HACI BAYRAM VELİ HZ'NİN HAYATINDAN İBRETLER VE DERSLER
Okuyucu Mektubu
Aziz Babacığım, Çok Değerli Dostlar,
Bu güzel günde hepinize sağlıklı günlerle, yepyeni hayırlar, mutluluklar, güzellikler erişmesini diliyor, en kalbî duygularla selamlıyorum.
Geçtiğimiz günlerde sitemizde de duyurulduğu üzere Ankara’mızın Mana Sultanlarından Hacı Bayram-ı Veli Hz.’imizle ilgili bir sempozyum Hacettepe Üniversite’mizde gerçekleştirildi. Uluslararası düzeyde eşzamanlı tercümelerle gerçekleştirilen ve birçok yerli, yabancı araştırmacı, yazar ve bilim adamlarının katıldığı bu konferansta biz de birçok güzellikler yaşadık, kısmen katılabilmiş olsak da. Böyle bir konferansı düzenleyen Türk Kadınları Derneği ile destekleyen Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne teşekkürü bir borç biliyoruz.
Bu sempozyumda Hacı Bayram-ı Veli Hz.’nin bu yola baş koymadan önce bir medresede tanınmış bir müderris olduğunu, Somuncu Baba lakabıyla bilinen Şeyh Hamideddin-i Velî Hazretlerini tanıyıp ardına düştükten sonra bütün mevki ve sıfatlarından soyunup hocasına edeple bağlandığını ilk olarak öğrendik. Bu ardına düşüşte kerametlerinin Bursa’da fâş olması üzerine oradan uzaklaşan Hocasını Anadolu’da uzun bir yolculuktan sonra küçük bir köyde bulduğunda Hocasının “Sen bu müderris kıyafetleriyle buraya, bu küçük haneye sığamazsın. Eğer himmetse istediğin verelim, git”, buyurduğunu, o zamanlar henüz ismi Hacı Bayram olmayan Müderris Numan Efendi’nin, “Hayır Hocam, isteğim sizsiniz, ve dahi başka isteğim yoktur.” diye cevap verdiğini, Hocasının rızasını alarak beraberindeki talebelerini geri yollayıp, elbiselerini değiştirerek artık yanında kalacağı hocasına hizmet yolunda baş koyduğunu da ilk olarak bu sempozyumda öğrendik. O gün Hacılar Bayramı olarak da bilinen Kurban Bayramına denk geldiğinden, bu özel günde yaşanan çifte bayram nedeniyle Hocasının kendisine Hacı Bayram ismini verdiğini ve bu manevî neşeyle “Bayramım İmdi” şiirini söylediğini, Hacı Bayram Veli Hz.’nin hizmetlerinin, iki ayrı çok değerli talebesi olan Akşemseddin Hz. ve Emir Sıkkînî Hz. tarafından Bayramilik ve Melamilik olarak devam ettirildiğini, her iki kol arasında ayrılık gayrılık olmadığını ve hepsinin Hacı Bayram Hz.’nin felsefesinin özünde birleştiğini öğrenmemiz de yine bu sempozyumda oldu...
Bu konuşmaların katılabildiğimiz bölümlerinden bazı notlarla Hacı Bayram Veli Hz. Hakkında bir derlemeyi biz de bugün nasip olduğu kadarıyla, sizlerle paylaşıyoruz.
Hayırlı günler, esenlikler dileği ve manevi büyüklerin himmetlerinin hepimizin üzerine olması duası ile...
Çiğdem
Sempozyumdan Bazı Notlar
-Sabreden vuslata erer.
- Edepsiz, Allah’ın rahmetinden nasibi olmayan kimsedir.
- Halkın incitmesine sabredenin gönlü ilahî lutfa mazhar olur.
- Maddi olana değer verirsen, değersizleşirsin. Akşemseddin Hz.
Hacı Bayram-ı Velî Hz.
İstanbul'u, Fâtih Sultan Mehmed Hanın fethedeceğini müjdeleyen büyük velî. Nûmân bin Ahmed bin Mahmûd, lakabı Hacı Bayram'dır. 1352 (H. 753)de Ankara ilinin Çubuk Çayı üzerindeki Zülfadl (Sol-Fasol) köyünde doğdu. 1429 (H. 833) senesinde Ankara'da vefât etti. Türbesi, Hacı Bayram Câmiinin kenarında ziyârete açıktır.
