Konu : Yaşama sevinciyle uyutulmuyor keder.
Gönderen :
Özden
Tarih :
11/2/2017 2:20:05 PM
.
Efendim son gunlerde gonul dostlari arasinda epeyce gundeme gelen karsilikli anlasabilme, konusarak anlasabilme, birbirini yanlis anlama , veya anlayamama uzerine dusunuyorum bu kez. En son, cok sevgili Hatice Hanim’in mektubunu okuyunca , yine yasayan olu rumuzlu kardesimizin yazdiklarini ve de sizin butun mektuplara verdiginiz o zarif ve anlamli cevaplari okudukca benim de nacizane hatiralarim canlaniverdi. Aslinda dedim hayatta boyle ne de cok animiz var. Etrafimiza bir bakalim belki de en yakinlarimizla, kardes, ana baba dost ve akraba ne cok insanla sadece acik acik konusulamadigi, duygular ve dusunceler acikca , net bir sekilde ifade edilemedigi ya da ifade edilen seylerin onyargilara, yanlis anlamalara kurban gitmesi sonucunda ne cok kirginliklar yasanmakta. Dostlar, kardesler, evlatlar, sevgililer darilmakta, incinip uzulmekte. Oysa kimse, hic kimse kasitli olarak birini incitmek uzere yola cikmaz. Simdi buna itirazi olanlar olacaktir belki. Bildikleri bazi sahislari akillarina getirerek hayir ben oyle insanlar bilirim ki baskalarini incitmek, elestirip kirmak, uzmek onlar icin normal hatta olmazsa olmaz diyeceklerdir. Olabilir elbet. Ama ben de diyorum ki “Bilselerdi yapmazlardi” Hani su basimizin taci Kur’an-i Kerim imizin O muhtesem Yasin Suresinde 26. ayetinde denildigi gibi “Bilselerdi Yapmazlardi” ….. Burada anlatilan kissa da kisaca; sapkin olan bir halki Allah yoluna davet icin rasuller gelir, ancak topluluk onlara inanmaz ve reddeder. Iclerinden biri kosarak onlara dogru gelir ve onlardan rasullere inanmalarini uymalarini ister, kendisi de iman ettigini belirtir ancak inancsiz ve zalim olan topluluk tarafindan katledilir. Obur dunyada ona cennet mujdesi verildiginde ve cennete gir denildiginde ise kendini katledenler icin soyledigi ne bir yakinma ne de lanet okumadir sadece der ki “Bilselerdi Yapmazlardi!!!” Iste bu iki kelime benim butun tuylerimi diken diken etmeye, gozyaslarimi sel gibi akitmaya yetiyor….
Ya sonra, bu tur insanlar bir gun farkina varirlarsa yaptiklarinin ne denli vahim bir hata oldugunu ve icten, ihlasla inanarak tovbe ederlerse kim bilebilir kimin daha ustun olabilecegini. Rabbimin tovbe ve af kapilari hep ardina kadar acikken biz nasil nefret edip yargilayabiliyoruz ki ....Elbet ki haksizliklari sineye cekip oturacagiz anlamina gelmiyor soylenenler ancak temkinli ve insafli olmaliyiz. Sevmeyi ve affetmeyi de hic unutmamaliyiz ki bir gun biz de sevilen ve affedilen kullardan olabilelim degil mi?
