Efendim,
Madem ki bu sayfalar bütün Gönül Dostlarının hayatı paylaştıkları en guzel yer, ben de dünya hayatının en önemli meşgalelerinden birinden, cocuklarimizdan ve onlarin egitimlerinden bahsetmek istedim.
Türkiye de bulunduğum süre içersinde dikkatimi çeken konulardan biri si de Sevgili Ciğdem Hanım’in değindiği gibi üniversite seçme ve yerleştirme sınavı oldu. Pek çok arkadaş ve akrabamızın çocukları aynı telase, belirsizlik ve koşuşturma içindeler. Sistem elimizi kolumuzu öyle bir bağlamış ki insanlar ister istemez bi girdabın içindeler. Dünyanın hiçbir yerinde örneği görülmeyen ilginç bir eğitim sistemi mevcut. Belki de bir o kadar başarısız… Çocuklar daha lise 1, 2den itibaren dersanelere gidiyorlar. Bence bu sistemin en çarpıcı noktası. Sağlanan büyük ranti düşünün. Kuzenim iki kızını birden dersaneye yolluyor her ay kira gibi ödüyoruz diyordu. Lise son sınıfta yine gidecekler. Kazanamazlarsa hadi bir şans daha, birdaha.. Tamamen farklı bir sınav sistemi… Bundan büyük rant sağlayan bir de sektör var….
Çocukların sanki bütün hayatları sınavdaki üç saata bağlı. Hadi diyelimki belli bir puan aldılar. Bu kez sıralama yapacaklar. Ve de belki hiç de kendilerinin tarzı ve isteği olmayan bir bölüme mecburen girecekler.. Onları kim yönlendiriyor.? Hangisi gerçekten ne istediğinin farkında…? Hadi diyelim hedef belirleyip ona ulaşmaya çalışanlar var. Onların da okulundan ve eğitimden alacağı nedir? Istediği sonuca ulaşabilir mi? yoksa okulu bitirmeden hevesini isteğini kaybetmiş bir şekilde hayat boyu mecbur kaldığı işi yapmak durumunda mı olur..?
Burda sorun bir değil bin tane.. Liselerin hali içler açısı çoğunlukla.. Çevredeki pek çok genci zamanında üniversite sınavına girecek olduğunda çalıştırmıştım. Inanılmaz Bu ne biçim bir eğitimdir ki okulda öğrenilenlerin dışında birşeylere ihtiyaç var ve de bir bilgisizliğin söz konusu olduğunu görmüş ve inanamamıştım. Kalıplaşmış, ezber bilgilerden başka hiçbirşey görememiştim. Oysa kendimden biliyorum ki özellikle sözel bölüm, tarih ve sosyalbilimler için genel kültür bilgilerinin üzerine az bir çalışma yeterli oluyordu bize.. Ama ya şimdi… Çocuklar kendi edebiyatlarına, tarihlerine, genel kültür bile sayılabilecek sosyal bilgilere bile uzaklar…Içinde büyüdükleri popüler kültür onları bilgiden çook uzaklara taşıyor çünkü.. Okul gidilmesi gereken bir yer, üniversite kazanılması gereken bir yer.. Çoğunlukta bu azmi ve kararlılığı öğrenci olmanın mutluluğunu görüyor musunuz ? Hayır… Işte fark burda.. Biz öğrenci olmaktan mutluyduk. Severek, koşarak gidiyorduk, öğretmenlerimizi seviyorduk.. Öğrenmeyi seviyorduk …
..
Ilkokul 4. sınıfta yaptığımız grup çalışmalarını. Konulara nasıl hazırlandığımızı sınıfta, nasıl o konuları öğretmen gibi anlattığımızı (hem de doğuda Mus’un Malazgirt ilçesinde) Orta okulda fen derslerinde yaptığımız labaratuvar deneylerini (Hem de Konya nin Sarayonu ilçesinde) Edebiyat derslerinde okuduğumuz konuları nasıl derinlemesine işlediğimizi, nasıl yutarcasına kitaplar okuduğumuzu hatırlıyorum bu gün gibi… Çünkü onları ezberlememiştik öğrenmiştik, sevmiştik.. Bu okulların hiçbiri özel okul değildi. Küçük kasaba okullarıydı..Universite sınavı içindersaneye gittiğimde de, sınavda da pek çok soruyu gördüğümde ya bu kitabı ben okumuştum deyip kolayca yanıtlamıştım, ya da bu deneyi biz yapmıştık, bu konuyu öğretmenimiz söyle anlatmıştı diye.. demek ki sistem şimdi temelden yanlis… sorun okullarla birlikte başlıyor.
