“Organ ve Kan Naklinin Sakıncaları”
Organ Naklinin Sakıncaları
Organlar üzerindeki tasarruf yetkisi yalnızca Allâh’a aittir. Organ nakli Allâh’ın haklarından bir hakta onun izni ya da emri olmaksızın tasarrufta bulunmak olduğundan âlimler buna haramdır, demişlerdir.
Kur’an ve Sünnet’te yer alan, insan bedeni ve kullanımıyla alakalı hükümlere bakıldığında organ naklinin şer’an haram olduğu görülecektir.
Allâhü Teala insana, kendi hayatına son verme hakkı vermemiştir. İntihar etmek haramdır. Kendi bedeninden ya da bir başkasının bedeninden bir parçayı (uzvu) koparma, telef etme hakkı vermemiştir ve insana hür bir insanın bedeninin satılması veya satın alınması hakkını vermemiştir. İnsana bedeni üzerinde değişiklik yapma hakkını vermemiştir. Dirinin ya da ölünün bedenleri üzerinde (şer’i izinler dışında) tasarruf hakkı vermemiştir. Hür bir insan alınıp satılan bir meta yapılamayacağına göre bu, insanın bedeninin mülkiyetinin insanın kendisine ait olmadığını gösterir. Buna göre Allâh (c.c.) insan bedenlerinin tamamının ya da bir kısmının hibe edilmesi hakkını da insanlara vermemiştir. Görüldüğü üzere Allâh (c.c.) insanlara; bedenlerinin mülkiyetini; onların bir kısmından feragat etme, satma zarar verme gibi hakları vermemiş üstelik bu fiilleri haram kılmıştır.
Organ nakli, bu haram fiilleri ihtiva eden bir ameliyeler bütünüdür. Organ naklinde zaruri organlar verilse; intihar fiili ile, hayat için zaruri olmayan diğer organlar verilirse; vücudun bir parça ya da uzvuna zarar vermiş olma fiili ile haramlık gerçekleşmiş olacaktır. (MUHAMMED ÖNDER, İSLAM FIKHINDA ORGAN NAKLİNİN HÜKMÜ, S.33-34, 66-67, 80-81)
Kimin Malını Kime Veriyorsun?
İnsanın kendisini satması haramdır. Satmanın haramlığı hükmü; insanın bedeninin tamamına ya da bir kısmına sahip olmadığını ona böyle bir yetkinin Allâh tarafından verilmediğini ifade etmektedir. Allâh (c.c.) insana, hür insan bedeninin satılması hakkını vermemişse aynı şekilde hür insan bedeninin hibe edilmesi (bir başkasının mülkiyetine verilmesi) hakkını da vermemiştir. “Organ bağışlamak iyilik yapmaktır. İhtiyaç sahiplerine organ bağışında bulunulması şeriatın tavsiye ettiği bir tür sadakadır.” şeklindeki delillendirme hatalıdır. Zira Allâh (c.c.)’nun yasakladığı bir şeyle sadaka verilmez. Böyle bir sadaka olmaz. Bir şeyin aslı haramsa ona dayanılarak varılan teferruat da haramdır. Söz konusu meselede insandan bir uzvunun alınması asıldır. Ve bu da haramdır. Dolayısıyla da onun sadaka verilmesi ya da bağışlanması da aynı hükmü alır. Zaruretler birtakım mahzurlu şeyleri mubah kılarlar kaidesi de uygunsuz bir şekilde kullanılmıştır. Zaruret denilen şey zora düşen bir insan için geçerlidir ve onu kendini kurtarmak için haram olan bir fiili işlemeye mecbur bırakır. Urve b. ez-Zubeyr (r.a.)’in hastalığın bütün bedenine yayılmasını önlemek için ayağını kesmesi, ya da doğurmakta zorlanan bir kadının karnının yarılması suretiyle çocuğun çıkarılması durumlarında olduğu gibi… Ancak bu kavram bazen yanlış kullanılmaktadır. Mesela bazıları faizle borç para alıp bu parayla içinde oturmak için ev yaptırıyor ve ne yapalım zaruret hali diyebiliyorlar. Halbuki oturulacak ev edinmenin bir alternatifi vardır, o da kirada oturmaktır. Bu ikisini iyi ayırdetmek gerekir.
