Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Sabri Baba ile sohbet-Yaşamak bir san'attır.
Gönderen : Çiğdem
Tarih : 10/22/2017 7:35:06 AM


.


Aziz Büyüğüm ve Çok Değerli Dostlar,


Hepinize güzel bir günde sağlık, huzur, esenlik ve mutluluk dilekleriyle Merhaba.


Değerli dostlar, bugün sizlerle Sayın Büyüğümüzün muhtelif sohbetlerinden bazı notları paylaşmaya niyet ettik. İnşallah hayırlara vesile olur.


Hepinize ağız tadı içinde geçecek en güzel zamanlar dileği ile Efendim.



Çiğdem




MUHTEREM BÜYÜĞÜMÜZ SABRİ TANDOĞAN’LA SOHBETLERDEN NOTLAR



-Efendim, siz bir tv sohbetinizde anlatmıştınız, bir gazeteci bir inekle ropörtaj yapmaya gidiyor. “Sayın inek,” diyor, “toplumun bireyler üzerindeki baskısı hakkında ne düşünüyorsunuz?” İnek otladığı yerden başını kaldırıyor, “Bu sorunuzu cevaplamadan önce arkadaşlarla istişare etmem lazım.” : )). Bugün gerçekten de birçok kişi için çevre adeta bir put gibi. Siz bu olaya nasıl bakıyorsunuz?


SABRİ BABA:


-Biz gerekirse başkalarını elimizin tersiyle iteceğiz, kimseyi kendi dünyamıza karıştırmayacağız. İnsan bunu yapamadığı takdirde dünyası rezil oluyor.


-Başkalarını tamamen görmezden gelmek, umursamamak mümkün mü?


-Bize sorun çıkaran kimseleri tabi sadece. Mümkün tabi neden olmasın. Biz başkaları için mi yaşayacağız?


Dr. Mehmet Bey bir gün bana sordu, ev hayatınızda, aile hayatınızda hiç bocaladığınız, şimdi ben bu durumda ne yapacağım dediğiniz hiç olmadı mı, dedi.


-Güzel bir soru.


-Evet. Ben de dedim ki hayır. Ben hiçbir konuda tereddütte kalmadım. Ama hiçbir konuda. O konuda Allah ne diyor, Peygamber ne yapmış, nasıl davranmış ona baktım. Ben mesela lisede talebeydim. Bazı hocalarım bana öyle güvenirlerdi ki çok özel bazı sorunlarında beni öğretmen odasına çağırır, nasıl tavır almalarının daha iyi olacağını sorarlardı. Ben de onlara cevaplar verirdim. Bunu nasıl yapıyordum? Çok şey bildiğim için mi. Hayır. Bakıyordum, o durumda Resulullah Efendimiz nasıl davranırdı, ona göre cevap veriyordum.


-Efendim, peki bir insan böyle her durumda aradığı cevabı Peygamber Efendimizin hayatında bulabilir mi?


-Bulabilir yavrum. Çünkü Peygamber Efendimiz bize örnek olabilecek her konuda bir çok şey yaşadı. Sırf bize öyle bir durumla karşılaşırsak ne yapmamız gerektiğini göstermek için. Mübarek Hanımı Aişe validemize iftira atılmasına bile tahammül etti, bizlere örnek teşkil edebilmesi için.


-Efendim, O zaman Kur’an-ı Kerim’de bütün hayat olaylarını içine alan açıklamalar vardır diyebilir miyiz? Bazıları şu hususta bir açıklama yok demeye kalksalar bile?


-Evet yavrum vardır. Zaten Peygamber Efendimiz de karşılaştığı olaylar karşısında nasıl tavır alması gerektiğini Kur’an’a bakarak belirliyordu. Aişe Validemize O’nun vefatından sonra sordular, "Resulullah’ın ahlakı nasıldı?" dediler. O da çok kısa ve öz olarak “O’nun ahlakı Kur’an ahlakıydı.” Dedi.


-“Efendim, eski bir Arap kabilesi hakkında okumuştum. Biz diyorlar, çölde yolumuzu kaybetsek hangi yöne gitmemiz gerektiğini bile Kur’an’a bakarak tayin ederdik.”