Nûmân, küçük yaşından îtibâren ilim tahsîline başladı. Ankara'da ve Bursa'da bulunan âlimlerin derslerine katılarak; tefsîr, hadîs, fıkıh gibi din ilimlerinde ve o zamânın fen ilimlerinde yetişti. Ankara'da Melîke Hâtun'un yaptırdığı Kara Medresede müderrislik yaparak talebe yetiştirmeye başladı. Kısa zamanda, halk arasında sevilip sayılan biri oldu.
İlimdeki bu üstünlüğüne rağmen Müderris Nûmân'ın rûhunda bir sıkıntı vardı. O, bu sıkıntıdan ancak bir mürşid-i kâmilin huzûruna varmakla kurtulabileceğini biliyor ve bir fırsat gözlüyordu. Nitekim bir gün dersten çıktığında yanına birisi geldi ve;
"Ben Şücâ-i Karamânî'yim. Kayseri'den senin için geliyorum. Sana bir haberim ve dâvetim var." dedi.
Nûmân, bu sözlerin sonunda kendisi için mühim bir haberin olduğunu anlamıştı.
"Hoş geldin, safâlar getirdin. İnşâallah hayırlı haberlerle gelmişsindir. Anlat! Anlat!" diyerek hayretle sordu.
"Beni şeyhim ve mürşidim Hamîdeddîn-i Velî hazretleri gönderdi ve; "Git Engürü'de (Ankara'da) Kara Medresede Nûmân adında bir müderris vardır. Ona selâmımı ve dâvetimi söyle. Al getir. O bize gerek..." dedi. Ben de bu vazîfe ile huzûrunuza gelmiş bulunuyorum."
Müderris Nûmân bu sözleri dinler dinlemez;
"Baş üstüne, bu dâvete icâbet lâzımdır. Hemen gidelim." diyerek müderrisliği bıraktı. Şücâ-i Karamânî ile Kayseri'ye gittiler. Kayseri'de Somuncu Baba diye meşhûr Hamîdeddîn-i Velî ile bir kurban bayramında buluştular. O zaman Hamîd-i Velî; "İki bayramı birden kutluyoruz." buyurarak, Nûmân'a Bayram lakabını verdi.
Şeyh Hâmid ile mülâkî olduklarında, Şeyh Hâmid Müderris Nu'man'a ulemâ-i zahirinin mertebeleri ile ulemâ-i bâtınının mertebelerini gösterir. "Bunlardan hangisinin tercih edersen onu ihtiyar eyle" der. Sohbetin manevî tesiriyle Hacı Bayram-ı Veli haline gelen Müderris Nu'man, ulemâ-ı bâtının manevî mertebelerinin yüksekliğini manen müşahede edince, meşâyıh tarikatını tercih eder ve müderrislikden vaz geçer. İşte Hacı Bayram-ı Veli'nin manevî yolu böyle başlamıştır.
Hocası ile buluştuğu bu güzel zamanların mutluluğu ile Hacı Bayram Hz. Meşhur şiirni söyler:
Bayramım imdi...
N’oldu bu gönlüm n’oldu bu gönlüm
Derd-ü gamınla doldu bu gönlüm
Yandı bu gönlüm, yandı bu gönlüm
Yanmada derman buldu bu gönlüm
Bayramım imdi, bayramım imdi
Yâr ile bayram ederler şimdi
Hamd-ü senâlar, hamd-ü senâlar
Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm
Hacı Bayram-ı Velî (K.S.)
Hamîd-i Velî, Nûmân ile başbaşa sohbetlere başlayarak, onu kısa zamanda olgunlaştırdı. Zâhirî ve bâtınî ilimlerde yüksek derecelere kavuşturduktan sonra ona;
"Hacı Bayram! Zâhirî ilimleri ve bu ilimlerde yetişmiş âlimleri ve derecelerini gördün. Bâtınî ilimleri ve bu ilimlerde yükselmiş evliyâyı ve derecelerini de gördün. Hangisini murâd edersen onu seç!" buyurdu. Hacı Bayram da, velîlerin yüksek hallerini görerek, kendisini tasavvufa verdi ve bu yolda daha yüksek derecelere kavuşmak için çalıştı. Hocasının teveccühleri ile zamânının en büyük velîlerinden oldu.