İnsandan yapılacak organ naklinde iki taraf vardır; verici ve alıcı. Alıcının zarureti verici için geçerli olmadığından sağlam bir insandan (vericiden) bir uzuv alınıp bir hastaya (alıcıya) yerleştirilmesi verici için zaruret değildir. Bilakis böyle davranılmakla sağlıklı bir vücuda zarar verilmektedir. (MUHAMMED ÖNDER, İSLAM FIKHINDA ORGAN NAKLİNİN HÜKMÜ, S.33-34, 66-67, 80-81)
Organ Vermek İyilik midir?
İnsanın cesedinin sahibi kimdir? Organ naklinin çok büyük bir iyilik oldugu propogandası yapılıyor.
Kan nakli ile birçok hastalıklar da kişiden kişiye bulaşmaktadır. Hatta kan değişiminden sonra kişinin ahlâkının ve huylarının değiştiği bile gözlemleniyor. Bunların hepsini insanlara iyilik olarak naklediyorlar. “Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûluh”denildiginde bir tercih yapılmış olunur ve bu tercihin şartlarına uyulması gerekir. Hakk Te’âlâ Hazretleri bu dünya hayatı boyunca ilk insandan son insana kadar kaç insan yaratacagını bilir mi? Tabi ki bilir ilm-i ezelisinde. Allâh (c.c.) bunların hepsine kaçar sene ömür vermiş bunları da bilir mi? Ecelin ne zaman gelecegini de bilir mi? Hükmünü koymuş mu? “Sizin eceliniz geldiginde ne bir saat ileri gider ne de bir saat geri kalır.” (Sebe s. 30) buyurmuş mudur? Tüm bunlara rağmen kan vermekle, organ nakli ile bir adamın ömrü mü uzatılacak? (ÖMER MUHAMMED ÖZTÜRK, SOHBETLER, S.41-43)
İbadet Hükmünü Ancak Allâh (c.c.) ve Resûlü (s.a.v.) Koyar
Eski bir Diyanet İşleri Başkanı bunlar için ibadettir, diyor. İbadet Allâh (c.c.) ve Resûlü (s.a.v.)’in tarif ettiği şeylerdir.
Bir şeyin ibadet olup olmama hükmünü Allâh (c.c.) ve Resûlü (s.a.v.)’in dışında hiç kimse veremez. Hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur. Dört büyük halifenin hüküm verme hakkı vardır; zîra Resûlullâh (s.a.v.):“Râşid hulefâmın sünnetine ittiba edin.” buyurmuşlardır. Onların bile ibadet konusunda şöyle bir ibadet yapın deme hakkı yoktur. Şimdi organ ve kan bağışına ibadet diyenler bunu ne hakla söylerler(ÖMER MUHAMMED ÖZTÜRK, SOHBETLER, S.41-43)
Ölü, Kendisine Yapılan Müdahaleyi Hisseder
Organ, insan bedenini oluşturan şeyler ve onlardan neş’et eden şeylerdir, şeklinde tarif edilmez.
Organ; kesip kapatıldığında tekrar türemeyen vücut parçasına denilir. Dişler tırnaklar da uzuvdur. Sidik, gözyaşı gibi şeyler uzuv değildir. Saç uzuv değilse de kesilmesine cevaz verilmiş ama bir başkası tarafından kullanılması yasaklanmıştır. Etin de aynı kemik gibi uzuv olduğunun delili Ebû Hureyre (r.a.)’in naklettiği: “Kim mü’mine bir kadını azad ederse her uzvuna karşılık onun bir uzvunu Allâh cehennemden azad eder. O derece ki cinsel organına karşılık cinsel organını cehennemden azad eder.”hadîs-i şerîfidir.
