz bu değil mi? Biz kendimizi bilince, Allah’ın ilmi meydana çıkar. Nefsini bilen Rabbini bilir.
Her şeyden evvel lâzım olan temiz ahlâktır, irfandır, inceliktir. Kendimizi bilmek, kendimizi görmek ve kalbimizi temizlemeye çalışmak, yapılacak en güzel işler değil midir? İbadetin güzeli ifrata gitmeyen, devamlı olan, zevkle ve aşkla yapılanıdır. Her şeyin hayırlısı vasat olanıdır. Tez koşan çabuk yorulur. Maksat Allah’ımızı bulmak, bilmek, O’na en güzel şekilde ibadet etmektir. İbadet etmeyen insan kendi yurdunu ziyaret etmeyen kimse gibidir. Dünyada en büyük zevk, kulluk zevkidir. Gaflet, Cenâb-ı Hak’ka sadâkat, vefâ ve teslimiyette noksanlık demektir. Önemli olan ibadet, tâat zamanları dışında da Hak’la beraber olabilmek, o güzelliği yaşayabilmektir. Her an namazda olmak, her an Allah’ı yanı başımızda hissedebilmek, beraberliğimizin bilincinde olmak demektir. Yerken, içerken, susarken, konuşurken hep O’nunla beraber olabilmek haline tasavvufta namaz-ı daimûn derler. Huzur, ancak huzurda olanların, huzura çıkanların, her an birlikteliğin güzelliğini, şiiriyetini yaşayanların halidir. Bunlar aşk işidir. Patırtı gürültüyle, kuru lâfla olmaz. Sevgi, saygı, edep, incelik ve zarafet işidir. Edeple yaklaşan cemalle döner. Hak’tan başka bir şey görmeyenler, her an onunla beraber olanlar ne güzel insanlardır. Aynı mahallede oturdukları bir kimseye, Şiblî Hazretlerini ziyarete gelen bir kimse sorar, siz der, Şiblî’yi tanıyor musunuz? Cevap verir, nasıl tanımam der, otuz yıldır aynı mahallede oturuyoruz. Bu sözü pencerenin önünde oturmakta olan Şiblî Hazretleri işitir. Allah Allah ne biçim iş der. Ben otuz yıldır Rabbimle beraberim, onlar beni kendileriyle sanıyorlar.
Önemli olan halkın içindeyken bile, hep iç dünyamızda O’nunla beraber olabilmektir. O’nun için susmak. O’nun için konuşmak... Ne yapacaksak, O’nun için yapmak. Hûd suresi 112. âyetinde “Emrolunduğun üzre istikâmet eyle” buyruluyor. ResûluIlah Efendimiz’in Hûd suresi saçımı ağarttı sözü ne kadar anlamlıdır. Hepimizin bunun üzerinde uzun uzun düşünmesi gerekir.
Kuru kuruya iddia, insana hiçbir şey kazandırmaz. Sadece kendimizi kandırmış oluruz. Ben Allah’ı seviyorum, Resûlünü seviyorum demek, sonra yine nefsinin yolunda bildiği gibi yürümek insana bir şey kazandırmaz. Seven insan sevdiğinin rengine boyanmalı, O’nun gibi olmaya çalışmalı, O’nun gibi yaşamalı, O’nun yolunda yürümelidir. O ne yapmışsa, O’nu yapmalıdır. Aşk budur, bunu gerektirir. Kuru iddialar, lâf ebeliği bugüne kadar kime ne kazandırmış ki, bundan sonra işe yarasın. Ne olur kendimizi kandırmayalım. Bal bal demekle ağız tatlı olmaz. İllâ o baldan yiyeceksin ki ağzın tatlansın. Kâl’de kalmamalı hâl’e geçmelidir. İyi bilelim ki, Allah’ın halvetinden başka yerde huzur ve mutluluk aramak, gafletin en büyüğüdür. Hazreti Mevlânâ’ya aşk nedir diye sordular. Ben ol da bil dedi. Âşık olmayınca aşkın hakikati bilinir mi? Görene, köre ne? Sade körler değil, vehim ve zan içinde yaşayanlar da göremezler. Zan ile yakîn hasıl olmaz. Aşk, Allah tarafından insana ihsan olunan ezelî bir nasiptir. Allah’ın ihsanıdır. Ancak o mazhara lâyık olan insanlar yararlanırlar.
