Değerli Büyüğüm,
Ben Bartınlı olduğumu sanırım daha önce belirtmemiştim. Eskiden rahmetli dedem Mustafa Fırıncıdan dinlediğimiz, daha sonraki yıllarda 3 cilt (1680 sayfalık) Bartın Halk Kültürü Kitabında da yazan GACAK baba adlı VELI-Deli’den bu mübarek kurban bayramında bahsetmek istedim siz değerli gönül dostlarına...
Bartın'da ikamet eden eski kaptanlardan hacı Davut ikinci defa hacı olmak için Kâbe’ye gitmeye niyetlenir. Bunu duyan Gacak baba, Hacı Davut'a, "Bu sefere giderken beni de Kâbe’ye götür der" Hacı Davut "Hadi sen de deli" der. Ve Gacak Baba "Geçen yıl gittiğin hayırlı oldu ama bu sefer gideceğin hayırsız olacak "der. Neyse hacı Davut Kâbe’ye gider.
Hacı Davut bir cuma günü Kâbe’de camide namaz kılarken bakar ki, ön safta Gacak Baba namaz kılıyor. Namaz bittikten sonra görürüm belki diye iki tarafına bakıyor, fakat Gacak Babayı göremiyor. Neticede hac sonunda Bartın'a gelen hacı Davut'a, Gacak Baba "Siz beni götürmediniz amma ben gittim geldim bile, camide namaz kılarken beni gördünüz değil mi" der.
Yine Gacak Babayla ilgili başka yaşanan bir hadise,
Seferden dönerek Bartın'a gelmekte olan bir motor yolda kotu havaya rastlar. Hava bastırdıkça bastırır. Bu bozuk havada gemi tayfası kendi aralarında para toplarlar ve "İnşallah sağ salim Bartın'a dönersek bu topladığımız paraları Gacak Babaya veririz" derler.
Toplanan paraları geminin dümenine bağlarlar. Neticede gemi sağ salım Bartın boğazına girer. İkindi namazı vaktinde namaza gelen gemi tayfasını Gacak Baba karsılar "Hoş geldiniz, geminin dümenine benim için bağlamış olduğunuz emanetimi verin" gemi tayfası bir kez daha Gacak Babanın büyüklüğü karsısında şaşırıp ellerini öperler. Gacak baba ise sadece "Beni düşündüğünüz için ALLAH RAZI OLSUN" DER.
Bu kurban bayramında Hacca gidebilenlerin ziyaretleri kabul olsun. Sağlık veya başka nedenlerle gidemeyenlere de Gacak Baba’nın ruhundan versin dileğiyle önce sız eğer kabul ederseniz bize bu dünyada hacca gitmişiz gibi ruhlarımızı arındıran Sabrı Tandoğan Baba'mıza, daha sonra tüm gönül dostlarına en içten duygularımla, saygılarımı sunuyorum efendim.
Dr.Ayla Belen
-----
Değerli Büyüğüm,
Efendim, bu yazıyı aslında gecen hafta yazacaktım. Pazar günü Milliyet gazetesi pazar ilavesinde İzlenim köşesinde yazar Nedim Gürsel’in Geceleyin Bursa'da (1) yazısını okuyup çok etkilendim. İkinci yazısı bu pazar çıktığında derleyip izlenimlerimi sizlerle paylaşacaktım. Ama bu pazar çıkmadı. Nedim Gürsel benim şimdiye kadar pek çok kitabını okuduğum bir yazar. Beni en çok etkileyen "Sağ Salim Kavuşsak" adlı otobiyografisi olmuştur. Orada erken kaybettiği babası, ailesi, hayat zorlukları vardır. Ama sonraki kitaplarında Fransa'da yasadığı kendine aittir dediğim bohem hayatı vardır. İşte insanları tanımak önyargılı olmamak lazım. Defalarca Bursa'ya gitmeme rağmen Somuncu Babayı nasıl anlatmıştır bize Nedim Gürsel "Yüzünde nur kalmamış, gel seni Emir Sultan'a götüreyim" diyen bir gençle karşılaşır. Önce para sonra esrar isteyen, ayakta duracak hali olmayan.
"Nurum içimde oğlum" diye cevap verir yazar "İçim askla dolu. Sen bakma o yüzdeki nura, yalancıdır, aldatır" "Sait Faik’ten"
Sonra N. Gürsel gün boyu evliya mezarlarında, yatırlarda dolaşır Somuncu Babadan başlayarak. Ermişlerin çile doldurduğu rutubetli kuytu avlulara bakan dar odalarda yaslı çınarların gölgesinde dolanıp durur. Huzur bulmak, dinginliğe kavuşmak için mi" Hayatımda huzurun kendisine, sözcüğüne yer yoktu diyerek. Kimileri "huzur" dediğimiz gizli defineyi bir zamanlar Somuncu Babanın balcıkla sıvanmış fırınlarında pişirmiş olduğu ekmeklerde, evet pamuk kadar sıcak somunda, "bir lokma bir hırkadan başka beklentisi olmayan gönlü zengin dervişlerin sohbetlerinde buluyordu, kimileri işret sofrasında.." Diye devam ediyor. Tüm gönül dostlarının bu yazıyı okumalarını tavsiye ederim.
