.
Saygıdeğer Babacığım, Sevgili Dostlar,
Dualarda bulusmak umidi ile hürmet ve sevgilerimi sunuyor ve güzel bir yazıyı izninizle paylaşıyorum...
Özden
***
Kadının sultan olduğu gönül saraylarından düştüğü zamanlardayız.
Kadın, yıllardır kaybettiğini sandığı kazanımlarını yeniden elde etmeye çabalarken, bu kez kaybettiği daha önemli şeylerin elinden nasıl kaydığını fark etmemekte ya da asıl kayıplarının asıl kayıplar olduğunun bilincinde olmamaktadır ne yazık ki!
Kadın modernitenin elinden tutup dev plazalara hapsedildiği oranda yoksullaşıyor gün be gün, azalıyor, zayıflıyor, kadınlığından soyunuyor, erkekleşiyor, erkeksi bir dünyaya çekiliyor aslında!
Kadın her şeyden önce dişiliğini ve sonra kişiliğini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya! Dişiliğini kaybetmiş, başarılı kadın sendromundan muzdarip mutsuz kadınlar ordusu hızla çoğalıyor ne yazık ki!
Kadının fıtratında sevme, sevilme, şefkat etme ve edilme, annelik, aşk, huzur ve emniyet olmazsa olmazlardandır. Lakin modernite, kadını çağın materyalist çarkları arasına alırken kadınlığından soymakta ve kendine yabancılaşmış, erkeğe ihtiyaç duymayan ve de buna bağlı olarak kendisine de ihtiyaç duyulmayan, kimliği kadın olan ama içselliğini kaybetmiş bir nesneye dönüştürülmektedir kadın.
Erkek bir zamanlar kadını aşkla severdi.
Kadın da erkeği severdi. Biri Leyla, öteki mecnun idi her daim bütün çağlara inat!
Bir kere sevdi mi asla bırakmayan, onun ihtiyaçları için kendini feda eden, kadını başının üzerinde taşıyan erkekler ne oldu da birdenbire kadından yüz çevirip onu hiçe saymaya, aşağılamaya, tartaklamaya, dövmeye, sövmeye, tecavüz etmeye, hürmet etmemeye ve hatta öldürmeye kadar kadından uzaklaştılar, gaddarlaştılar!
Aşk ve sevgi nereye gitti?
Kadın-erkek ilişkilerinin rayından çıktığı böylesi bir zamanda tek suçlu yok aslında. Erkeklerin olduğu kadar kadınların da zaafları, kusurları olduğu bir gerçek, zira kadın kadınlığını unuttukça, erkek de erkekliğini unuttu ve karşılıklı olarak birbirlerine sevgisizlik ve itaatsizlik düzleminde yaklaşmaya başladılar!
Bu topraklardaki erkeklerin büyük çoğunluğu dinini yaşayan, Müslüman olduğunu söyleyen kimselerden oluştuğu halde “Sizin en hayırlınız hanımlarına en iyi davrananlardır” diyen bir Peygamberin ümmeti oldukları halde, nasıl oldu da kadına biçilen değer noktasında hakikat rehberinden uzak düştüler! Ne oldu da kimileri cahiliye devri insanları gibi kadın ve kızlara zulmetmeyi kendine meslek edindi!
O Sevgili Peygamberimiz ki kendisinden on beş yaş büyük olan Hz. Hatice validemizle evlendiğinde henüz yirmi beş yaşlarında idi ve Peygamber olduğunda tecrübeli, akıllı bir bilge kadının; Hz. Hatice’nin her dem yanında olması, en zor zamanlarında onu teskin etmesi, destek olması Yüce Allah’ın bir lütfudur. Hz. Muhammed hayatı boyunca bu lütfun her daim bilincinde olup Hz. Hatice validemizden sevgi ve hürmetlerini hiç eksik etmediler.
Her ikisi de evlilikleri boyunca iki arkadaş, iki sevgili, iki dost ve muhabbet elçisi gibi birbirlerine elbise ve gölge oldular!
Modern zamanların kadını nasıl oldu da Hz. Hatice gibi eşsiz bir kadını kendine rehber edinmek yerine sinema güzellerinin yaşam stillerini hayatlarına rehber kıldı!
Erkek de kadın da unuttu asil ve asıl görevlerini!
Sevgili Peygamberimiz ikinci evliliğinde de bu kez Hz. Ayşe validemize aynı hürmeti ve sevgiyi göstermiş, şefkat ve merhametini selsebil etmiştir. Bugün sevdiği kadına “ seni seviyorum” demeye bile gerek duymadıkları gibi bu sözcükleri lüzumsuz sayan erkekler o iki cihan güneşinin eşine sık sık bu kabilden sevgi dileklerini tekrarladığını biliyorlar mı acaba?
Modernitenin erkekleri de kadını yaşatan, yeşerten, çiçek açtıran gıdanın sevgi sözcükleri olduğunu, sevgi ve şefkatle davranmak lazım geldiğini öğrenemediler ne yazık ki!