Husyelerin nakledilmesi neseb karışmasına sebebiyet vereceğinden haramdır. İktidarsızlığın ya da kısırlığın tedavisi şer’î esaslara uygun bir metodla olmak şartıyla dinen uygun görülen bir iştir. “Ey Allâh’ın kulları tedavi olun Allâh ölümün dışında bütün hastalıklara çare yaratmıştır.” hadîs-i şerîfi buna delildir.
Vücuttaki arızalı organların işlevini görebilecek yapay bir organ edinilmesi caizdir. Sahabe’den Arfece b. Es’ad (r.a.)’in nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.) kendisine yapay bir burun edinmesi için izin vermiştir. Yine dişleri sağlık için altınla kaplatmanın cevazına dair rivâyetler vardır.
Organ naklini gerçekleştiren doktor da, organ bağışlayan da günahkardırlar. Doktor haram bir şeyle tedavi yaptığı için, organ bağışlayanda haram bir fiili işlediği için günahkardırlar.
İslami hükümlerin uygulandığı bir ülkede hâkim tarafından tazir edilirler. Bu fiilin ahirette ayrıca bir cezası daha vardır. Tevbe kapısı ise her zaman açıktır.
Öldükten sonrası için organlarını bağışlamak günahtır. Vasiyet ise şer’an geçersiz olup uygulanmaz. Mirasçıların ölünün bedeni üzerinde, organ bağışlamak gibi bir tasarrufa yetkileri yoktur. (Nakledilen organların kullanılabilmesi için, beyin ölümünün gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Bu ise tıbbî ölüm değildir. Nitekim beyin ölümü gerçekleşmiş bazı hastaların hayata döndükleri görülmektedir. Bu hayata dönmüş kişilerin organları alınmış olsaydı cinayet işlenmiş olurdu.)
Cenazenin morga kaldırılması caiz değildir. Aynı şekilde defnin geciktirilmesi de caiz değildir. (Muhammed Önder, İslam Fıkhında Organ Naklinin Hükmü, s.33-34, 66-67, 80-81)
Büyük Bir Yanılgı Beyin Ölümü
Günümüzde organ nakli, ölüden değil diriden yapılmaktadır. Bunun sebebi ise hasta öldükten sonra alınan organların kullanılamamasıdır. Tıbbi açıdan ölüden göz korneası hariç hiçbir nakil mümkün değildir. Burada diriden kastedilen beyin ölümü gerçekleştiği iddia edilen ve yaşamsal faaliyetleri devam eden canlı kişidir.
Beyin ölümü ‘hem tıp, hem hukuk, hem din açısında ölüm değildir. Hukuk açısı bir başka ayrıntı iken, Din açısından da ruh henüz hastanın bedenini terk etmediği ve destek ünitesi ile bile olsa yaşam devam ettiğine göre, ‘tam ölüm’ gerçekleşmemiş demektir. (Birçok hastada destek ünitesinden çıkarılınca yaşam faaliyetlerinin devam ettiği görülmektedir.)
Beyin ölümü teşhisi koyulan hastalar organları alınana kadar ‘yaşam destek makinesinde tutulur, idrar takibi yapılır, enfeksiyon ihtimaline karşı antibiyotik verilir, hatta kalbi durursa kalp masajı yapılır.
Eğer anestezi yapılmazsa, beyin ölümü gerçekleşen hastalar organları alınırken neşter darbelerine tepki verir. Kan basıncı ile kalp atımı belirgin şekilde yükselir. İngiltere’de Norfolk ve Norwich Hastaneleri uzman anesteziyoloğu Dr. Phillip Keep 19 Ağustos 2000 tarihli Guardian gazetesine verdiği beyanatta beyin ölümü gerçekleşmiş kişinin organlarını alırken bıçağı vurduğunuzda nabız ve kan basıncı fırlar. Eğer hastaya anestezi vermezseniz hasta kımıldamaya başlar, kıvranır ve ameliyat etmek imkansız bir hal alır demiştir.
