.
"Muhterem Hocam;
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi sizin, gönül dostlarımın ve tüm inananların üzerine olsun, efendim. Geçen gün akşam yemeğinde, yaşadığım olaylardan etkilenmiş olacağım ki, “Dünya kötülerin dünyası olmuş, kötüler kıymetli olmuş, şerlerinden korkulup başlara taç edilmiş, ne olacak bu iyilerin hali? “ deyip düşüncelere daldım, o sırada oğlum meyve suyu paketini gayri ihtiyari önüme hafif sertçe bıraktı. Meyve suyu paketinin masaya vuruş sesiyle irkildim ve gözlerim ilk olarak paketin üzerindeki yazıya ilişti. “İyi olanı korur.” Azize Anne’nin sözleri geldi aklıma “Kelamı Hak’tan alın.” Ne olacak bu iyilerin hali? Diye sızlanırken, cevap geliverdi işte. “İyi olanı korur.” Kim? Tabii ki gizli ve aşikar her şeyi bilen ve her şeye kadir olan Yüceler Yücesi Allah!!! O ne güzel koruyucu ve ne güzel yardımcıdır. Ama bunu görebilecek İbrahimî bir bakış gerek…O, ateşe atıldığında yardımına gelen Cebrail’e “Allah bana yeter, o ne güzel yardımcıdır.” Demişti. Bizse kendimize Allah’tan gayri vekiller, dostlar bulmuşuz, şimdi de o sahte dostların yaptığı eziyetlere ahlanıp vahlanıyoruz. Şükrü unutup, ha bire şikayet ediyoruz.
Mevlana “Şikayetçi kötü huyludur. İyi huylu şikayet etmez, tahammül eder.” der. Ben de herkese sabrı ve şükrü tavsiye ederdim. Derdim ki “Sabır ve şükür, insanı Allah’a uçuran bir çift kanat gibidir.” Gel gör ki kendi kanatlarım kırık…Ey Zavallı Ben !! Kendine nasihat edememişken, başkalarına hangi yüzle nasihate kalkışırsın. Uyan artık gafletten ey nefs!! Seni kamil bir insan, kendine yakışır bir dost yapabilmek için sıkıntıya müptela eden SEVGİLİ’den şikayet edipte O’nu incitme artık!!! İnsanlardan korkma!! Onlardan Hiçbir şey de bekleme!! Alemlerin Rabbı olan Allah dilemedikçe, onların sana ne bir iyiliği, ne de kötülüğü dokunabilir. Her işte, dilediği gibi iş gören Rahman’a tevekkül et. Gönlünü NAS’ la meşgul etme. Allah de ve ötesini bırak!! Bilesin ki, ALLAH sana yeter…
Şu şikayet halinden geçemeyen benliğime öyle kızıyorum ki, Kendime diyorum “Hem Allah’ı talep eder, sarp bir yola çıkarsın, hem de bu yolda ayağıma diken battı diye sürekli yakınırsın. Ya sen hakkıyla O’na varmayı istemezsin, ya da aşkında sadık değilsin. Hakiki Aşık, maşukunu öyle özlemiştir ki, O’nun yolunda ne batan diken canını yakar, ne de kavuran güneş. Her yerde ve her şeyde maşukun yüzü vardır, diken onun cilvesidir, güneş onun neş’esi.
