Gönüllerin Sultanı Muhterem Efendim!
Merhaba! bu sıtenıze gonderıyor oldugum ılk ıletım, Allah nasıp inşallah hergun gonderecegım.
Oncelıklle, su kısacık omrumde sızın gıbı bır Allah dostunu tanımak ayrıcalıgına sahıp oldugum ıcın, zerrelerım adedınce ve sonsuzkere sukurler olsun. Allah sızı basımızdan eksık etmesın, saglıklı, afıyetlı omurler versın ınsallah.
Efendım, BEN ARTIK BU DUNYADA YASAMAK ISTEMIYORUM.
Dısarı cıkıyorum, ınsanlar koyurenk gıysılerının ıcınde, asık suratlarıyla bır hıncla yuruyorlar. Yurumuyor adeta carpısıyorlar. Kımsenın kımseye saygısı kalmamıs. Sankı dusman cephesınde ılerlıyorlar. Bı omuz atsam, bı ezsem, bı tukursem...
Herkesın kendıne gore sıkıntıları var. Ama boylesıne duyarsız, saygısız, kaba olmak zorundamıyız. Sahte bıle olsa bı tebessume hasretız. Bazıları bosversene dıyor. Ama ben bosveremıyorum, ınsanların negatıflıklerı benı cok etkılıyor. Selam verırsınız almazlar, markete gıdersınız kasıyer aldıklarınızı kafanıza fırlatırcasına kasadan aldıklarınızı gecırır. Tesekkur ederım dersınız yuzunuze alık alık bakarlar vs...
Insanlar oyle bır hale gelmıs kı, bır menfaat saglamayacaksa kesınlıkle dusmanca davranıyorlar. Velev kı kucuk bır menfaatı sozkonusu ıse atmadıkları takla kalmıyor. Su an soyleyenını hatırlayamadım bır zaatı muhterem soyle demıs (olulerı nıcın unuturuz, cunku bır menfaatımız kalmadıgı ıcın).
Hanı hep dersınız ya , negatıflıklerınızden butun dunya etkılenır, kelebek etkısı dıye. Ne olacak boyle, ne ara boyle bır toplum olduk, ne yapmak lazım acaba efendım? Yuregım bu ınancsızlıga, bozulan ahlakı degerlere, yozlasmaya, kabalasmaya, nezaketsızlıge, sevgısızlıge dayanamıyor, artık bu dunyada yasamak cok zor gelıyor. Ne tavsıye eder sınız efendım!
Bahattın Karıakoc a aıt bır sıırı sızlerle paylasmak ıstıyorum
ACELEM VAR
Yarına hukmum gecmez, heybemde azıgım yok
Ecel pusuda bekler ve benım acelem var
Karanlıgın cıg sesı kalkansız karsılanmaz
Cırpınır tutunacak dalı olmayan kuslar
Benım de acelem var
Yırtık bır parsutle gokten atlamak olmaz
Toprak kucak acsa da dusmeden donar kanın
Mum erıyıp gıdıyor, zaman delı bır ruzgar
Son nefes kı takvımde hasatı olu bır yaz
Ve benım acelem var
Bır bınegım olsun kı ruzgardan hızlı ucsun
Yerı goge baglasın som tevhıd urganıyla
Ustume kar yagarken ıcımden tepsın bahar
Dost gonlumu ısıtsın yıldızlı yorganıyla
Benım kı acelem var
Aynayı ayna yapan ısık ıle goren goz
Tara kakullerını cokmeden karanlıklar
Kus kafesten ucanda dovunmek neye yarar
Bır kez orman yanmasın neye yarar kul ve koz
Bundan kı acelem var
Seytanı karıstırma hep saglam pusat kusan
Bıraz daha....dıyenın avını uyku taslar
Yoruk atlar aksamaz besmele goynugunde
Son dergahda yavaslar
Ve benım acelem var
Yarın ıcın tapum yok, Haktan gayrı kapım yok
Hamurum mayalandı ve benım acelem var
Her sıırde ruhumu ateslere verırım
Bır yandan balım akar, bır yandan torcum akar
Yuzu ak gıtmek ıcın
Bugunden acelem var.