-Evet yavrum. Çok doğru bir tesbit. Kur’an’ın içine aslında bütün bir hayat yerleştirilmiştir. Kur’an en büyük bir mucizedir. Tabi görebilene.


Şengül Hanım’larla-Armada’da


Sayın Büyüğümüz:


-Bugün Türkiye’de kadın olmak çok zor. Yine az da olsa iyi hanımlara rastlamak mümkün ama kendini iyi yetiştirmiş, ailesinde şımartılmadan büyütülmüş erkekler yok denecek kadar az. İyi ki kadın olmamışım Türkiye’de.


-Peki bu diğer ülkelerde farklı mı, niye bizim ülkemiz için özellikle vurguladınız?


-Farklı tabi. Çünkü bizde erkek çocuk hep pohpohlanıyor. İşte oğlum oldu diye göklere çıkarılıyor. Kız çocuğu doğurdu diye karısını boşamaya kalkan adamların sayısı hiç de az değil.


-Efendim, tv program yapımcısı, sunucu İkbal Gürpınar Hanım’ın ilk eşi de böyle bir adammış. “Hamileydim,” diyor “Eğer,” demiş kocası “kız çocuk doğurursan kendini kapının önünde bil.” “Doğum biter bitmez heyecanla hemşireye sordum, kız mı erkek mi? Erkek deyince heyecandan bayılmışım.” diye anlatıyor bir kitabında. Gerçi adamdan sonra kendisi boşanmış...


-E işte. Böyle çok örnek var. Ne diyelim.


Geçenlerde bir adam aradı. Karısı devamlı bayılıyormuş. Psikoloğa götüreyim mi diye sordu. Dedim ki “Yavrum psikoloğa götürmeden önce eşine çok büyük bir sevgi, saygı göster.” “Ben” dedi “işten çıktım şimdi bu yorgun halde ona nasıl ilgi göstereceğim? Biz erkeklerin de ilgi beklemeye hakları yok mu, hep kadınlar mı ilgi bekleyecek.”


Şengül Hanım:


-Efendim, işyerinde bir arkadaş öğretmenler odasında sohbet ederken, “Hanımlar için çok hassas diyorlar, ince ruhlu diyorlar ama öyle çok tanınmış, isim yapmış hanım edebiyatçılar, ressamlar da göremiyoruz. Bu bende bir çelişki uyandırıyor.” dedi. Ben ona verecek bir cevap bulamadım. Siz ne dersiniz bu konuda?


-Yavrum, hanımlara o fırsat verilmiyor ki. Verilse bunu çok iyi yaparlar. Ama nerede...


-Efendim, mesela İdil Biret Hanım’ın ben öyle rastgele bir ailenin çocuğu olduğunu sanmıyorum. Mutlaka o işe çok değer veren bir aile tarafından teşvik edilmiştir. Bugün bir kız çocuğuna bu yönde bir yönlendirme yapılsa, maddi hesaplar, hayatını kazanabilir mi endişesi olmasa, pekala o da zamanla büyük bir ressam, ünlü bir müzisyen olabilir, değil mi?


-Öyle yavrum. İdil Biret beş yaşındayken ailesi tarafından piyano dersleri almaya teşvik edildi. Bütün bir gençliğini günde sekiz saat piyano çalışmaya verdi. Hafta tatili demedi. Yılbaşı demedi. Doğum günü demedi. Her Allah’ın günü sekiz saat çalıştı. Ve yalnız Türkiye’nin değil bütün dünyanın önde gelen bir piyanisti oldu.



***


Sayın Büyüğümüze soruyoruz:


-Efendim, bugün bazı evliliklerde kadın eşini beğenmiyor, küçümsüyor. Böyle bir evlilik için ne düşünürsünüz?


O zaman erkek gece gündüz aşkla kendini yetiştirecek, okuyacak, tefekkür edecek. Bazı erkeklerin de bu işine geliyor, nasıl olsa hanım her şeyi düşünüyor diyorlar, evin reisi o olsun ne çıkar diyorlar. O zaman kadın da adama hükmetmeye başlıyor. Yani çoğu erkek de bu durumda kendimi yetiştireyim diye bir çaba göstermiyor.