Bundan uzun yillar onceydi lise son sinifa gidiyorum. Bursa’ya yeni tasinmisiz yillar suren memuriyet gurbetinden sonra … Ben sudan cikmis balik gibiyim, o gune kadar hep kucuk kasabalarda yasamisim. Evimiz okulumuza uzak otobusle gidip geliyorum. Okul buyuk ve cok kalabalik kimseleri tanimiyorum. Dersaneye baslamisim bir yandan universite sinavlarina hazirlanmaya calisiyorum. Velhasil kafam epey karisik. Her sabah erkenden evimizin onundeki otobus duraginda bekliyorum yaklasik 30-40 dakikalik okul yolculugum icin. Hava nerdeyse yeni aydinlaniyor, kis ve soguk bir yandan, otobus dolu geliyor ayakta , tutunarak zor gidiyoruz. Sabahlari bir kadin dikkatimi cekiyor. Bir asagidaki sokaktan geliyor otobus duragina, annemin yaslarinda, bakimli , hos bir hanim. Gozlerini dikiyor bana otobus gelene kadar bazen otobuste de bastan asagi suzuyor. Ama bakislar hic de sevecen, dostca degil. Rahatsiz oluyorum, gozlerimi kaciriyorum, olabildigince uzak duruyorum. Hatta o duraga yaklasirken basimi baska yone cevirip gormemezlige geliyorum zamanla. Bir gun otobus biraz gecikmis, biz de erken gelmisiz duraga. O hanim butun heybeti ile karsima dikiliyor basliyor bagirmaga “Sen ne bicim ogrencisin, bu genclik ne hallere dustu, hic utanmaniz yokmu sizin, saygizislar…. “ ve daha hatirlayamadigim birsuru itham. Sok oluyorum bir an. Ne yaptim anlamiyorum. Bisey demedim, otobuste yer bulup oturamiyorum ki yer vermedim diye soylesin bunlari , tanimam etmem. Ellerim titremeye basliyor, gozlerimde yaslar. “Ne oldugunu anlamadim diyorum. Hatam nedir ki!... “ O hala cok sinirli. “Siz zaten ogretmenlerinizi hic saymiyorsunuz , bir selami bile cok goruyorsunuz “diyor hiddetle.Herkes bize bakiyor. Otobus geliyor biniyoruz. Olabildigince arkaya ilerleyip yokolmak istiyorum ortadan. O benden once iniyor otobusten dikkatle takip ediyorum bizim okulun ondeki kapisindan giriyor. Aman Allahim bizim okuldaki yuzden cok ogretmenden birisiymis meger. Benim uzerimde okulun armali formasi var o benim nerenin ogrencisi oldugumu anlamis ama ben gormemisim okulda bilmemisim… Arkasindan gidiyorum hizla sesleniyorum. “ ozur dilerim ama ben yeniyim sizin burada ogretmen oldugunuzu bilmiyordum “diyebiliyorum zorla… “Tamam tamam “ deyip susturuyor beni ve okula giriyor…
Eve gelince anlatiyorum olanlari. Uzulme diyor ailem senin bir sucun yok. Olur boyle yanlis anlamalar…. Aradan zaman geciyor Annem ev gezmesine gidiyor yeni hanimlarla tanisiyor. Birisi benim okulda ogretmen oldugunu soyleyince annem de benim kizim da o okulda diyor ve karsilikli muhabbet ilerliyor. Bir kac gun sonra yine goruyorum ogretmen hanimi yanima yaklasiyor. Yumusak bir sesle ozur diliyor yanlis anlamasindan oturu. Benim kasitli haraket ettigimi sandigini soyluyor. Annemle tanisinca ogrenmis kim oldugumuzu nerden geldigimizi. Sarilip opuyor yanaklarimdan. O gunden sonra birlikte gidiyoruz her sabah. Eksik oldugum dersler icin calistiriyor beni. Anliyorum ki cok iyi bir insan aslinda …Asabi bir anina gelmis hatali davranmis ama kimbilir neler yasamis boyle bir ithamda bulunabilmek icin.