Bir kalpte iki muhabbet olamaz. Meşhur şarkıdır. Bir gönülde iki sevda olamaz. Hem dünya aşkı, hem Allah aşkı bir yere sığmaz. Öyle zenginler vardır ki, Karun kadar malı vardır ama kalplerinde mallarının bir zerre kıymeti yoktur. Malını mülkünü Allah yolunda Allah’ın rızasını kazanmak için harcarsa mutlu olur. Öyle tâat ve ibadet üzre olan fakirler vardır ki, bir türlü mal mülk sevgisini gönlünden çıkaramaz. Kalbinden dünya muhabbeti kalkmamıştır. Bunlar çok ince noktalardır. Çok dikkatli olmak gerekir. Basiret sahibi olanlar, bu tehlikelerden kurtulabilirler. Basiret doğruyu görmek demektir. Bâtılı bâtıl olarak, Hak’kı Hak olarak görmek gerekir. İbadetten maksat Allah’a teslim olmaktır. Ancak Hak’ka kayıtsız şartsız teslim olanlar ibadetin ve hayatın sonsuz güzelliklerini görebilirler. Münafıklık, için başka dışın başka olması demektir. En büyük günahlardandır. Kur’an-ı Kerim’de münafıklar için, “Kalplerinde olmayanı dilleriyle söyleyenler yani içleri başka dışları başka olanlardır” buyruluyor. Peygamberimiz zamanında yirmiyedi münafık vardı. Resûlullah Efendimiz bunları yalnız Ebuzer hazretlerine söyledi. İnsanların en kötüleri münafıklardır. Ve onlar en büyük kötülüğü kendi kendilerine yapanlardır. Allah cümlemizi esirgesin.
İnsanın kalbini temizlemesinin faydası ve kirli tutmasının zarar ve ziyanı kendisinedir. Kalbini arıtan, temizleyen, rahat yaşar, huzur duyar, zevki artar. İnsan kendi vücudunun mimarıdır.
Başımıza gelen her şeyin bir sebebi vardır. Önemli olan o illiyet rabıtasını kurmak, birtakım şanssızım, talihsizim vs. gibi boş ve anlamsız sözlerden uzak durmaktır. Sinek vızıltısından kağnı gıcırtısına kadar her şeyin bir sebebi vardır. O ilk nedene inenler, gerçeği bulanlar, Hak yolda yürüyenler, falcılık, büyücülük, sihir, büyü, medyumluk gibi bâtıl yollara sapmazlar. Ne kadar acıdır ki, insanlar Allah’tan, Resûlünden, Kur’an’ın nurundan uzaklaştıkça birtakım adına medyum denilen büyücü insanların tuzağına düşüyorlar. Onlar ceplerini doldururken, bu zavallılar gittikçe kendi öz varlıklarından uzaklaşıyorlar. Sebepsiz hiçbir şey olmaz. Ne yapıyorsak, ne buluyorsak bunlar hep kendi arayıp bulduğumuz şeylerdir. Arayan Mevlâ'sını da bulur, Leylâ’sını da bulur. Sonunda herkes, kendim ettim, kendim buldum, kime ne diyecektir. Adına dünya denilen şu misafirhanede öyle temiz, öyle güzel, öyle efendice yaşayalım ki, dönüş saati geldiğinde, “Sen Ondan razı, O senden razı olarak gir cennetime” hitabına muhatap olabilelim. Mümkün mü? Mümkün ya. Neden olmasın. Allah’tan gayrı ne varsa onu terkettiğimiz zaman bütün kapılar açılacak, bütün olmazlar olur hale gelecektir.