Böyle bir durumda kadının doğru tavır belirlemesi lazım. Ya eşiyle aralarındaki ilişki devam edecekse onu adam gibi götürmeli ya da işi uzatmamalı. Ama bugün birçok evliliklerde bir güzel anlaşma ortamı kurulmadan beraberlikler sürdürülüyor. Bu olmaz. Ya adam gibi sürdürmeli ya da işi fazla uzatmamalı.


Hz. Hatice Annemiz olmasaydı İslamiyet bugünlere gelemezdi. Vahiy aynı şekilde gelmeye devam etmezdi. Oku! Emri geldiği zaman Peygamber Efendimizin yüzü korkudan bembeyaz olmuştu, titriyordu. Hemen geldi “Ya Hatice beni ört. Ben üşüyorum.” Buyurdu. O da Onu bir anne şefkatiyle yatırdı, üzerini örttü. Sonra sakinleştiği zaman O’nun Hak Peygamber olduğunu ve müsade ederse elini öpmek ve Ona ilk inanan kimse olmak istediğini söyledi.


-Efendim, bu durumda vahyin gelişi niçin etkilenirdi?


-Çünkü yavrum, her erkeğin şefkate ihtiyacı vardır. Bu bütün erkekler için geçerli. Şair Cahit Sıtkı Tarancı bir şiirinde:


“Yarin olmuşu, ermişi


Şefkatte anneye değer”


der. Bir kadın erkeğin bu ihtiyacını bilecek ve ona göre davranacak. Orada da o çok kritik anlarda da Peygamber Efendimizin duruma adapte olabilmesi için bu şefkate ve desteğe ihtiyacı vardı. Bu olmasa vahyin gelişi kesintiye uğrayabilirdi. Bu, insanlığın bir imtihan anıydı. Hz. Hatice Annemizin o üstün davranışı sayesinde başarıldı.


Kadınlık sanatı o kadar zor ki sade hanımefendi olmak, temiz düzenli, titiz olmak yetmiyor. Kadınlık sanatında bir parça da erkek ruhuna hitab edebilmek, onu bakışlarıyla, sözleriyle, davranışlarıyla heyecanlandıracak kabiliyette olmak vardır. Pek çok kadın bugün bunu bilmiyor. Onlara saçını süpürge edeceksin denilmiş. Niye öyle olsun. Niye saçlar süpürge olsun? Kadın saçlarına öyle baksın ki adam o saçları öpüp okşamak için heyecan duysun. Oysa kadın diyor ki ben bu kadar çalışıyorum, yoruluyorum, eşim beni takdir eder, daha ne yapayım. Ama öyle olmuyor. Adam, eşinden kendini heyecanlandıracak davranışlar da bekliyor.


Yani iş sade ev işlerini yapmakla, temiz, titiz olmakla bitmiyor. Adam akşam eve geliyor. Gündüz birçok kadınlar görmüş. Belki onların bazıları adama işve yapmış, ilgi göstermiş. Kimisi kıyafetiyle, kimisi dekoltesiyle, kimisi özel olarak o adama gösterdiği heycanlandırıcı tavırlarıyla onu etkilemiş. Adam eve geliyor, ister istemez gündüz gördüğü kadınlarla kıyaslıyor.


Bu durum aslında iki taraf için de aynen geçerli. Sadece erkeğin beklentileri diye bir şey yok. Ermenekte “Bir erkek eve geldiği zaman öyle aşk dolu, heyecan dolu, istek dolu, espri dolu olmalı ki duvardaki duran saat bile çalışmaya başlamalı.” derler. Erkek de tavırlarıyla, sözleriyle, dokunuşlarıyla kadına yepyeni bir hava getirecek. Erkek ona derler. Bana göre adam gibi erkeklerin, kadın gibi kadınların sayıları çok az.


-Manevi yönü daha baskın olan bir beraberlikte beklentiler de daha farklı olabilir mi?


