Efendimiz (s.a.v.) hiç kimseye darılmazdı. Merhametli
davranmada, bağışlama ve sabretmedeki güzel ahlâkı
kemâlini bulmuştu. Bu özelliklerinden dolayıdır ki, kâfirler
savaşta onu yaraladılar, mübarek dişini kırdılar. Mübarek
yüzünü yaralayıp kan akıttılar. Bu halde iken sahabe ona:
Ya Resûlallah (s.a.v.) bu kâfirlere bedduâ et dediklerinde
Efendimiz (s.a.v.): ‘‘Ben bedduâ etmek için gönderilmedim,
ancak davet ve rahmet edici olarak gönderildim
buyurdu ve ya Rabbi, kavmimi sen affet, hidâyete erdir,
zira onlar bilmezler’’ (Müslim, Birr, 87), diye hayırlı dualar etti.
Hz. Peygamber (s.a.v.) ‘in sabrının, affedişinin ne derecede
üstün olduğunu bu olay bize göstermeye yeter.
İbn-i Hibbân bu duayı yorumlayıp «Ya Rabbi kavmimi
affet» demekten dileği yüzümü yaraladıkları için günahlarını
affet demektir. Yoksa tüm günahlarını affet demek değildir.
Eğer öyle olsaydı duası kabul olunur ve o zaman bütün
Kureyş kâfirleri îmana gelirlerdi diye buyurmuştur.
Hz. Ömer (r.a.) anlattı: “Ya Resûlallah (s.a.v.) anam
babam sana feda olsun. Nuh (a.s.) kavmine bedduâ edip
meâlen: «Ey Rabbim, yer (yüzün) de kâfirlerden yurt tutan
hiç kimse bırakma.» (Nuh s. 76) diye buyurdu. Eğer sen
de bize bedduâ etseydin hepimiz helak olurduk. Mübarek
sırtına vurdular, mübarek yüzünü kanattılar, mübarek dişini
kırdılar yine bedduâ etmedin, hayırlı duâ yaptın” dedi.
Bu makamda bir incelik vardır. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in
yüzünü yaraladılar affedip «Ya Rabbi kavmimi bağışla»
buyurdu. Fakat Hendek Gazâsı’nda namazdan alıkoydukları
zaman bedduâ edip «Allah’ım karınlarına ateş doldur
» buyurdu. Kendi yüzüne yapılan yaraya dayandı. Fakat
din yüzüne yapılan yaraya dayanmadı. Zira dînin yüzü
namazdır. Cenâb-ı Hakk’ın hakkını kendi hakkından üstün
tuttu, dediler.
(İmâm Kastalâni, Mevahib-ü Ledünniye, s.325)