Dünya rahat edilecek, eğlenip göbek atılacak bir yer değildir. Dünya hayatında dört dörtlük bir şey olmaz. Bir gözün güldüğü zaman bir gözün ağlar. Hangi kapıyı çalsan bir buruk acıyla karşılaşırsın. Tam istirahat, tam mutluluk diye bir şey yoktur. Her şeyin dört başı mamur olmasını bekleyen, buyursun beklesin ölünceye kadar. Sonunda o da avucunu yalar. Ancak hâl’e razı olanlar dökülen süte ağlamayanlar, “olan olması gerekendi” diyebilenler huzuru ve mutluluğu tadabilirler. Hâl’e rıza göstermek kolay iş değildir. Çetinlerin çetinidir. Ama başka çare de yoktur.
Güzel âşık cevrimizi çekemezsin demedim mi
Bu bir rıza lokmasıdır yiyemezsin demedim mi
Her olayın dili insana bir hikmeti söyler. İnsan ya bir gönül sahibi olmalı veya bir gönül sahibi olanın gönlüne girmelidir. Allah’ın nuru bütün mahlûkata tecelli eder. Yunus, “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır” der. Ârif insanlar, her varlığa, her zerreye saygı ile, edep ve incelikle bakarlar. Bütün mahlûkatın bir yaratılış sebebi vardır. Âlemde boş, sebepsiz, anlamsız hiçbir şey yoktur. Masivaya takılmak, Allah’tan başka fail görmektir. Zâhirde ve bâtında, iki türlü temizlik vardır. Bâtın temizliği gözün abes bir şey görmemesidir. İnsanların her biri birer mânâ ile bu âlem sahnesine gönderilmişlerdir. Hz. Ebu Bekir “Hiçbir şey görmedim ki onda Allah’ı görmeyeyim” der. Hikmet müminin kaybıdır. İki türlü sükût vardır. Biri dilin diğeri kalbin sükûtudur. Dilin sükûtu, malayâniden, boş ve faydasız sözlerden uzaklaşmaktır. Kalbin sükûtu ise, dünya endişe ve takıntılarını bırakmaktır. Önemli olan ikisini birden başarı ile uygulayabilmektir.
Herkes cemâli görür, fakat irfan sahibi dâim cemâl içindedir. Yaşamak san’atı çok incedir. Günün en küçük olayları bile bizi etkiler. Bütün sözlerimiz, davranışlarımız, düşüncelerimiz daima hayra, iyiliğe, güzelliğe yönelik olmalıdır. Dostlarla iyi geçinmeli, düşmanları idare etmelidir. Herkese aklının yettiği mertebeden seslenmelidir. Âlimin uykusu, cahilin ibadetinden daha makbuldür. Tefekkür, kendi yokluğunu ve her zamanda, her mekânda hüküm süren ilâhi saltanatı görmek ve o azametin sonsuzluğunu ve hikmetini idrâk etmektir; kuvvet ve kudretin hep O’nun olduğunu düşünmektir.
İnsanın himmetinin büyüklüğü almakta değil vermektedir. Sözlerimiz ve davranışlarımız iç dünyamızın yansımasıdır. Bal küpünden bal sızar, yağ küpünden yağ sızar. İçi sirke ile dolu küpten ne sızması beklenebilir. Ömür boyu nefsinin kölesi olmuş, kendi öz yurdunu hiç ziyaret etmemiş, ibadetten uzak bir insanın, içkinin, seksin, uyuşturucunun pençesine düşmesi niye yadırganıyor. Bir söz var, tabiat boşluktan hoşlanmaz derler. Sizin boş bıraktığınız, ilgilenmediğiniz insan gönülleri bir gün bakarsınız ki, pislikle dolmuş. Uzun yıllar önceydi. Bir gün İstanbul’da bir gazeteci arkadaşımla sohbet ediyorduk. Hatırını sordum. Ne var ne yok dedim. Güldü. Sabri Bey dedi, hanımla beraber kuru temizleme yapıyoruz. Şaşırdım. Yeni dükkân mı açtınız haberim yok. Yine güldü, efendim dedi, çocuk okuldan gelince ona o gün çevreden bulaşan