.
Efendim,
Cok önceleri anlatmıştı anneciğim; Evlenip gelin olacağı zaman rahmetli ananem onu bir kenara çekmiş ‘Bak kızım ‘ demiş. ‘artık evlenip bir yuva kuruyorsun. Senin de bir ailen olacak. Eşinin ailesi ile birlikte yaşayacaksın. Onlara her zaman saygılı davran. Olur, da esin ile kayınvaliden ile eşinin kardeşleri ve akrabaları ile anlaşamadığın, ayni fikirde olmadığın bir şeyler olur, aman dikkat et aranızda kırgınlık olmasın ve bu tür problemleri kesinlikle gelip bana anlatma. Gün gelir sen her şeyi unutur gidersin, aranızdaki sorunlar hallolur, yine birlikte güler söylerseniz. Ama bir annenin yüreği çocuğu için hep yumuşaktır. Kimse evladını uzsun istemez. Eğer ben bunları duyar da üzülürsem, kalbim onlara kırılırsa bir daha unutamam. O insanlar ile aramda en ufak bir yanlış anlama, kırgınlık olsun istemiyorum. Onun için artik sen kendi sorunlarını kendin hal yoluna koymalısın. Bana hic bir laf ve şikâyet getirme. Mutlu ol ve mutlu et. ‘ . İste bunları duyunca cok üzülmüş anneciğim. O an için artik annem beni sevmiyor diye düşünmüş. Çünkü o zamana kadar birbirlerine cok bağlı ana kız imişler. Ama yıllar sonra bunlara bize anlattığında cok hak veriyordu rahmetli ananeme. Ben ananem ve babanım kadar birbirine sevgi, saygı gösteren hürmet eden dünür cok az gördüm. Birbirlerine elleri ile hizmet eder, oturtacak yer bulamazlardı.
Geçenlerde bir hikâye okudum ve annemin bu anlattıkları aklıma geldi. Eskiden Kafkasya da "Kubaniska Çerkezleri arasında bir adet varmış. Evlenecek kızın çeyizleri arasına kakmalı bir çekmece konurmuş. Bu çekmece anneden kıza verilerek böylece nesilden nesile geçermiş. Çekmecenin anahtarı, gelin evden çıkarken boynuna takılırmış. Ruslar ve etraftaki başka kavimler bu Çerkez kızlarının cok geçimli ve hallerinden hic şikâyet etmeyen birer aile kadını olmalarına bakarak "Tabii geçinirler, babaları çeyizlerine bir çekmece altın koyuyor, kocalarının bası dara gelince çıkarıp veriyorlar, kocaları da onları hep hös tutuyor" derlermiş. Bir sosyolog araştırma yapmış. Bakmış ki isin iç yüzü cok farklı. İçi bos küçük bir sandık biçimindeki bu çekmeceyi kızcağız cok bası dara düştüğünde gizlice sırlarını, acılarını anlatır ve anlatırken de nesilden nasıla gelin giderken bu çekmeceyi sır ortağı olarak götüren büyükannelerini düşünür, içini iyice döktükten sonar tekrar kilitlermiş. Kızı gelin olurken de bu çekmeceyi onun çeyizine koyarmış. Böylece hem derdini anlatma ihtiyacını gidermiş hem de aile sırlarını ortaya dökmemiş olurmuş.