Benim gelmek istediğim nokta efendim bazı bayramlarda esimle Ankara'dan plansız olarak 1-2 gün yakın yerlere gideriz. Evvelki sene bayramın ıkınıcı günü hastanedeki arkadaşların bir yakınınız mı var diye sordukları Kayseri’ye gıktık "bir yakınımız yoktu "Elimizde turizm broşürü kendi kendimize dolaşıyoruz, tanımaya çalışıyoruz Kayseri’yi. Hun at Cami, Döner Kümbet, Givasiye ve Şifahiye Medresesi, Güpgüroğlu konağı. Derken şehrin merkezinde kocaman bir mezarlık tasları ılı ıskatımızı çekiyor. Fotoğraflarını çekiyoruz Selçuklu mezarları, çok ilginç ve illerde bir türbe ziyaretçi dolu. Sorduk hangi zat yatıyor diye. Bıkmıyorlar. Turizm broşüründe de yok. Kapıda Seyit Burhaneddin Hz. diye küçük bir yazı. Ama ne biz ne ziyaretçiler Seyit Burhaneddin HZ. liri kim bilmiyoruz. Donuyoruz Ankara'ya okuyorum Seyit Burhaneddin Hz.leri Yüce Mevlana'yı yetiştiren Yüce Hocası. Nasıl utanıyorum kendimden. Nedim Gürsel’in Somuncu Babasını okuyunca duyduğum utanç gibi...
Değerli büyüğüm, bu utancın vebali sadece bize mı? Neden Turizm bilgi broşürlerinde sadece yeme-içme yerleri ve bir iki tarihi eser tanıtılır? Sizden istirhamım bizlere, çocuklarımıza Türkiye’de yasamış evliya, büyük zatların nerelerde yattığını tanıtan kitapların yazılmasını sağlamak, gerekli kişileri uyarmak. Bunları anlatacak bir kitaba öyle ihtiyacımız var ki gelecek nesillere aktarabilecek. İşte o önyargıyla yaklaşılan yazarımız Nursel nice milli-manevi duygular asılamaya çalışan yazarlarımızın önüne geçti benim nazarımda. Eğer var da ben bıkmıyorsam böyle yayınlar yazarlarından binlerce kez özür diliyorum Efendim. Bursa'ya bir dahaki gidişimde bir başka gözle göreceğim inşallah.
Bugün önce Gacak Baba, sonra Somuncu Baba'ya gitti ellerim.
Saygıyla ellerinizden tekrar operam efendim.
Dr. Ayla Belen
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın Ayla Belen,
Efendim, sizin ne güzel bir dikkatiniz var. Benim gönül Sohbetleri kitabımın altıncı cildinde bir bölüm var: Rainer Maria Rilke. Rilke Alman dilini Geothe’den sonra en iyi kullanan bir şair ve yazar. O bölümü dikkatle okumanızı isterim. Çünkü anlayabilenler için yüzlerce kere okunabilecek bir yazı. Orada Rilke için “O bir güzellik avcısı idi” tabirini kullanıyorum. Şimdi aynı tabiri sizin için söylüyorum. Maşaallah her zerrede bir nur, her nurda yeni bir zuhur sözünün ne güzel bir örneğisiniz. Allah sizi ailenize, memlekete bağışlasın. Bir gününüz bin olsun. İki dünyanız cennet olsun inşallah. Ne kadar Hakka bağlı, saygı dolu, sevgi dolu, incelik dolu bir mail çekmişsiniz. Okurken beni ağlattınız. Çok teşekkür ediyorum. Efendim, güzel yurdumuzun her köşesinde bir evliyanın, bir şehidin hatırası var. Mesele onları görebilmekte. Günlük hayatın, günlük dedikoduların, günlük küçük hesapların tortusu içinde bunalacağımıza azıcık gözümüzü güzelliklere çevirsek. Bir ayetin, bir hadisin baş döndürücü güzelliğini içimize sindirmeye çalışsak. Bir atasözündeki, güzel bir mısradaki ihtişamı hissedebilsek. Bir senfoniyi aşkla dinlesek, bir tabloya heyecanla, ürpererek bakabilsek, insan vücudundaki harikuladelikleri, Allah’ın mucizelerini ürpererek gözlemleyebilsek, Yunus’un
“Cümle yerde Hak nazır
Göz gerektir göresi”
mısraındaki ihtişamı sezebilsek. O zaman toz duman dağılır, kim atlı kim yayan anlayabiliriz. Ne yazık ki günümüz insanı bin bir şartlanmalar, bin bir önyargılar içinde aşktan uzak, estetikten uzak, incelikten uzak, edepten uzak, zarafetten uzak yaşıyoruz. Ve dolayısıyla kendi öz varlığımıza ihanet etmiş oluyoruz. Ondan sonra da para pul, mal mülk, makam rütbe, titir gibi bir takım zavallılıklara sığınarak kendi kendimizi tüketiyoruz. Hani biz bu dünyaya adam olmaya gelmiştik, hani yontulmaya gelmiştik, hani nefsimizi Müslüman etmeye gelmiştik. Nerede, nerede kaldı? Ancak Ayla Hanım gibi Allah’ın seçkin kulları bu anlamsız, saçma sapan perdeleri ellerinin tersiyle iterek mana aleminin güzellikleriyle mest yaşayabiliyorlar. Efendim, mailiniz beni o kadar duygulandır ki biraz daha yazarsam hüngür hüngür ağlamaya başlayacağım. Müsaade isteyerek huzurlarınızdan ayrılıyor, selam, sevgi ve saygıların hiç bitmeyecek olanını sunuyorum.
Sabri Tandoğan
Onun ve Hakka Göçen Ailesinin Aziz Ruhlarına Fatihalarla.