Peygamber Efendimizin zarif eşleri Hz. Ayşe sık sık bütün kadınların eşlerine yaptığı gibi, Hz. Muhammed’e (s.a.v) “Ey Allah’ın Resulü, beni seviyor musun? Diye sorar. Peygamber Efendimiz “ O ne biçim soru ya Aişe, sevmesem yanında olur muyum? Kabilinden sözler eder. Ama bu sözler sevgili validemizi tatmin etmeye yetmemiş olmalı ki arkasından şu soruyu yöneltir:
“- Beni ne kadar seviyorsun ya Resulallah?”
İşte burada verilen cevap, ezelden ebede bütün kadınların erkeklerinden duymak istedikleri, içtenliğin, samimiyetin, sevginin, merhametin ve bağlılığın zirve yaptığı, gönül telimizi titreten türden Peygamberce bir cevaptır aslında:
“ Seni kördüğüm gibi seviyorum ya Aişe!”
Zaman zaman Hz Aişe sorar:
“Kördüğüm ne âlemde Ya Resulallah?”
Sevgili Peygamberimizin cevabı ne içten ve ne sırlı bir cevaptır bilene:
“İlk günkü gibi ya Aişe”
Kördüğüm gibi sevmek ve bağlanmak çözülmemecesine!
İşte bütün meselemiz bu galiba! Birbirimizi sevme ve bağlanma noktasında yetersiz ve güvensiz bir çağın insanlarıyız. İşte Peygamber sözlerinden ve yaşantısından bir hayat seçeneği önümüzde dururken, modernitenin kadına ve erkeğe yüklediği geçici sorumluluklar ve imtiyazlar her iki tarafı da mutlu etmeye yetmemektedir.
Sevmek ve sevilmek ihtiyacı bütün insanların en insani taraflarıdır aslında. Peygamber Efendimizin “ kördüğüm gibi olan sevgisini” özümseyerek hayatına geçirmeye çalışan şairlerimizden merhum Dilaver Cebeci sanki bu sözleri hislerine tercüman eder gibidir. Zekai Tunca tarafından bestelenen bu güzel şarkı her birimizin gönül teline değip, bizi efsunlu duygulara doğru yolculuğa çıkarırken yüreklerimizdeki “kördüğümlerin” aslında daha çözülmediğinin de bir işareti gibidir:
“Yüreğime kördüğümler atıldı
Çözemedim, çözülmüyor Sultanım,
Yıllar yılı kaderimin hükmünü
Bozamadım, bozulmuyor Sultanım”
Kadın erkeğini, erkek kadınını “kördüğümler” gibi sevmeli, kördüğümler gibi bağlanmalı ve kördüğümler gibi ruhları iç içe geçmelidir.
Televizyonda izlediğimiz slogan neydi:
“ Kadını öldüren, hırpalayan, tartaklayan, söven, döven, inciten, sevgisizliğe mahkûm eden, ağlatan, kederlere sürükleyen “erkek” değildir!”
Çünkü erkek güçlüdür zira gücünü mertliğinden alır!
Erkek koruyucudur zira merhamet ve şefkat onun erdemlerindendir!
Erkek kördüğüm gibi bağlanandır, çünkü o verdiği sözden caymayacak kadar adamdır, aksi takdirde maalesef “madam’dır!”
Hepimizin gönül teline “kördüğümler” atılması temennisiyle!
Muhabbetle kalınız…
Meryem Aybike Sinan
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz''nin cevaben yazdıkları :
Sayın Özden Hanım,
Keşke imkan olsa da bu yazının çıktısını alabilsek, yedi milyar kopya çıkartıp dünyadaki bütün insanlar dağıtsak. Okurken tüylerim ürperdi. Gözlerim yaşardı. Kadın, erkek ilişkilerini bu kadar güzel anlatan ikinci bir yazı okumadım. Ne yazık ki adına ister çağdaşlık deyin, ister modernite deyin o Allah’ın belası cehennem ağı bütün dünyayı sarmış. Kadını kadınlıktan, erkeği erkeklikten uzaklaştırmış. Her gün televizyonda o rezil, o kepaze, o şerefsiz şehvet duygusu uğruna işlenen kadın cinayetlerini gördükçe insan insanlığından utanıyor. Öyle bir kopya ki bir kadın tutuyor saçını sarıya boyatıyor, sanki marifetmiş gibi. Sonra milyonlarca kadın onu kopya ediyor. Bu ne densizlik ve ne estetik yoksunluğu. Tabiatta binlerce çiçeği inceleyin. Hepsinde çiçek ile yaprak arasında bir uyum vardır. Kadında da öyle. Saç rengi ile ten rengi arasında inanılmaz bir ahenk var. Ama bunu kime anlatırsınız? Moda ya sarı saç, herkes adım başı kuaförlere koşuyor, saçını sarıya boyatarak bütün dişiliğini, cazibesini, güzelleğini kaybettiriyor. Her şey bunun gibi. Bir züppe, serseri, manyak kadın çıkmış yazın güneşte yana yana kömüre dönmüş, sanki marifetmiş gibi milyonlarca aptal kadın o marsık gibi akılsızı taklit ediyor. Bu pisliğin adı da çağdaşlık, modernite oluyor. İşte böyle.
Bu yazının, Allah’ını seven, kopyasını çıkarsın bütün tanıdıklarına dağıtsın. Uyanışa vesile olsun.
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Onun ve Hak'ka öçen Ailesinin Aziz Ruhları Şad Olsun.