Her tekâmül basamağındaki sınavlar muhakkak verilmeliydi. Biz çözümden kaçtıkça, kendi kafamıza göre bahaneler uydurup sıvıştıkça, o sorunlar tekrar tekrar karşımıza çıkacaktı. Ta ki çözüme ulaşıncaya kadar... Tekâmülün başka bir yolu, yöntemi yoktu. Hep böyle olmuş, bundan sonra da böyle olacaktı. Ancak Şaziye Anne gibi olanlar ve o yolda yürüyenler Yunus gibi “Bir çeşmeden akan su acı, tatlı olmaya” diyecekler, tam bir teslimiyet, inanç ve aşkla O’ndan gelen her şeyin bir anlamı, bir güzelliği vardır diyecekler, olayları kabullenecekler, sonra onu en güzel çözüme ulaştırmak için olanca güçleriyle ellerinden geleni yapacaklardı. Hamlıktan olgunluğa giden yol, pişmekten geçiyordu.
Şaziye Anne, çok acı çekti. Istıraplar, çileler içinde kavruldu. Yandı ama tütmedi. Derdini kimselere söylemedi. Direndi. Yiğitçe, kahramanca direndi. Necip Fazıl’ın şiirindeki gibi,
“Diyordun, üst üste geldikçe acı
Bir azap isterim bundan da beter”der gibiydi hali...
Gençliğinin en güzel yılları onun için “Yusuf’un kuyusu” oldu. Sabır, “hilesi olmayanın hilesi” der gibiydi. Huzura, mutluluğa, güzelliğe ve vuslata giden yolun kapısının sabırdan geçtiğini biliyordu. Ancak o kuyudan geçen Yusuf’lar Mısır’a sultan oluyorlardı. Şaziye Anne ve o yolda olanların sabrı, ekşi yüzlü, sıkıcı, usandırıcı, diş sıktırıcı bir sabır değildi. Onların sabrı, serin, ferahlatıcı bir şerbet gibiydi. “Bir çeşmeden akan su acı, tatlı olmaya” kavline ezelden gönül vermişlerdi. O’ndan gelen her şey iyiydi, güzeldi, asil ve yüceydi. Bizim iyiliğimiz içindi. Mübarekti. Her halleriyle “sevmek, devam eden en güzel huyum” der gibiydiler.
Selam, saygı ve sevgi ile.
Sabri Tandoğan
Aziz Ruhları Şad Olsun.