Literatürde beyin ölümü teşhisi konulan hamile kadının aylarca bu durumda kaldığı ve sağlıklı bir bebek dünyaya getirdiği ile beyin ölümü gerçekleşen bir çocuğun ‘yaşam destek makinesine bağlı olarak ve gerekli beslenmesi yapılarak 14 yıla kadar hayatta kaldığı rapor edilmiştir.
Beyin ölümü teşhisinde hata yapmak mümkündür. Örneğin Guillian Barre sendromu, hipotermi ve bazı ilaçlar ve toksinler beyin ölümü belirtileri verebilmektedir. Beyin ölümünün mutlak ölüm olduğunu savunan yazarlarının en temel savlarından birisi, beyinin bedendeki en üst düzenleyici olduğu, onun geri dönüşümsüz olarak hasarlanması ile yaşamın da sona ermiş olacağıdır. Oysa en az beyin kadar, kalp, karaciğer, böbrek ve diğer organlarda bedensel bütünlüğün ve hayatiyetin devamı için şarttır. Bunlardan her hangi birisinin ölmesi de diğer bütün organların iflası, dolayısı ile canlının hayatının sona ermesine yol açar.
Kaliforniya Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Pediatrik Nöroloji Profesörü Shewmon, beyin ölümü kriterleri savunucularının temel dayanaklarından birisi olan, beyinin bedenimizi bir arada tutan ana unsur olduğu iddiasının tamamen tartışmalı olduğu, çünkü beyin ölümünün bedenin dağılmasına neden olmayacağını, dolayısı ile, klinik beyin ölümü durumunun ölümün biricik belirteci olarak tanıda kullanılmaması gerektiğini söylemiştir.
Bedenimizi ‘bir arada tutan’ unsur kalptir. Ancak kalp öldüğü zaman veya bedeni terk ettiği zaman beden ‘dağılır’. Mevcut pek çok bilimsel veri ile beyin ölümünün mutlak ölüm olmadığı son derece açıktır. Aslında beyin ölümü sadece, böbrek yetmezliği veya karaciğerin iflası gibi bir prognoz göstergesidir. Beyin ölümü tanısı konulan hastalardan alınan organlar, esasında hâlâ canlı olan, kalbi atan, yardımla bile olsa nefes alıp-veren, kan dolaşımı devam eden, insan sıcaklığını taşıyan, hatta belki de ağrı duyan insanlardan alınmaktadır. Öyleyse, daha fazla organ kaynağı oluşturmak adına bu “varsayımsal” ölüm tanımından vazgeçilmesidir. Eğer beyin ölümünün mutlak ölüm olduğu varsayımına devam edilecek ve bu hastalardan organ alınmaya devam edilecekse en azından organ bağışı yapan kişilere ve kamuoyuna, onlara organları alınırken anestezi (ve analjezi) verilmesi gerektiği, aksi takdirde irkilme ve kıvranmanın söz konusu olacağı, nabız ve tansiyonlarının yükseleceği söylenmelidir. (Prof. Dr. Şahin AKSOY, Şanlıurfa Tabip Odası Başkanı)
Hazret-i Âişe r.a. vâlidemizden rivâyet edildiğine göre Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri şöyle buyurmuşlardır: “Ölünün kemiğini kırmak, onu (kişinin kemiğini) diri iken kırmak gibidir.” (Ebû Dâvûd)
Ölüye bile cevaz verilmeyen muamelenin diriye yapılmasına hangi vicdan razıdır?
http://misvakvehacamat.com/organ-ve-kan-naklinin-sakincala…/