Karsilikli kirginliklar unutulup gidiyor geriye dostluk kaliyor. Bir de sevgi…
Karsimiza neler cikabilir buna benzer degil mi.. Belki biz de kiriyoruz insanlari baska bir seye moralimiz bozulmusken… Bazen davranislari yanlis algiliyor sorup sorusturmadan hukum veriyoruz haklarinda... Bazen bize soyledikleri dogal bir elestiryi bile ters anliyabiliyoruz, ya da iyi niyetli bir uyariyi kasitli bir davranis diye niteliyebiliyoruz. Bazen de biz soyleyiveriyoruz birseyleri istemeden. hemen sonrasinda uzuluyoruz pisman oluyoruz, ya da hatali yaklastiysak farkina variyoruz hatamizin. Ancak dil yarasi cok derin oluyor bazen.. Zor iylesiyor .. O nedenle Sizin de her firsatta belirttiginiz gibi “ Ya hayir soyle ya da sus” hadisiyle haraket edebilmeye calismaliyiz… Bir de; birgun gelir de biz de benzeri bir hata yapar da affedilmeye muhtac oluruz diye af kapisini hep acik tutmaliyiz… Ne dersiniz?
Tum gonul dostlarina saygi ve sevgiler
Creative & Decorative Painting
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Efendim, Yunus Emre, bir şiirinde
diyor. İnsan bilinmeyen bir varlık...Sırlı bir varlık. Atila İlhan bir şiirinde
Bir insanın bir başka insanı anlaması”
diyor. Bu bilinmeyen öyle bir çizgiye ulaşıyor ki o noktadan sonra insan kendi kendisini bile anlayamıyor. Onun için Necip Fazıl
“Aynalar, söyleyin bana, ben kimim?”
diyor. Alexi Carel en büyük eserinin ismini “İnsan bu Meçhul” koyuyor. Ve en önemlisi, insanı en çok ürperteni bir Kudsî Hadis oluyor: “Ben insanın sırrıyım, insan benim sırrım”. Yıllardan beri bu Hadis düşünürüm. Bazen titrer, ürperir, bazen ağlarım. Ve içimden mütemadiyen tekrar ederim: “Ben insanın sırrıyım, insan benim sırrım” diye. Bir zamanlar radyolardan, televizyonlardan, CD’lerden çok işitirdik Hümeyra’nın şarkısını:
Nice geceler Hümeyra’nın bu şarkısı beni hüngür hüngür ağlattı.
Efendim, zor bir dünyada, zor bir ülkede, hepimiz çok zor şartlar altında yaşıyoruz. Kadın erkek, genç ihtiyar, köylü kentli, hepimiz dengemizi koruyabilmek için olağanüstü bir çaba harcıyoruz. Her şey üstümüze üstümüze geliyor. Elinize bir gazete alıyorsunuz, aman Yarabbi. Cinayetler, hırsızlıklar, gasplar, tecavüzler, rüşvetler, sapıklıklar uzayıp gidiyor. Bir tek yüzünüzü güldüren haber çıkmıyor. Televizyonu açıyorsunuz, o daha da beter. Bir tek ama bir tek insanın içine ferahlık veren, insana huzur veren, mutluluk veren konuşma yok, program yok. Çeşitli mesleklerden, çeşitli toplum katmanlarından gelen televizyonlar hep aynı şeyi söylüyorlar: “Sabri Bey, diyorlar, sizin televizyondaki konuşmanızdan başka bize huzur veren, güzellik veren, bize unutmuş olduğumuz yaşama sevincini duyuran ikinci bir ses yok diyorlar”. Ne acı! Bugün Dil Tarih Fakültesinin karşısındaki Ankara Adliyesinin kapısından girin biraz ötede uzayıp giden boşanma mahkemeleri. Hepsi kapısına kadar dosya dolu. Bazen koridorlara taşıyor. Ve gösterilen neden hep aynı: Şiddetli geçimsizlik. Gidelim şöyle Çankaya’dan Aydınlıkevler’e kadar bir yürüyüş yapalım. Ne göreceğiz? Sıkılmış yumruklar, kenetlenmiş dişler ve karmakarışık, ama karmakarışık