“Sen sevildiğin için güzelsin bu kadar,
Ben sevilmediğimden böyle çirkinim”
der. Başkalarına yön gösterdiğiniz zaman, bütün yolu bir günde gidemeyeceklerini unutmayın. Buğday bile, toprağa verildikten ne kadar zaman sonra oluşuyor. Nice aylar yağmurlar, karlar üzerine yağıyor. Soğuğu yaşıyor, sıcağı yaşıyor, için için, yavaş yavaş tekâmül ediyor. Benliğini buluyor. Bir anne, babanın çocuklarına karşı yapacakları en büyük kötülük, bilgiç bilgiç baş sallayıp, “Hanım hanım, kaç kere söyledim, yine söylüyorum, bu çocuk kesinlikle adam olmaz.” demektir. Tasavvufta bir kural vardır: “Söylenen söz vücut bulur” derler. Siz tekrar tekrar “Bu çocuk aptal, geri zekâlı, dünyada adam olmaz” derseniz, o çocuk adam olmaz. Ne acıdır ki, nice aileler, kimsenin yapamayacağı zararı, kendi çocuklarına reva görüyorlar.
Hayat geriye adım atmaz. Her gün daha iyiye, daha güzele gitmek zorundayız. İki günümüz birbirine eşit olmayacak.
“Ey hayat, gitme dur, öyle güzelsin ki” diyenlere ne mutlu. Hayatını renkle, ışıkla, şiirle doldurmak, yaşama sanatında usta olmak akıllı insanların harcı... Güzel görüp, güzel yaşayıp; acıyı bal eylemek yerine, yaşamını, insanları yargılamak, tartışmak, önyargılarla hareket etmek, insanlardan nefret etmekle geçirmek en büyük aptallık değil midir? İki mahkum hapishanenin penceresinden bakıyorlarmış. Biri pencereden eğilmiş, tükürmüş, küfretmiş, “Ne iğrenç bir gece, yerler vıcık vıcık çamur” demiş. İkinci mahkum, başını uzatmış, göğe bakmış, “Aman Yarabbi,” demiş, “ne muhteşem bir gece, gökte yıldızlar pırıl pırıl...” Evet, hayatın diyalektiği hep zıtlıklar üstüne kurulmuş. Pilin iki ucu da artı veya eksi olsa, transistorlu radyonuz çalışır mı? Her şey zıddıyla biliniyor. Ve o zıtlıklardan muhteşem bir sentez doğuyor.
Hayat, o anda önümüzde açılan yolu yürümektir. O an, bizden ne istiyorsa, onu yapmaktır. Aradığımızı ancak biz bulabiliriz.
Selam, saygı ve sevgi ile.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Onun ve Hakka Göçen Ailesinin Aziz Ruhlarına Fatihalarla.