Sayın Ayla Belen,
5.4.2007 tarihli mailinizi aldım.
Kıymetli yavrum, önce şunu belirtmek isterim. Hayat yolunda hiçbirimiz her yönüyle yetişmiş, olgun, kamil, noksansız, kusursuz, günahsız varlıklar değiliz. Öyle olsak bu dünyada işimiz ne? Bu dünya bir okul, adam etme, yetiştirme, tekamül etme okulu. Noksanlardan arınma, temizlenme, yunma, yıkanma okulu... Bizler de o okulun ebedi öğrencileriyiz. Yaşadığımız sürece, varolduğumuz sürece tek amacımız olacak. Yetişmek, gelişmek, tekamül etmek. Hepimiz ama tek istisna olmadan hepimiz bununla yükümlüyüz. Bu, yetişme olayı da, bu tekamül olayı da acıyla, ıstırapla, çile çekerek, gözyaşı dökerek, uykusuz kalarak, iftiraya uğrayarak, yanlış anlaşılarak, en sevdiklerimiz tarafından terk edilerek oluyor. Diyeceksiniz ki ben fakülteler bitireyim, ilimler öğreneyim, kütüphaneler dolusu kitaplar okuyayım, olmaz mı? Hayır yavrum, ne yazık ki olmuyor. İlle o acılar çekilecek, bu gözyaşları dökülecek, elimiz böğrümüzde kalacak, terkedileceğiz...Başka yolu yok, yavrum. Peygamberler tarihini okuyun, tasavvuf tarihini okuyun. Bana içlerinden acı çekmeyen, ıstırap çekmeyen bir tekini gösterin. Buyurun, meydan sizin. Gösteremeyeceksiniz, gösteremeyeceksiniz. Çünkü oyunun kuralı böyle.
Kur’an-ı Kerim’de “Malınız ve evladınız sizin için fitnedir” buyuruluyor. Demek ki insanı manevi tekamül yolunda Allah’dan ayıran sebeplerin başında mal, mülk, para, pul ve evlat geliyor. Bu nedenle biz, bu hususa çok dikkat etmek durumundayız. Sahip olduğu Rahman ve Rahiym sıfatları gereği bir annenin evladını sevmesi gayet normal bir husus. Ama ileri gidip, bu sevginin bir put olması halinde o zaman hem kendisine, hem de evladına zarar veriyor. Çorba yaparken içine lezzet vermesi için sağlık durumumuza göre, doktorun verdiği perhize göre çok az da olsa tuz koymamız gerekiyor. Hiç koymazsak o çorbanın tadı, tuzu olmuyor. Çay içerken içine çok az da olsa şeker koyuyoruz (şeker hastaları hariç). Ama biz, sekiz, on şeker atarsak o çay berbad olur, içilmez. İşte evlat sevgisi de böyle. O sevgi, bazı kimselerde haddi aşıyor, aşıyor. Nemrut dağındaki buzlar gibi tapılacak hale geliyor. İşte o zaman sevgimiz şirazeden çıkıyor. Hem kendimize, hem canımız, ciğerimiz evladımıza zarar veriyor. Farkına varmadan evladımızın tekamülüne engel olmuş oluyoruz. Çünkü aşırı sevgi, aşırı şefkat, aşırı acımayla, tabir caizse çocuklarımız hayata sakat olarak atılıyor. Hayat yolunda mütemadiyen bocalıyor. Halk tabiriyle hiçbir zaman kendi ayakları üstünde duramıyor. Hangi anne çocuğunun mutsuz, başarısız, hayat yolunda daima sendeleyen, tökezleyen bir durumda olmasını ister. Ama biz en iyi niyetlerle de olsa aşırı ilgiyle hem kendimizin, hem evladımızın mutsuzluğuna kapı açıyoruz.
Efendim, olay bundan ibaret. Tıpta önce teşhis konur, sonra tedaviye geçilir. Hiçbir tedavi ah-ü vah etmkle, çırpınmakla, dövünmekle olmaz. Her tedavinin kendine göre metodları vardır. Bunu biz bilmiyorsak, öğrenmemişsek, görememişsek manevi büyüklerden sorarak öğrenebiliriz.
Kıymetli yavrum, bir insan lokantada bir çorba içse onunla yetinse bile adama yine de faturasını ödetirler. Bu bir hayat kuralı. Biz de kendi hatalarımızı, yanlışlarımızı sade kendimiz ödemekle kalmıyor, çocuklarımıza da ödetiyoruz. Buna ne hakkımız var? O zaman yapılalacak iş, gidilen hatalı yoldan dönmektir. Unutmayalım ki hatadan dönmek de bir fazilettir. Madem ki hayat yolunda tekamül etmeye karar verdik, o zaman ona göre hareket etmek gerekmez mi? Her konuda olduğu gibi, bu meseleyi de ertelemeyelim. Yarınlara bırakmayalım. Yarın, çok geç olabilir, hiç olmayabilir. Hiçbirimiz yarın sabaha çıkacağımızın garantisi içinde değiliz. O zaman “Ya Bismillah”, deyip işe koyulmak gerekiyor.
Kıymetli yavrum, söyleyeceklerim bu kadar. Okuyup tefekkür et, ne dediğimi anlayacaksın.
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
Hatadan dönmek fazilettir Yazan Ayla Belen
Cvp: Hatadan dönmek fazilettir Yazan Sabri Tandoğan