yanlış fikirleri, yanlış sözleri, hoş olmayan davranışları ve tespitIeri önce çeşitli sorular sorarak, incitmeden, ürkütmeden, tatlılıkla sorup öğreniyor, sonra yine aynı yumuşak üslûpla doğrusunu anlatıyoruz; ikna ederek, saygı göstererek, İslâmî bir incelikle... Efendim, ben akşam yorgun geliyorum, işim ağır, başımdan aşkın. Bir de çocuklarla uğraşamam, derseniz size söyleyecek bir sözüm kalıyor. Değerli arkadaşım bir gün bunun faturasını ağır bir şekilde ödetirler adama. Eyvah! dersiniz, yanlış davranmışım dersiniz, keşke şöyle yapsaydım dersiniz ama iş işten geçmiş, atı alan Üsküdar’ı aşmıştır. Son pişmanlık fayda vermez. Unutmayın tabiat boşluktan hoşlanmaz. Değişme ağır ağır olunca kimsenin gözüne batmıyor. Çürüyüş yavaş yavaş olunca kimse endişe duymuyor. Sonra bir gün gazetelerde okuyor, Allah Allah diyoruz, nasıl oldu böyle. Aslında iyi aile çocuğu idi. Neden şaşıyoruz. Canımızdan çok sevdiğimiz evladımızın o melekler kadar masum, tertemiz gönlü, her gün yeni zehirlerle dolarken aklımız neredeydi. Yorgunluk, sıkıntı bahaneleriyle hep seyirci kalmadık mı bu olaya. Oysa önemli olan ilk adımdı. Bir şey iyi başlarsa zamanla daha iyiye, kötü başlarsa daha kötüye gidiyordu. Her şey sonunda kendinin son gücüne varıyordu.
Büyük günahların yolu küçük günahlardan geçer. Her büyük günahın öncesinde küçük günahlar vardır. Adam öldürmenin başlangıcı dedikodu, münakaşa olduğu gibi fuhşa giden yol da önce bir bakışla başlar. Önemli olan ilk adımdır. İnsan ahiretteki evini ölmeden önce dünyada yapar. İnsanların en hayırlısı, insanlara en fazla yararı dokunandır. Bu dünyada aldıklarımız değil verdiklerimiz bizi daha çok zengin eder. Kur’an-ı Kerim’de, “Kim zerre kadar hayır yaparsa onu görür. Kim zerre kadar kötülük yaparsa onu görür” buyruluyor. İyilik yaparken, büyük küçük diye ayrım yapılmaz. Yerine göre yapılan minicik bir iyilik bazen bir insanın hayatının seyrini değiştirir, onun yaşamına ömür boyu renk ve ışık katar. Bir gün İmam Gazâli çalışırken hokkadan çıkardığı kaleminin ucuna bir sinek konar ve mürekkepten içmeye başlar. Hazret, sinek uçuncaya kadar hareketsiz kalır. Önemli olan Allah rızası için vermek, Allah rızası için hareket etmektir. Kur’an-ı Kerim’de “Allah’ın sana yaptığı iyilik gibi sen de iyilik yap” emri vardır. Hayata anlam kazandıran en güzel iş iyilik yapmaktır. İyilik öyle bir ağaç ki, çiçekleri sonsuza kadar açar.
Bu dünyadan göçerken götüreceğimiz tek servet iyilikten başka ne olabilir? Arının yaptığı bal elinden alınıyor diye küsmüyor arı. Yeniden, yeni baştan üretiyor. İyilik Allah rızası için olmalı, karşılığında hiçbir şey beklenmemelidir. Biri teşekkür etmedi, biri nankörlük etti diye iyilikten vazgeçmek çok yanlıştır. O iyilik değil bir nevi ticaret oluyor. Hiçbir şey beklemeden vermek... Vermek... Hep vermek... Yerine göre mânen, yerine göre maddeten, Allah rızası için vermek... İşte insanı huzura ve mutluluğa götüren yol...
Selam, saygı ve sevgi ile.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Onun ve Hakka Göçen Ailesinin Aziz Ruhlarına Fatihalarla.