Ingiltere’ye dil eğitimine gittiğimde şaşkınlıkla farketmiştim ki Avrupa’dan gelen arkadaşların pekçoğu üniversite okumamıştı. Ama Türk arkadaşlardan çok daha güzel kendilerini ifade ediyor, harika kompozisyonlar yazıyor, çekinmeden kalkıp soruları yanıtlıyor, kendi fikirlerini savunabiliyorlardı ve hayal güçleri, çözümleme kapasiteleri çok daha güçlü idi. Onlar için üniversite eğer o konuda akademik çalışma yapılacaksa gerekli idi. Olmazsa olmaz değildi. Çoğu teknik eğitim almıştı ve çoktan hayata atılmışlardı. Kendilerini hiç de eksik hissetmiyorlardı..Çünkü işlerini, mesleklerini biliyorlardı..
Oysa bizdeki anlayışta üniversite bir meslek edinme yeri. Üstelik de piyango gibi sana çıkan konuda okuyup edinilecek bir meslek.
Bakın burda da kendimi örnek vereyim ben Işletme fakültesini bitirdim. O zamanlar çok moda bir bölümdü. Sosyal ve Türkçede daha başarılı olduğum için genelde benzeri tercihler yapmıştım. Okulu bitirip on yıl çalıştıktan sonra kızlarım dünyaya geldi. Işten ayrılıp kızlarımı yetiştirmeye başladim. Sonra eşimin görevi nedeniyle Kıbrıs’a gittik. Kızlar okula başladı ben de kendime yapacak farklı birşeyler aradim. Meslek lisesinin hanımlar için actığı el sanatları kurslarına yazıldim. Seramik hocamız Mimar Sinan Üniversitesi mezunu gerçekten müthiş yetenekli bir sanatçıydı. O da okul bitince memleketine dönmüş hem lisede öğretmenlik yapıyor hem de sanatına devam ediyordu. Bizi aynen bir üniversite öğrencisi gibi eğitmeye başladı.. Birkaç hafta sonra çizimler yapmayı, tasarımı öğrendık ve ilk eserlerimizi yapmaya başladık. Bir gün bana sordu.. Sen ne okudun? Diye.. Işletme dedim. Net bir sesle “Kendine yazık etmişsin” dedi… Güldüm ama ben memnundum dedim.. “eminim sanat okusan daha mutlu olurdun” dedi… Hayatımın en güzel bir yıllık öğrencilik dönemini Soner Hocanın atölyesinde geçirdim… Hala daha ondan aldığım disiplin ve eğitimi düşününce üniversite sıralarında öylesine okula gidip gelenlere acırım….. Bugün de Uzaklarda el sanatları öğretmenliği yapıyorsam öğrencilerimle çok mutluysam, onlarla hayatı paylaşıyorsam, bunu Soner Hocaya borçluyum..
Işte bütün bunlar ışığında diyorum ki iş ana babalara düşüyor… Acımasızca dönen çarka kapılmadan çocuklarımızla arkadaş olalım. Onları anlayalım. Onları tanıyalım. Onlara saygı duyalım, onları koşulsuz sevelim ki onlar da bize ve tüm insanlara saygı duyup sevsinler..Onlara uyduruk bir üniversite okuyup diplomalı işsiz olmaktansa bir sanat, bir zanaat sahibi olmayı tavsiye edelim. Dünyada hele ki Türkiye de üniversite eğitimi etiketten başka birşey değildir. Hele ki adı sanı duyulmamış ve iş olsun diye açılmış bölümleri okuyorsan.. Zaten üniversite bir zorunlulukmuş gibi algılanmaya başlayali, her yıl binlerce mezun vermeye başlıyalı beri sadece mezun olmak da yetmiyor. Sonra master yapmak, dil öğrenmek gerekiyor. Hatta bu bile yetmiyor iyi bir iş bulabilmek için.. O yüzden hedefi baştan belirlemelerine yardım edelim, eğer bu zorlu yolculuğu isteyecek, kaldıracak kapasiteleri varsa her aşamada onlarla birlikte olalım. Yoksa da onlara, yaradılış özelliklerine en uygun mesleği edinmeleri için yol gösterelim. Ve de her ne olursa olsun önce insan olabilmeleri için çaba sarfedelim.. Yarın öbürgün hangi mesleği icra ederlerse etsinler, en iyisi, en güzelini yapmaları gerektiğini öğretelim. Yoksa onlara, yıllarına, çabalarına yazık olur…
Rabbim hepimizin yardımcısı olsun..