Bu hikâyeyi okuyunca "ama ben" diye söze başlayacak ve " …bugün… Bu zamanda… Benim hayatım. Benim haklarım…" diye devam edecek insanları düşünmeden edemedim. Her gün hayatta her yerde olup olmadık her şeyi anlatıp konuşan, medyada boy gösterip aile içi ya da özel bütün her şeyi ayaklar altına alıp da çiğneyen… Neyse, bunları düşünmek bile istemiyorum…
Biz yine iyi ve güzele dönelim…
Rahmetli Büyükbabacığımın cok meşhur bir hikâyesi vardı…" Bir memlekette 90 yaslarında fakat cok dinç ve genç görünümlü bir adam yaşarmış… Etrafındakiler ona cok özenir ve sorarlarmış bu gençliğin sırrı nedir diye. Bir gün yaşlı adam onları yemeğe davet etmiş. Bu davette size sırrımı açıklayacağım demiş. Herkes merakla davete gelmiş. Yemekler yenilmiş, içilmiş, sohbetler edilmiş vakit iyice gecikmiş. Adamcağız karısına seslemiş:"Hatun, su kilerde karpuzlar olacak bir karpuz getirir misin bize!" Hanım hemen gidip bir karpuz getirmiş. Adamcağız söyle eliyle bir vurmuş tık diye sonra da " Bu olmamış hanim, güzel çıkmayacak, başka getirir misin bir zahmet" demiş. Hanım onu götürmüş bir tane daha getirmiş. Adam onu da bir yoklamış yine beğenmemiş. Başka istemiş… Bu böylece üç dört sefer daha tekrarlamış. Neyse beşincide karpuz beğenilmiş kesilmiş ve misafirlere ikram edilmiş… Herkes karpuzunu afiyetle yerken bizim dedecik sormuş.
"Eeee …. Arkadaşlar iste benim gençliğin sırrı burada anladınız mı?” Herkes birbirinin yüzüne bakmış. Kimse bir şey anlamamış.
"Aman dede demişler nerde? Anlamadık biz bu sırrı!"
Dedecik gülmüş. "Efendiler" demiş "O gördüğünüz karpuz kilerde bir tanecikti, tekti. Ben hanıma git de başka getir dedikçe o kilere gidip geliyor ayni karpuzu getiriyordu. Bir kere bile "aman be adam, değimisin nesin su tek karpuzu ne taşıttırıyorsun bana." demedi. Beni sizin önünüzde mahcup duruma düşürmedi. İste ben bütün gençliğimi hanımıma borçluyum. Biz birbirimizi hic başkalarının önünde zor duruma düşürmeyiz. Aile içindeki hiçbir şeyi dışarıya yansıtmayız. Hep birbirimize destek olur, dert ortağı olur, yârdim ederiz. Birbirimizle ilgili olan problemleri yine birbirimize anlatırız. İyi kötu her olayı da birlikte paylaşırız.' demiş.
Eğer dikkatle çevremize bakarsak; hic kimsenin yaşamı boyunca sorunsuz ve pürüzsüz bir hayat yasamadığını fark ederiz. Mutlaka bir yönden eksiği, zorluğu oluyor başa çıkılması gereken.
Bediüzzaman eserlerinin birinde 'SEKVA (şikâyet) SIKINTIYI ARTTIRIR' diyor. Gerçekten de deneyin (ben bizzat denedim); bir olayın üzerine ne kadar çok giderseniz ve durmadan şikâyet ederseniz, içinizin daha cok daraldığını, karardığını, işlerin daha da çıkmaza girdiğini fark edeceksiniz. Üstelik problemi anlattığınız her kişinin verdiği farklı akıllar, söyledikleri olumsuz yaklaşımlar sizi iyice depresyona sokacaktır nerdeyse… Üstelik hikâyeyi her tekrar ettiğinizde, sizde yavaş kendinize acımaya baslar, sağlıklı düşünemez hale gelirsiniz. Karşı tarafa duyulan kızgınlık hisleri her şikâyet ve tekrarlarla nefrete dönüşmeye baslar Allah korusun.
Ancak, İnsanin Allah sevgisi ve Allah'a güveni alanında bilgi ve imanı derinleştikçe derin bir tevekküle bürünebildiği görülüyor. İste böyle insanlar bos yere laf sarf etmenin, şikâyette bulunmanın ne kadar faydasız oldugunu idrak edip ona Gore davranıyorlar. Kanımca problemlerimizi, sırlarımızı HAK ile paylaşacak seviyeye gelmek için gayret etmek en hayırlı olan yol! .