(Ay Şafağı Çok Çiçek)
Cok tesekkur edıyorum, Allah hepınızden razı olsun.
Sürçi lisan ettıysem affınıza sıgınıyor, mubarek ellerınızden hurmetle ve saygı ıle opuyorum.
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın “Hiç”,
Kıymetli yavrum, söylediklerinizde haklısınız. Sanki sokakları dolduran herkes sevgiden uzak, saygıdan uzak, incelikten, efendilikten uzak. Öyle bir yürüyüşleri var ki yaşadıklarına pişman gibi. Bunlar doğru. Ama olaya bir sosyolog gözüyle baktığınız zaman ne göreceksiniz?
Çanakkale Harbi bitmiş, İngiltere parlementosu toplanmış, başbakanlarını sorguya çekiyorlar. Uçak, gemi, bomba, askeri techizat her yönüyle biz Türklerden üstünken, nasıl oldu da yenildiniz? Siz ne biçim başbakansınız?
Başbakan kürsüye çıkıyor, elinde bir kitap var. “Ben,” diyor, “sabırla eleştrilerinizi dinledim. Hepiniz bir yere kadar haklısınız. Ama birşeyi unutuyorsunuz. Karşımızda rakip olarak Türk Milleti vardı. Değil biz, dünya bir araya gelse bu milletin sırtını yere getiremez. Bunun bir şartı var. Şu kitabı görüyor musunuz? (eliyle havaya kaldırır ve Kur’an-ı Kerim’i gösterir). Bu kitap var olduğu sürece yeryüzünde hiçbir kuvvet Türk Milletini yenemez. Ne zaman bu kitapla Türk Milletinin arasını açarsak o zaman zafer kendiliğinden gelir.”
İşte yavrum, o tarihten beri dahili ve harici düşmanlarımız el ele verdiler bu milletin bütün manevi güzelliklerini yok etmek için ellerinden geleni yaptılar. İyi olan, güzel olan temiz, asil, büyük ve yüce olan ne varsa onların üzerine sistemli bir şekilde çılgınlar gibi saldırdılar. Sonuç ortada. Bugün Türkiye hassas ve temiz insanların ıstırap çekmeden yaşayamayacağı bir ülke haline geldi. Olay bundan ibaret. Şimdi kime kızacaksınız, kime darılacaksınız? İnsanlar o kadar acı çekiyor ki güvenecekleri, inanacakları, dayanacakları ellerinde ne kaldı ki?
Peki bu durumda ne yapalım? Önce şu çilekeş, ıstırap çeken insanlarla didişmeyelim. Onları sevelim. Hoşgörelim, bağrımıza basalım. Sonra kendimize dönelim. Kendi kendimizle dost olalım. Kavgaları bitirelim. Bilelim ki biz sevgi dolu, saygı dolu bir varlık olmadıkça son nefesimizi verinceye kadar it gibi yaşamaya mecburuz. Çünkü efendiler öyle istiyorlar. Önce biz kendimizi kurtaracağız. Deniz kenarında yürürken boğulmakta olan bir insan görüyoruz. Ona faydalı olabilmemiz için önce kendimizin yüzme bilmesi lazım, değil mi? Biz, şimdi o adama yüzme bilmediği için bağırıp çağırırsak, hakaret edersek, ona küsersek bu insanlığa sığar mı? İşte, bizim yaptığımız bu. Biz, sürekli olarak niye bunların yüzü asık, neden tebessüm etmiyorlar diye onlara gücenirsek deminki adamdan ne farkımız kalır? Nasıl gülsün insanlar? Aile yıkılmış, gelenekler yıkılmış, güzellikler yıkılmış. İnsanlara sunulan sadece para ihtirası, şehvet duygusu. Eurovisyon yarışması yapılacak diye koskoca TRT Belçika’dan zavallı bir kız çocuğu buluyor, o da (bütün bildiği bu) göbeğini, kıçını açarak