.
Efendim yoğun sorularımıza lutfettiğiniz cevaplar benim ve dostlarımın tefekkur ufuklarına birer yıldız misali doğdu...
Bu aralar gerek yazıştığımız,gerek sohbet ettiğimiz dostların ortak bir sualini tevcih etmek isterim:
Malumunuz Hakiki İnsan olmanın olmazsa olmaz şartı EGONUN yenilmesi. Tasavvufun da nihai hedefi BENLİĞİ YOK EDİP; ÖZ BENE,YUNUSUMUZUN ÖLÜMSÜZ İFADESİ İLE "BENDEN İÇRE BENE" VARMAK...
Efendim çok soruluyor:
-Benlik nasıl ölür?
-Kişi, kendi benliğini kendisi öldürebilir mi?..
-Benliği öldürmenin en kolay yolu sizce nedir?...
En derin hurmet ve muhabbetlerimle...
Dua buyurunuz lutfen...
Mehmet DOĞRAMACI
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın Mehmet Doğramacı,
Aziz dost, sabahleyin sizden gelen mail odamı nurla doldurdu. Her yön ışık oldu. Şu anda odama gül kokusu hakim. Şu an ben cennetteyim. Allah sizden razı olsun. Efendim, her zaman olduğu gibi yine harikulade güzel bir soru sormuşsunuz. Önce müsaadenizle sizi tebrik etmek isterim. Gelelim soruya. Efendim, binlerce yıldan beri insanlar egoyu, benliği, nefsi öldürmek istemişler. Ama bunda muvaffak olamamışlar. Çünkü yöntem yanlış. Biz var olduğumuz sürece benliğimiz de var olacak. Bu şekilde binlerce yıl insanlar benliklerini öldürmek için olağanüstü mücadele vermişler. Kimi aç kalmış, kimi uykusuz. Kimi dağ başında inzivaya çekilmiş. Kimi hayvanlarla arkadaş olmuş. Kimi sabahlara kadar okumuş. Gel gör ki hiçbiri tam manasıyla olamamış. Ne zaman ki “Resulullah Efendimiz dünyayı şereflendiriyor, bir hadisiyle düğümü çözüyor. Buyuruyor ki: “Nefsin senin binek hayvanındır. Ona rıfk ile muammele et”. Muhterem efendim, bu hadiste bütün karanlıklar aydınlığa çıkıyor. Tereddütler gidiyor, yerini müjdeler alıyor.
Canım efendim, önemli olan nefsi öldürmek değil, onu tatlılıkla, yumuşaklıkla, güzellikle ıslah etmek, yola getirmek. Ondan pırıl pırıl, tertemiz bir beyaz gül çıkarmak. Bu konuda tasavvuf kitaplarında birçok güzel tavsiyeler vardır. Eğer kitapların dışında bu fakire soracak olursanız ilk yapılacak iş tevazu kapısını açmaktır. Eğer bu kapıdan giremezsek iyi bilelim ki yapılacak bütün işler buz üstüne yazı yazmak gibidir. Tezavu kapısından geçmeyen bir insanın değil manevi alemde, maddi alemde de başarılı olmasına imkan ve ihtimal yoktur. Yaptığı biraz ibadetle, okuduğu kitaplarla, gittiği okullarla kendini birşey sananlar iyi bilsinler ki her iki dünyada da en ufak yol alamayacaklar, ne sevecek, ne sevilecekler, her zaman hüsran içinde yaşayacaklardır.
Peki, tevazua giden ilk adım nerden başlar? Hindistan’ın Buda’dan sonra yetiştirdiği en büyük insan Mahatma Gandhi, “Sabahleyin”, diyor, “evden çıkarken kendimi ayakkabımın üzerindeki toz zerresinden büyük görsem tövbe eder, ağlayarak Allah’a sığınırım. Bir veli zat diyor ki: “Bana kim olduğumu sorsalar, kendimi yaşadığım bölgedeki insanların en cahili, en günahkarı, en kötüsü olarak gösteririm”. Canım efendim, tevazu kapısından geçmeden ben şuyum, ben buyum diye onur, kibir içinde olanlar iyi bilsinler ki her iki dünyada da hiçbir yere varamayacaklardır.