Efendim, bu gün yine hikâyeden hikâyeye geçtik. Düşüncelerde yolculuk ettik. Ben düşündüğüm, bulduğum, okuduğum, aklımdan gecen her şeyi gönül dostlarıyla paylaşabildiğim için cok mutluyum. Sizlerinde düşüncelerinizi sohbetlerinizi okudukça kendimi inanılmaz mutlu ve huzurlu hissediyorum. Daha öğrenecek, uygulayacak, bilincine varılacak o kadar cok şey var ki. Karınca kararınca yolunda bulunmaya çalışıyoruz. .
Sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Dualarım hep sizlerle.
Özden CICEK
Creative Wood Painting Lady
Dubai
www.ozdencicek.com
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın Özden Çiçek,
Yine bize düşüncenin, edebin, incelik ve zarafetin en güzel örneklerini sunmuşsunuz. Bunların karşısında teşekkür kelimesi hiç de duygularımızı yansıtır görünmüyor. Büyükannenizin, evleneceği sırada annenize söylediği sözler harikulade güzel. Onu keşke bütün insanlar okusa. Çok güzel bir baskıyla, özel kağıtlara yazılıp bir anne ve kızının her gün okuyacağı bir yere konulsa. Bu, ne kadar önemli bir husus. Aklıma İngilizlerin bir atasözü geliyor, " Bir kız çocuğunun iyi yetişmesini istiyorsanız işe büyükanneden başlayınız." Peygamber Efendimiz, bir gün bir yerde oturuyorlarmış, çevreden hep negatif sorular gelmeye başlamış, Resulullah Efendimiz bundan rahatsız olmuş, bana demiş " Hayırlı, güzel sorular sorun. Hep hayırdan konuşalım." Ankara'da çok sevdiğim, çok saydığım, hayranlık duyduğum bir hanımefendi var. Leyla Elbrus Hanımefendi, kendisi Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden emekli oldu. Hayatta, daima iyiden, hayırdan, müspet olandan bahseder. Çevrede negatif bir hava esmesine müsaade etmez. Derhal konuyu değiştirir. Müspet ve hayırlı olan bir çizgiye getirir. Şikayet, hep şikayet, hep şikayet, bir insanın kendisine yapacağı en büyük kötülüklerden biridir. Şikayetle hangi mesele halledilmiş ki. O bakımdan Özden Çiçek hanımefendinin annesinin kızına nasihatinden yedi milyar için çok ince hayırlar, güzellikler var. Allah rahmet eylesin. Nur içinde yatsın. O, Çerkezlerdeki nesilden nesile devredilen çekmece hikayesinde de insanı ürperten, harikulade bir incelik, bir güzellik var. Sanki hayatın, yaşamanın, varoluşun sırrı o çekmece hikayesinde gizli. Aslında şikayet acizliğin, zavallılığın, korkaklığın tezahüründen başka nedir. Şikayetle kim nereye ulaşmış ki. Özden hanımefendinin, anlattığı üçüncü olay benim gözlerimi yaşarttı. Evlenen bir çiftin, elele vererek bir ömür boyu sevgi, saygı, ve karşılıklı dayanışma içinde olmaları hayatın en önemli olayı değil mi? Daima sevgiyi, saygıyı, ön plana almadıktan sonra o yaşanan hayat bir ıstıraptan, bir çileden başka nedir. Ömer Hayyam bir şiirinde:
"Sevgine gireceğim toprağa,
"Sevginle çıkacağım topraktan."
diyor. Yaşamak, sevmekten, sevilmekten başka nedir. İnsanoğlu yeryüzünde sevgileri kadar vardır. Sevgiler kadar yaşayacaktır.
Mailleriyle, sitemizi ziynetlendiren, değerlendiren, güzelleştiren büyük insan Özden Çiçek Hanımefendi,
Sana selam, sana sevgi, sana saygı...
Sabri Tandoğan
Aziz Ruhları Şad Olsun, Himmetleri Üzerimize Olsun.