zavallı insancıkların tek bağlandıkları canlılık alametleri olan şehvet duygularına hitabediyor. Yarabbi, ne utanılacak, ne tiksindirici bir durum. Düşünün Itri’leri, Dede Efendi’leri, 3. Selim’leri, Hammamizade’leri, Hacı Arif Bey’leri, Alaadin Yavaşça’ları, Ahmet Özhan’ları yetiştiren bir millet, tam da utanılacak, iğrenilecek bir müstemleke mantığı ile bu şehvet aleti kız çocuğunu İngilizce şarkı söyleyip, göbeğini ve kıçını açmak üzere Erovisyon yarışmasına gönderiyor. Yarabbi, bundan daha rezil, daha aşağılık, daha utandırıcı ne olabilir? İşte biz böyle müstemleke mantığıyla hareket eden insanların elinde ıstırap çekerken yüzümüz nasıl gülebilir? Allah aşkına söyleyin. Şimdi yavrum, bu insanların yüzü nasıl gülsün? Bütün televizyon kanalları, bütün gazeteler sadece pislik kusuyorlar. Bir gün düşünüyorlar mı bu insanların da biraz iyi habere ihtiyaçları olabilir mi diye? Onlara sorarsanız haber bu. Hayır efendim, vallahi de billahi de bu değil. Allah’ın, Kur’an’ın üzerine yemin ederim ki bu değil. Hala bu milletin içinde tertemiz kalan, gül yaprağı gibi kadınlar, erkekler de var. Onların kalbi hep iyi ve güzel için çarpıyor. Onlar hep duada, niyazda. Onlar hep iyinin ve güzelin peşinde çırpınıyorlar. Hem de ölesiye çırpınıyorlar. İşte Bahtışen Hanım’lar, işte Nuraydın’lar, işte Seçkin Hanımlar, işte Hatice Hanım’lar ve daha niceleri, işte İrfan Efendi’ler, Hüsamettin Efendi’ler, işte İsmail Karakaya’lar, hepsi ve daha niceleri gece gündüz demeden deliler gibi, çılgınlar gibi ölesiye bir mücadele veriyorlar. Her mahallede nice veli kadınlar, erkekler var. Ama suyun başını hep onlar tutmuş. Onlar iyiye, güzele düşman olanlar. Onlar, temize, asile, büyük ve yüce olana hasım olanlar...
Kıymetli yavrum, gelin bu küskünlüklerden vazgeçelim. El ele verelim, iyi olana, doğru olana, güzel ve yüce olana doğru gidelim. Yunus,
“Gel, dosta gidelim gönül”
diyor. Bunun ilk şartı önce elimizi, yüzümüzü bir yıkayalım. Kalbimizi, kafamızı bir yıkayalım. Bütün pislikler bizden uzaklaşsın. Olaylara öyle bakalım. O zaman göreceğiz ki biz de Sümbül Sinan Hazretleri gibi
“Gül alırlar, gül satarlar, gülden terazi tutarlar”
diyeceğiz. O zaman kızdığımız insanlara, küfrettiğimiz insanlara sadece sevgi ve saygı duyacağız. Elimizden geldiği kadar onlara faydalı olmaya çalışacağız. Gerekirse ölüm bahasına. Bakın ben yetmiş beş yaşındayım. Ayakta duracak halim yok. Şu anda gecenin üçbuçuğu ve ben maillere cevap veriyorum. Istıraplar içinde kıvranıyorum. Ama tek düşüncem var: son nefsime kadar insanlara faydalı olmak, onların acılarını, gözyaşlarını paylaşmak.
Hayat böyle yavrum. Her şeye rağmen yeryüzündeki bütün insanları, bütün hayvanları, bütün bitkileri, bütün eşya ve cemadatı Muhammedi bir aşkla kucaklayacağız. Onlara son nefesimize kadar canımız bahasına da olsa faydalı olmaya çalışacağız.
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Aziz Ruhlarına Fatihalarla.