Saygı ve hürmet ile..
Ozden CICEK
Creative & Decorative Painting
Dubai
www.ozdencicek.com
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın Özden Çiçek,
Efendim, her anne babanın, her eğitimcinin ibretle, saygıyla, edeple okuması gereken mailinizi ben de hayranlıkla okudum. Şu anda Türk Milli Eğitiminin içinde bulunduğu aciz, zavallı, perişan, yürekler acısı durumunu kısa ve özlü olarak ne kadar güzel belirtmişsiniz. Dersane rezaletini (ki başka bir kelime bulmanın imkanı yok) somut örneklerle öyle güzel anlatmışsınız ki artık Ankara’da adım başında rastladığınız dersane tabelaları insanı ürkütüyor, korkutuyor, dehşete salıyor. Yazık oluyor Türk gençliğine. Yemin ederim ki bugünkü milli eğitim politikası Türk gençliğini kültürsüz, görgüsüz, bilgisiz, akılsız, yüreksiz, güzelliğe düşman, estetiğe düşman, medeniyete düşman olarak yetiştiriyor. Ne yazık ki günlük, kısır, cılız, zavallı çekişmelerle bu büyük memleket meselesi kimselerin dikkatini çekmiyor. Aileler dersanelerin istediği o büyük rakamları verebilmek için elde avuçta ne varsa satıp, savıyorlar. Eğer birşey kalmamışsa borca giriyorlar. Bu artık, bir trajediye dönüştü. Ama bu konuya ne el atan var, ne inceleyen var. Aileler, şartlandırılmış. Önemli olan çocuklarının sağlam yetişmesi. Ailesine, ülkesine ve bütün dünyaya faydalı birer unsur olarak yetişmesi değil, ne bahasına olursa olsun, neresi olursa olsun çocuklarının üniversite mezunu olması. Eline bir üniversite diploması alsın da ne olursa olsun. Bu ne korkunç zihniyet. Benim oğlum, benim kızım dürüst, temiz, efendi, ciddi, çalışkan, medeni bir insan olamamışsa üniversite mezunu olmasının ona ne faydası olacak. Lütfen artık bu yanlış, sakat, hatta utandırıcı önyargıları bırakabilsek, unutabilsek. Bir genç kız, bir delikanlı pekala üniversite mezunu olmadan da pırıl pırıl, örnek, medeni bir insan olabilir. Üniversite mezunu olsa ne olacak? Yüzbinlerce işsiz, güçsüz, ümidini kaybetmiş, yaşama sevincini unutmuş üniversiteli gençle doluyor caddeler, sokaklar, kafeler, birahaneler, kumarhaneler. Neden kendimizi aldatıyoruz, neden bunları görmezlikten geliyoruz?
Hayatta en önemli olay, bir insanın ne için dünyaya geldiğini, ne için yaşadığını, yaşamaktaki amacının ne olduğunun bilincine varabilmesi ve ona göre hayatına örnek, medeni, tertemiz, yaşama aşkıyla dolu, hayattan korkmayan, mücadeleci bir yön verebilmesi. İşte öyle bir genç herzaman, heryerde alnının teriyle ekmeğini kazanabilir.
Sayın Özden Çiçek, bu gerçekleri duyan, düşünen, idrak edebilen, muhakeme ve mukayese edebilen anne, babalara, eğitimcilere duyurduğunuz için size çok teşekkür ediyor, selam, sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.
Sabri Tandoğan
Aziz Ruhları Şad Olsun.