İşte ben, bu yolda ayağıma diken battı diyen nasipsizlerdenim. Sıkıntı halinde sabrediyor fakat, bir insan gördüğümde halden şikayeti fırsat biliyorum. Ey Ahmak!! Padişah köleye şikayet edilir mi?? Hakiki Dosttan düşmana yakınılır mı?? Sonrasında yaptığım hatanın farkına varıyor ve nedamet içinde kıvranıyorum. Geçen gün, yine bu nedametle yanarken, düşündüm ve dedim ki ben bu hale tahammül edemez oldum. Gusül alıp, tevbe ederek, hacet namazı kılmaya ve Rabbimden bir şey dilemeye karar verdim. Gönlümden söyleyeceklerimi tek tek geçirdim. Diyecektim ki;
“ Ey Yüceler Yücesi Allahım, seni çok seviyor fakat bir türlü sana layık kul olamıyorum. İlmimle amil değilim, her şeyim kusurlu ve eksik, Günahlarım, uslanmayan emmare nefsim, beni senden alıkoyan her şey ruhumu acıtıyor Ya Rabbi!!! Eskiden böyle değildi. Ama , artık sana karşı işlediğim her bir cürüm bana dayanılmaz eza veriyor. Bu öyle bir acı, öyle bir eza ki dünyevi acılara hiç benzemiyor. Gaflet içinde bir ömürdense, senin nur cemalinle müşerref olacağım ölüm daha sevgilidir bana. Eğer bu kalp senin aşkın için atmayacaksa, varsın bu beden için de atmasın… Ya İlahi !!! Aşktan yana nasibim yoksa, benim de bu dünyada gözüm yok. Ya aşkınla yaşat, ya da başım eşiğindeyken emanetini al.”
Bu namazı herkes uyuduktan sonra kılacaktım, öyle bir ihlas içindeydim ki duamın reddedilmeyeceğini tüm kalbimle hissediyordum. Öyle inanıyordum ki, eğer aşktan nasibim yoksa, yarın sabah seccadede soğuk bedenimi bulacaklar diye içimden geçirdim. Ama bende hiç bir korku, endişe yoktu. Dostlardan, deli olduğumu düşünenler olabilir, insan hiç ölümü talep eder mi diye…Ama aşksız hayat, zaten ruhun beden hapishanesinde can çekişmesinden başka nedir ki…Hiçbir ibadet, aşksız tam ihlasa kavuşmuyor. Aşksız her şey kusurlu, kulluk bile eksik..Yunus’un şimdi anlıyorum “Aşk gelicek cümle eksikler biter “sözünü…
Her kesin uyumasını beklerken, Ahmed Rufai’nin “Onların Alemi” kitabından biraz okuyayım dedim. Rasgele bir sayfa çevirdim. Gözümün takıldığı bir paragrafta şöyle diyordu;
Bir gün Abdülvahid bin Zeyd’e şöyle sordular:
__Bir kişi var, Allah’a kulluk etmek için dünyada kalmak istiyor. Bir başkası da Hakka olan iştiyakı için, ölmek bu alemden çıkmak istiyor. Bunların hangisi daha hayırlı ve iyidir?
Şu cevabı verdi:
__ Bunlardan hiçbiri de değildir. Asıl iyi olan: Bütün işleri ona bırakır, dünyada bırakırsa pekala, öbür aleme götürürse, yine öyle… Devamlı doğrulukla kulluk eder.
İşte razı olmak budur. Rabbim bir kez daha hata etmekten beni kurtardı. Her ne olursa olsun, Rabbimin hükmüne razı olmam gerekirken, onu tehdit eder gibi “ya aşkını ver, ya da beni yaşatma” diyecektim. Diler aşkı ihsan eder, diler günahkarları arasında haşreder, sen kimsin?? Ne sin ki? Böyle bir hakkı kendinde buluyorsun? Kendine Mukarreb demiş zavallı!! Tövbe et ki, Allah sana bu ukalalığın sebebiyle azap etmesin…
Artık duam Resullullahın ki gibi ” Allahım, bize sevgini, seni sevenlerin sevgisini ve senin sevgine götürecek ameli nasip et.” Amin…
“Aşk, bekleyiştir.” Dersiniz ya, Muhterem Hocam bende artık son nefesime kadar bekleyişteyim, dilerim vuslat nasip olur, o zaman ölümüm de Şeb-i Arus olur inşallah, sizin dua ve himmetlerinizle…
En kalbi sevgi, saygı ve selamlarımla…
Allah’a emanet olunuz.
Mukarreb