Hacı Bayram-ı Velî, hocası ile hacca gitti. Hac vazîfelerini yaptıktan sonra Aksaray'a geldiler. Orada hocasının 1412 (H. 815) senesinde; "Halîfem, vekîlim sensin." emri üzerine, bu ağır vazîfeyi üzerine aldı. Aynı sene hocası vefât edince, defn işleriyle meşgûl olup, cenâze namazını kıldırdı. Aksaray'da vazîfesini bitirdikten sonra Ankara'ya döndü. Ankara'da dînin emir ve yasaklarını insanlara anlatmaya, onlara doğru yolu göstermeye, yetiştirmeye başladı. Her gün pek çok kimse huzûruna gelir, hasta kalplerine şifâ bularak giderlerdi. Talebeleri gün geçtikçe çoğalmaya, akın akın gelmeye başladılar. Kısa zamanda ismi her tarafta duyuldu.
Bilâhare İstanbul'un mânevî fâtihi olacak olan Akşemseddîn Hz. de Osmancık'ta müderrisken bu şeyhin evliyâlık derecesini duymuş ve ona talebe olmak üzere Ankara'ya gelmişti. Fakat şeyhin dükkan dükkan dolaşıp para topladığını görünce, yanına varıp hikmetini sormadan "Evliyâ para mı toplar, buralara boşuna gelmişim." diyerek oradan ayrıldı. Zeynüddîn Hafî hazretlerine talebe olmak üzere Mısır'a doğru yola çıktı. Haleb'e vardığı gece bir rüyâ gördü. Rüyâsında, boynuna bir zincir takılmış ve zorla Ankara'da Hacı Bayram-ı Velî'nin eşiğine bırakılmıştı. Zincirin ucu ise Hacı Bayram'ın elindeydl. Bu rüyâ üzerine, Akşemseddîn HZ. yaptığı hatâyı anlayarak derhal Ankara'ya geri döndü. Şehre ulaştığında Hacı Bayram-ı Velî'nin talebeleriyle ekin biçmeye gittiğini öğrendi. Tarlaya gitti. Fakat Hacı Bayram hazretleri ona hiç iltifat etmediler. Akşemseddîn, diğer talebelerle birlikte ekin biçmeye başladı. Yemek vakti geldiğinde, insanların ve orada bulunan köpeklerin yiyecekleri ayrıldı. Hacı Bayram-ı Velî, talebeleriyle yemek yemeye başladı. Yine Akşemseddîn'e hiç iltifat etmeyip, yemeğe çağırmadı. Akşemseddîn, yaptığı hatâyı bildiği için, kendi kendine;
"Ey nefsim! Sen, Allahü teâlânın büyük bir velî kulunu beğenmezsen, işte böyle yüzüne bile bakmazlar. Senin lâyık olduğun yer burasıdır." diyerek, köpeklerin yanına yaklaşıp, onlarla berâber yemeye başladı.
Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri, Akşemseddîn'in bu tevâzuuna dayanamayarak; "Köse! Kalbimize çabuk girdin, yanımıza gel." buyurup iltifât etti, kendi sofrasına oturttu. Sonra ona; "Zincirle zorla gelen misafiri, işte böyle ağırlarlar." diyerek, onun gördüğü rüyâyı, kerâmet göstererek anladığını bildirdi.
Akşemseddîn bundan sonra Hocasının yanından hiç ayrılmadı. Sohbetlerini kaçırmayarak, kalplere şifâ olan nasihatlarını zevkle dinlemeye başladı. Hacı Bayram-ı Velî'nin teveccühleri altında, kısa zamanda bütün talebe arkadaşlarının önüne geçti. Nefsini terbiye etmekte herkesten ileri gitti.
Akşemseddîn'e icâzet, diploma verdiğinde, bâzıları;
"Efendim! Sizde yıllarca okuyan talebelere hilâfet vermediğiniz hâlde, bu yeni gelen Akşemseddîn'i kısa zamanda hilâfet ile şereflendirdiniz?" dediler.
Hâcı Bayram-ı Velî de;
"Bu öyle bir kösedir ki, bizden her ne görüp duydu ise hemen inandı. Gördüklerinin ve işittiklerinin hikmetini de bizzât kendisi anladı. Fakat yanımda yıllardır çalışan talebeler, gördüklerinin ve duyduklarının hikmetini anlayamayıp bana sorarlar. Ona hilâfet vermemizin sebebi işte budur." diye cevap verdi.
