Günümüzde toplumda insanların çok farklı giyinme şekilleri var. Herkes bir giyim tarzını benimsemiş ama kimsenin tarzı kimseye benzemiyor ve bazen herkes kendi yaptığını doğru olarak niteliyor. Sizin bu konudaki görüşlerinizi öğrenmek isterim.
Selam saygı ve sevgilerimle.
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları:
----------------------------------------------------------------------------
İsteyen mini etek giyer, isteyen bikiniyle denize girer, isteyen başını örter. Bana göre bu işin toplumun tek meselesi gibi gösterilmesi doğru değildir. Türk kadınının giyinme zevkine, sağlam görüşüne ben inanıyorum. Minik bir çocuk gibi ona müdahaleyi de biraz tuhaf buluyorum. Özgürce düşünebilmek, uygarca yaşayabilmek, insanlara saygılı olmak ne kadar güzel. Hayatta önemli olan tertemiz yaşamak ve tertemiz Hakka göçebilmek. Bugün, gidip doğudan batıya, kuzeyden güneyde bütün Avrupa’yı gezecek olursak ki Allah bana nasip etti, şunu görürüz: Kimse kimsenin saçıyla, başıyla, kıyafetiyle, eteğinin uzunluğu ile ilgilenmiyor. Herkesin kendine göre bir estetik anlayışı var, ona göre hareket ediyor. Bu açıdan bakılacak olursa şunu görürüz: Taassup hangi yönden, hangi taraftan gelirse gelsin tasvip edilecek birşey değil. Hür düşünebilmek ne güzel bir olay. Dünyada şu anda yaşayan yedi milyar insanı ayrı ayrı birer dünya olarak kabul edip onlara öyle davranabilmek. Mevlana ne güzel söylüyor:
“Bulanmadan akmak ne güzel
Dün, dünle beraber geçti cancağızım
Bugün yeni şeyler söylemek lazım”
Biz, nasıl olur da bu yedi milyar insanı aynı kalıba dökebiliriz? Üstelik her insan da her varlık gibi kendi içinde mütemdiyen değişiyor. Yunus,
diyor. Bir gün Atatürk bir okulu ziyarete gider. Ankara Erkek Lisesi. Şimdiki Yüksek İhtisas Hastanesinin bulunduğu yer. Öğretmen, ağzı laf yapan bir talebesini müzakereye kaldırır. Atatürk sınıfa girer, arkada boş bir sıraya oturur. Hoca sorusunu sorar: Tarih boyunca Türk Fransız ilişkilerini anlat. Öğrenci hemen anlatmaya başlar. “ Efendim”, der, “ezeli ve ebedi dostumuz Fransa ile olan ilişkilerimize gelince”, Atatürk derhal müdahale eder. “Muallim Bey”, der, “bir milletin ne ezeli dostu vardır, ne ebedi düşmanı vardır. Dış ilişkiler milletlerin menfaatlerie göre ayarlanır.”
Hayat her an değişiyor. Dış şartlar değişiyor, biz değişiyoruz. Sonsuz bir akış bu. Bütün mesele o anki duruma göre tavrımızı alabilmekte. Bu gerçeği Anadolu insanı ne güzel yakalamış. “Düğün evinde yas olmaz, ölü evinde neşe olmaz”. Hayat karşısında yeni tavırlar alabilmek, her anın hakkını verebilmek, “yaşayabilmek” ne güzeldir. Fazıl Hüsnü Dağlarca
“Ve bir an yaşıyorum, bütün bir ömre bedel”
der. Buna Sezai Karakoç, “inci dakikaları” diyor. İnsanın düğüne giderken giydiği elbise başka, pazara giderken giydiği elbise başka, misafir geleceği zaman giydiği elbise başkadır. Aman dikkatli olalım. Yaşadığımız sürece bir “yaşama san’atı ustası” olalım. Hep, “yaşama sevinci” içinde kalalım. Biz de Yunus gibi
“Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz” diyelim, “Aşk gelicek cümle eksikler biter” diyelim. Ömer Hayyam gibi
“Sevginle gireceğim toprağa
Sevgnle çıkacağım topraktan”
Sevgili dost, “Aşk ile yaşa”, “Aşk ile kal”, “Aşk ile Hakka göç”.
Selam, sevgi ve saygı ile
Aziz Ruhlarına Fatihalarla