-O zaman bir diyalog kurulur aralarında zaten. Aynı güzellikleri yaşamak, aynı manevi duyguları paylaşmak, yerine göre bir kitabı oturup birlikte okumak bile bir erkekle kadını birbirine yaklaştırabilir. Maneviyat ön plana geçince haliyle cinsellik ikinci, üçüncü, dördüncü plana iniyor. Bu kendiliğinden olan birşey. Aralarında öyle başka güzellikler yaşanıyor ki cinselliğe sıra ancak çok sonra geliyor, hatta yerine göre akıllarına bile gelmiyor. Lokantada ana yemekten önce peynir ve lavaş getiriliyor. Bunlarla karnı doyurmak listede onca çeşit yemek varken aptallık olmaz mı? Ben cinselliğe düşkün insanların içinde maneviyata da düşkün bir kimse görmedim. Onların inançları lafta oluyor. Gerçek maneviyatta cinselliğin önemi kendiliğinden azalıyor. Mesela limon suyu içiyorsun, biraz sonra tansiyonun düşüyor. Maneviyyatta da bu böyle. Bir kadın, bir erkek samimi olarak maneviyata bağlıysa, o yolda samimi olarak ilerlemek istiyorsa cinselliğin önemi kendiliğinden azalıyor.


Ama kadın da erkek de isterse eşini yetiştirebilir. Ona beraber manevi bir toplantıya katılmayı, birlikte bir kitap okuyup üzerinde konuşmayı önerebilir. Onu farklı manevi konulara yönlendirebilir. Hayat mücadelesi denince insanların aklına yanlız ekmek parası kazanmak geliyor. Ama onunla iş bitmiyor ki. Asıl mücadele ondan sonra başlıyor: İnsanlık mücadelesi. Ondan sonra kocanı, karını küçük gör, hakir gör, o ne bilir ki de. Olmaz ki... Eğer o hayat beraber yaşanacaksa ve karşı tarafın bazı şeyleri bilmiyorsa bir taraf öbür tarafı manen yetiştirecek, besleyecek. Bir kadın, bir erkek gerçekten yetişmiş olsa karşı tarafı da eğer istidadı varsa –bu çok önemli- en güzel şekilde yetiştirebilir. Hayatın kanunu böyle yavrum.


-Bu ilahi bir görev olarak bir tarafa verilmiş de olabilir, değil mi?


-Öyle yavrum. Kur’an-ı Kerim’de “Kadın ve erkek birbirlerinin velisidirler” Buyruluyor. Veli demek, koruyan, gözeten, yetiştiren demek. Sen o adamı yetiştirmek için ne yaptın, sen hanımını yetiştirmek için ne yaptın. Mesela Azize Anne evliliğinde eşinin hem hanımı idi, hem hocasıydı, hem de sevgilisiydi. Ama en güzel bir şekilde, karşılıklı bir sevgi saygı içinde.


-Adamın da istidadı varmış değil mi?


-Evet, nur içinde yatsın, Allah’ın rahmeti, Peygamberin şefaati üzerine olsun, çok tatlı, çok efendi, kibar güzel bir insandı Celal Bey. Ben çok severdim.


-Kadınların bazı durumlarda kendisine yol göstermesini bazı erkekler onur kırıcı olarak algılayabilir mi?


-Ne münasebet. Katiyyen öyle bir şey yok. Yerine göre kadın yerine göre erkek karşı tarafa yardımcı olacak. Kadınlıktan, erkeklikten evvel insanlık vardır. Madem biz insan olmak istiyoruz, bu görevi daha önceki yaşantısına göre, ya da tecrübesine göre ya kadın yapar ya erkek yapar. Ama karşı taraf da işlenmeye müsait olacak.


-İki taraf da böyle böyle bir süre sonra aynı güzellikleri görür ve yaşar diyebilir miyiz?


-Eğer kaşı tarafta alıcı bir cihaz varsa bu mümkün. Ama bu şartla, muhakkak karşı tarafın istidadı olacak. Her ağaçtan mobilya olmaz çünkü. Mesela gül ağacı çok ustaca üretilen sanat eseri gibi mobilyaların ortaya çıkmasına müsait, ama bazı ağaçlardan sadece kereste oluyor, odun oluyor.



***


Dün akşamki Beşiktaş-Porto maçını izliyor Sayın Büyüğümüz:


İlk yarı başlıyor:


-Ne dersiniz Efendim, Beşiktaş bu maçı alabilir mi?