Hacı Bayram-ı Veli’nin Yunus Tarzında yazdığı bir ilahisinde geçen şu satırlar, Bayramilik anlayışının esaslarını açıklar gibidir:
Bilmek istersen seni
Can içre ara canı
Geç canından bul anı
Sen seni bil sen seni
Kim bildi efalini
Ol bildi sıfatını
Anda gördü Zatını
Sen seni bil seni
Görünen sıfatındır
Anı gören Zatındır
Gayrı ne hacetindir
Sen seni bil sen seni
İlahi, bilmek, bulmak, ve olmak aşamalarını işaret ederek tamamlanır:
Bayram özüni bildi
Bileni anda buldu
Bulan ol kendi oldu
Sen seni bil sen seni.
Ankara’da ziraatle uğraşıp geçimini temin eder Hacı Bayram; ekini dervişlerle birlikte biçer, toplananı fukarasına dağıtır, gerektiği kadarını tekkede bırakır. Herkesin alın teri ve el emeğiyle geçinmesini, toplanan gelirin de paylaşılmasını şart koşar. Dervişlerden bilgili olanlar köylere gidip halkı aydınlatma işini üstlenir. Böylece, etrafına toplananların sayısı gün geçtikçe artar...
O sıralarda zaten Anadolu’da tasavvuf etkisi, birçok kişiyi cezbetmiş ve dairesine almış durumdadır.
Muhiddin-i Arabi, Evhadeddin-i Kirmani, Celaleddin-i Rumi, Sadreddin-i Konevi gibi sofilerin halk üzerinde güçlü nüfuzları oluşmuştur. Somuncu Baba’nın şöhreti de hâlâ kendini hissettirmektedir. Bütün bu hususlar Bayramiliğin kısa sürede yayılması ve güçlenmesine yardımcı olur. Hacı Bayram Hz. öyle büyük bir ün kazanır ki, kendisine düşman olanların çıkardığı, devlete karşı ayaklanma başlatacağı şeklindeki bazı dedikodular dönemin padişahı II. Murat’ın kulağına gider. Bundan rahatsız olan Padişah, Hacı Bayram’ı Edirne’ye çağırtır. Kendisiyle bizzat görüştükten sonra, duyduklarının iftira olduğunu anlar ve ona bağlı olan dervişlerin vergiden muaf tutulacağını beyan eder.
Ancak bu, birçok taklit ehlinin de el alıp tarikate girmesine yol açar. Sayıları kırk bini aşar dervişlerin. Şikâyetler artınca, Padişah, Hacı Bayram-ı Veli’ ye haber yollatıp kaç müridinin olduğunu öğrenmek ister. "Bunlar eğer dervişlerinizse vergi alınmayacak, ama gerçekten hepsi de sizin müritleriniz mi?" diye sorar.
Bunun üzerine Hacı Bayram
“Benim bütün dervişlerim, falanca gün Ankara ovasında toplansın!..” diye ilan verir.
Büyük bir çadır kurulur, yemekler yenir, dualar okunur...
Nihayet, Hacı Bayram Veli görünüp kalabalığa seslenir:
“Kim gerçekten bana teslim olmuşsa gelsin, ben onu kesip Allah`a ulaşması için kurban edeceğim!.”
Herkeste bir telaş ve korku...
Topluluğun içinden bir kadın öne çıkar, bir de adam!.
“Alın içeri!.” denir....
Çadıra girerler!..
Birden dışarı kanlar akmağa başlar.
Kanları gören, ardına bakmadan kaçar... Meydanda kimseler kalmaz.
Aslında önceden çadıra gizlenen koyunların kanıdır akan!... Ama bu olay gerçek teslimiyet ve imanı ortaya koymaya yetmiştir.
Bunun üzerine Hacı Bayram Hz., Padişaha şöyle bir mektup gönderir:
“Padişahım, benim bir buçuk dervişim var..."
Bu kıssa, tasavvuf yoluna girmek isteyenlere açık bir uyarı niteliğindedir.
Kaynaklar:
1. http://www.biriz.biz/evliyalar/
2. "Hacı Bayram-ı Veli", Ahmet F. Yüksel,Güliz Ok.