yüzler, çehreler, ifadeler. Özden Hanım, siz bu insanların üzerine eleştiriyle, yargılamayla giderseniz onları çıldırtabilirsiniz. Onlar, minicik, ama minicik sevgilerin, saygıların, inceliklerin özlemleri içinde yanıp kavruluyorlar. Onlar, ellerini sevgiyle tutacak bir el, omuzlarına sevgiyle konacak bir temas bekliyorlar. Onlar yanıyorlar, onlar cayır cayır yanıyorlar. Senelerce evveldi, bir gün Rana Sultan’la beraber rahmetli Cemil Meriç’lere gitmiştik. Cemil Meriç’in çok değerli, çok muhterem kızı Ümit Meriç konuşuyordu, ben ağlıyordum. “Dün gece dedi Ümit Meriç, öyle bir yalnızlık hissettim ki yaz gecesi açık pencereden giren bir sineğin elimin üstüne konmasını bekledim. Belki yalnızlığımı paylaşır diye”. Aradan yıllar geçti. Bu sözü unutamadım. Birçok defalar beni ağlattı. Özellikle on dört şubatta çok sevgili eşim Rana Hanım’ın vefatından sonra birilerinin bana zalimce darbeler indirmelerinden sonra hep Ümit Meriç’in sözünü hatırladım. Öyle yalnızdım, öyle çaresizdim ki, pencerenin dışında dolaşan bir sinek gördüm. “Keşke dedim, içeri girse de yalnızlığımı onunla paylaşsam”.
Özden Hanım, bugün insanlar öyle acılar, ıstıraplar çekiyorlar ki dertlerini kimselere anlatamıyorlar, ıstıraplarını kimseyle paylaşamıyorlar. Bazen gözyaşlarını bile içlerine akıtıyorlar. Ne olur Allah aşkına, Peygamber aşkına mukaddes bildiğiniz neler varsa onların aşkına bu insanların üzerlerine eleştirilerle, yargılamalarla gitmeyelim. Bizden su isteyen insanlara, içleri alev alev yanan insanlara benzin götürmeyelim. Bugün insanların istediği sımsıcak bir merhaba, bembeyaz bir tebessüm, tertemiz bir ilgi. Siz onların üstüne bitip tükenmek bilmeyen eleştiri yağmurlarıyla giderseniz onların sinir sistemlerini tahrip eder, onları uykusuz bırakır, onları çıldırtırsınız. Ne olur yapmayalım bunları. Fazıl Hüsnü Dağlarca bir şiirinde
Bir şifa vermeyeceksen eğer”
Anadolu’da bir laf vardır: “Bekara karı boşamak kolay” derler. Siz ıstıraptan cayır cayır yanan, bazen ölüme bir kurtarıcı gözüyle bakan insanlara hoşgörü edebiyatıyla yaklaşırsanız bu zulüm olur. Hayatta en büyük meziyet edebi lafları sıralamak değil, insanlara çok yönlü bakabilmek, onları anlamaya çalışabilmek, ve onlara muhtaç oldukları, susuzluğunu çektikleri, bu uğurda cayır cayır yandıkları biraz sevgiyi, biraz saygıyı, biraz ilgiyi götürebilmektir. Aç mideler güzel ziyafet hayalleriyle oyalanamaz. Onlar sizden laf değil ekmek isterler. Lütfen insanları anlamaya çalışalım. Fazıl Hüsnü Dağlarca bir şiirinde
“Yaşama sevinciyle uyutulmuyor keder” der.
Belki bu sözlerim sizi kıracak, incitecek, üzecek. Ama ben bunları söylemeye mecburum efendim. Bugün insanlar uçurumun kenarında, cinnetin eşiğinde yaşıyorlar. İnsanlar biraz ama biraz olsun güzel, fiyakalı söz yerine sevgi, saygı bekliyorlar. Omuzlarına konacak sımsıcak bir eli bekliyorlar. Başlarını koyup, hıçkıra hıçkıra ağlayacakları bir dost omuzu bekliyorlar. Olay bu efendim. Sizi en ufak bir şekilde kıracak, üzecek bir söz söylediysem tekrar tekrar özür dilerim. Selamların, sevgilerin, saygıların hiç bitmeyecek olanını sunarım.
|