-Ben baştan bir galibiyet beklemiyorum. Çünkü ben takımlar sahaya çıkarken futbolcuların gözlerine bakar, hangi takımın galip geleceğini o gözlerin ifadesinden anlarım.


Maçın başlamasından çok kısa bir süre sonra Beşiktaş gole çok yaklaştığı bir fırsatı değerlendiremiyor. Maç boyunca ise taraftarlarının büyük tazahüratları var ama bu tezahüratlar bazen aynı tarzda devam ederek motive etmekten çok oyunu monotonlaştırıyormuş izlenimi veriyor.


Soruyoruz:


-Efendim, seyircinin ve yaptığı tezahüratın bir maçın sonucuna belirgin bir etkisi var mıdır?


- Yavrum, her insan gibi futbolcunun da ilgiye, sevgiye, teşvike ihtiyacı vardır. Seyirci bir psikolog gibi olmalı. Takımın yorulduğu, maçı bırakır gibi olduğu anlarda tezahüratıyla onlara bir aşk, bir heyecan vermeli. Fakat bizde ne oluyor, maçın başından sonuna kadar aptalca bir uğultu, bir gürültü. O zaman bu tezahürat olmuyor. Sadece burada olduğu gibi kuru gürültü oluyor.


-Efendim, Temel bir maçta seyircileri yönlendiriyormuş. Eğer demiş, sağ elimi kaldırırsam “Haydi bastır” diye tezahürat yapın, sol elimi kaldırırsam bu defa “Yuh” diye bağırın. Her iki elim birden havada ise sessizluk!


Birazdan maç başlamış, Temel sağ elini kaldırmış. Taraflarlar hep bir ağızdan başlamışlar: “Haydi bastır.” Biraz sonra Temel sol elini kaldırınca taraftar yüklenmiş: “Yuuhhh”. Biraz daha geçince Temel iki elini birden kaldırmış, taraftarlar başlamışlar bağırmaya “Sessizluk, Sessizluk, Sessizluk, …”


Sayın Büyüğümüz gülüyor.


-Efendim, peki antrenörün rolü için neler söylersiniz? Nasıl olmalı iyi bir antrenör?


- Antrenör takımda her şeyden önce bir sevgi, bir dostluk yaratacak. Bu şekilde futbolcular birbirlerini sevecek, birbirlerine yardımcı olacaklar. Bir futbolcunun özel hayatında bazı sorunları olsa bile antrenöre duygularını açacak, o da yaşına göre bir ağabey gibi, bir baba gibi onun ıstıraplarını paylaşacak.


Eski kayıtlardan banttan defalarca rakip takımın maçlarını izleyecek, sporcularına izlettirecek, takıma ona göre bir taktik, düzen verecek. Dikkat ettim, Porto’ya antrenörleri öyle bir taktik vermiş ki takım gayet rahat oynuyor. Futbol bana göre ayak oyunundan çok kafa oyunu. Dikkat et, kaleci golü önlerken bile tebesssüm ediyor, bu kafa işi tabi. Adamlar sakin başladılar sakin götürüyorlar.


Bir müddet sonra Beşiktaş kalesi havalanıyor ve durum 0-1 oluyor.


Sayın Büyüğümüz:


Portonun attığı göldeki aynı fırsatlar bizimkilerin eline geçseydi yine atamazlardı. Çünkü bizim futbolcular kale önüne gelince ne yapacaklarını bilemiyorlar.


İlk yarı biterken Beşiktaşın kaçırdığı çok önemli üç fırsata işaret eden Nimet Hanım:


-Babacığım, eğer Beşiktaş o fırsatları iyi değerlendirebilseydi durum şimdi 3-1 olurdu.


Sayın Büyüğümüz gülüyor.


-Teyzemin de sakalı olsa dayım olurdu. ) Ben 0-1’e razıyım. İnşallah ikinci yarıda daha fazla gol yemez çocuklar.


Biz, ayrılma vaktimiz geldiği için ikinci yarıyı izlemeden kalkıyoruz. Maçın 1-3 Porto takımı lehine sonuçlandığını öğreniyoruz daha sonra (21.10.2010).


Sabri Tandoğan Efendi Hz.


Aziz Ruhları Şad Olsun.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]