Bir tüzük müzakeresi oldu, iki üye muhalif kaldı. İkisi de muhalefetini yazdı. Biri diyor ki, bu kararda şu cümle olduğu sürece ben bunu imzalamam. O imzalamazsa tüzük hukuken batıl oluyor, çıkmamış oluyor. Ve zamanın başbakanı ikide bir başkana telefon ediyor, bir an evvel çıkarın gönderin diye. Başkan rica ediyor o üyeden, hayır diyor ben vazgeçmem. Araya onun eşini dostunu koyuyorlar, hayır, vazgeçmem diyor. Başkan istifanın eşiğine geliyor. Birisi diyor ki bu meseleyi ancak Sabri Bey çözebilir. Beni çağırdı başkan. “Buyurun efendim” dedim. Durum böyle böyle Sabri Bey, dedi, ocağına düştük, bize yardımcı ol. “Olur başkanım” dedim. O inatçı, imzalamam diyen üyeye gittim, dedim ki, efendim, sizinle beraber muhalif kalan üye diyor ki, o öyle bir muhteşem muhalefet yazmış ki, Kızılay’a bir mermer levha üzerine altın harflerle yazmalı. Adamın ağzı böyle yayıldı, gülümsemeye başladı. Devam ettim, diyor ki, dedim, o bir hukuk abidesi ortaya koymuş, böyle bir kimseyle aynı çatının altında çalıştığım için iftihar ediyorum. Adam iyice gevşedi, gevşedi, “yalnız sizden ufacık bir ricası var” dedim. Diyor ki dedim, o cümleyi çıkarıversin. Hiç itiraz etmeden “Çıkartırım ne olacak ya, cümlenin lafı mı olur!” dedi.