İkinci şartı, sabırlı olmaktır. Kur’an-ı Kerim’de birçok yerlerde sabrın önemine işaret ediliyor. Çocukluğumdan beri “Asr Suresi” beni hep ürpertmiştir. “Andolsun asra ki, bütün insanlar hüsrandadır. İnananlar innaçlarına göre yaşayanlarbirbirlerine sabrı ve Hakkı tavdiye edenler müstesna”. İşte sabır o kadr mönemli. Sabır olmadan hiçbirşey olmuyor. Bir konserden sonra İdil Biret’e sordum. “Efendim”, dedim, “bu kadar güzel piano çalmanızın sırrı nedir?”. “Sabır” diye cevap verdi. “Beş yaşındaydım, pianonun önüne oturdum. Şimdi elli beş yaşındayım. Her Allah’ın günü en az sekiz saat çalıştım”. “Peki” dedim, “hiç tatil yapmadınız mı?” Yılbaşı tatili, doğum günü tatili yapmadınız mı?” “Hayır” dedi. “Bir gün ara versem bunun zararı olurdu. Çünkü san’at, sabırdır”. Gerek dünya hayatında, gerek manevi hayatta sabır olmadan hiçbir yere varamayız.
Üçüncüsü, edeptir. Her zaman, her yerde, herkese karşı edepli olmak. Edebin hudutlarını sadece insanlarla da çizmemek. Hayvanlara karşı da, bitkilere, eşyaya ve cemadata karşı da saygılı olmak. Her an, her zerrede zikredenin Allah olduğu bilinci içinde yaşamak. Bazı kimselerin hor gördüğü, hakir gördüğü eşyaya son derece saygılı olmak. Bunu hiçbir kitapta bulamazsınız. Naçizane söylüyorum, Allah’a giden yol eşyaya saygıdan başlar. Rahmetli eşim, Rana Hanım’la kırk dört yıl evli kaldık. Bu kırk dört yıl içinde o mübarek insan bir tek tabak, bardak, fincan kırmadı. Çünkü eşyaya yaklaşımı öyle edepli, öyle saygılıydı ki, Besmele demeden ne temizken, ne kirliyken bir tabağa, bir bardağa, bir fincana elini sürmedi. Çünkü o her an Allah’la beraberdi.
Dördüncüsü, kanaat sahibi olmaktır. Kanaat sahibi olmak demek, o an elinde ne varsa onunla yetinmek, onun şükrünü eda etmek, fazlasını istememektir. Rahmetli Hocam Münir Bey, “Ben”, demişti, “Allah’tan birşey istemeye haya ederim. Ben, acaba Allah’ın verdiklerine, elimin altındakilere layık mıyım? Onun şükrünü eda edebildim mi, daha başkasını isteyeyim”. Bir atasözünde “Kanaat bitmeyen bir hazinedir”, buyruluyor. Bizler şu asi, şu günahkar halimizle neye layıkız ki, mütemadiyen daha, daha diyoruz. Neyin hakkını verebildik? Mütemadiyen istemek çok çirkin bir aç gözlülükten başka nedir? Koçlar, Sabancılar giderken ne götürdüler? Bizler ne götüreceğiz?
Beşincisi şükredebilmek. Şükür o kadar önemli ki ona sahip olmadan her iki dünyada da mutlu olmak tamamen imkansız birşey. Görebildiğimiz için şükretmek, işitebildiğimiz, yürüyebildiğimiz, hatırlayabildiğimiz, elimizle tutabildiğimiz için şükretmek. Yatacak yatağımız, içecek çorbamız olduğu için şükretmek. Ve sayacak olsak bu liste günlerce sürer. Çevremizdeki mutsuz, huzursuz, sıkıntılıı insanlara dikkat edin hiçbirinde şükür duygusu yoktur.
Muhterem efendim, bu sayılan hususlara dikkat edersek, onları hayatımızda yaşarsak belki bir gün biz de “sonsuzluk kervanına” dahil olabiliriz. O zaman görürüz ki iki dünyamız da cennet olmuş. Huzurun, mutluluğun, güzelliğin yaşayan bir canlı örneği olmuşuz. Allah bunu cümlemize nasip etsin. İnşallah yeryüzündeki bütün insan kardeşlerimiz tek istisna olmadan bu mutluluğu yaşasınlar.
Muhterem efendim, sizden ayrılışın verdiği burukluk içinde selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Sabri Tandoğan
Aziz Ruhlarına Fatihalarla.