.
Çok Muhterem Büyüğüm,
Melek hanım'ın göndermiş olduğu mesajı ve sizin verdiğiniz cevabı okudum. Her zaman söylediğiniz gibi öncelik, bizim hayat karşısında nasıl bir davranış göstereceğimiz ve nefsimizle olan mücadelemizdir. Ben de bazen bu işin çok zorlandığını düşünüyorum. İnsan zaten imanlıysa bir kanıta ihtiyacı olmayacaktır. Ayrıca dinin, günümüzde moda olan NLP vb. gibi bir kişisel gelişim aracı seviyesine indirgenmesine karşıyım.
Dengeyi çok iyi tutturmak gerekiyor. İmam Gazali'nin Kimya-yı Saadet kitabında bir insanın şan ve şöhret için, kendisine alim densin diye anatomi öğrenmesi ile bunu Allah rızası için yapması arasında ne kadar fark olduğunu yazıyordu.
Diğer taraftan insan kendisini algılamak ve Kur'an'da veya hadislerde ne denmek istediğini daha derin algılamak istiyor. Herşey Allah'ın ilmiyle yaratılmış. Herşeyi Allah'la bilmemiz isteniyor. Mesela bir hadiste "Zerre küllün aynasıdır" deniyor. Kuantum fiziğinin de her zerrede bütünün bilgisinin olduğunu söylemesi insanı Allah'ın yarattıkları üzerinde daha derin tefekküre itiyor. Allah'ın ötelerde aranmaması gerektiğini bize hatırlatıyor. Allah indinde tek bir gerçek olduğuna göre bugünün bilimi Kur'an'ı daha iyi anlamamıza yardımcı oluyor diye düşünmek yanlış değildir sanırım.
Bunca senenin tecrübesiyle ve gönül gözünüzle doğal olarak bu tür zorlamaların maksadını aşar biçime gelebileceği konusunda bizleri uyarıyorsunuz. Amaç her zerremizde Allah'ı hissetmek. İlk şartın insanın kendine yönelmesi olduğunu ve kendini bilenin, rabbini bileceğini her zaman bize hatırlatıyorsunuz. İman, her zaman akıldan üstün geliyor. Bizim akıl erdiremediğimiz, emir ve yasak olarak gördüğümüz birçok şeyin bir hikmeti olduğunu biz bilmiyoruz ancak bunun böyle olduğuna inanmamız gerekiyor. Din hiçbir zaman akıl dışı birşey önermiyor. Akıl, "ukl", yani bağlamak kökünden geliyormuş. Bizim bilim dediğimiz şeyle, dinden algılayabildiğimizi aklımızla bağlamamız bir yere kadar olabiliyor. Allah'ın ilminin sonsuz olduğu düşünüldüğünde bizim bildiklerimiz bir hiç nispetinde.
Lafı çok uzattım sanırım. Amacım kesinlikle sizin yazdıklarınız üzerine fikir beyan etmek ve maksadı aşan birşeyler söylemek değil. Sizin çok engin hoşgörünüze sığınarak böyle bir mesaj gönderiyorum.
Bir arkadaşım bana Kur'an'da'ki 19 mucizesi ile ilgili ne düşündüğümü sormuştu. Aşağıda bir kısmını verdiğim cevap sizinkiyle çok benzerdi. Kişisel olan kısımları çıkardım. Demek ki doğru yoldayım diye düşündüm. Allah'a şükürden ne kadar aciz olduğumu hissettim. Size ne kadar teşekkür etsem azdır.
Saygılar, sevgiler, selamlar, hürmetler
Göktürk Aşıcı
----- Original Message -----
Kimden: Gokturk ASICI
Kime:
Gön: Sali, Mart 20, 2007 2:07 AM
Konu: Ynt: Bir Konu
...
Belki de vardır bir hikmeti. Aksi, bir yerde yazmıyorsa inançlarımıza aykırı değilse hiçbirşeyi direk inkar etmemek gerekiyormuş. Yoksa beyin o kanaldan gelebilecek bir ilme kapalı oluyormuş.
Kur'an dilinin gerçekte Cennetçe olduğunu söylüyorlar. 19 sayısı da bir sistemin sonucudur belki de. Aslında yalnızca Hz Muhammed'in, Hz Ali'ye önerdiklerinden bir tanesini tam uygulayabilsek kurtuluruz.
Bazen kendime kızıyorum, çok mu mekanik düşünüyorum diye. Hak veriyorum bazı insanlara. diyorlar ki "frekans evreninde yaşıyormuşuz, bize ne". ya da "yalnızca dinin gereklerini uygula yeter". Ancak diğer taraftan Kur'an'da, ayetler üzerinde tefekkür edin deniyor. İnsan ister istemez düşünüyor bunları. İman eden, akıllı insandır deniyor. Öte yandan gerçeği kendinizde arayın da deniyor. Allah şah damarımızdan yakınsa ve biz O'nu hissedemiyorsak istediğimiz kadar teori üretelim, bu bizi Hz Ömer'in gıpta ettiği çöl kadınının imanı kadar Allah'a yaklaştırmıyorsa ne fayda? İki tarafı dengede tutabilene ne mutlu. Esas olay Allah'a yakin elde etmek...
[silindi]
Rasulullahı, Hz. Ali’ye buyurdu ki:
“Yâ Ali altıyüz bin koyun mu istersin, yahut altıyüzbin altın mı veyahut altıyüz bin nasihat mı istersin?”
Hz. Ali, “Altıyüzbin nasihat isterim.” deyince, buyurdu ki:
“Şu altı nasihata uyarsan, altıyüz bin nasihata uymuş olursun.”
1. “Herkes nafilelerle meşgûl olurken, sen farzları ifâ et.
2. Herkes dünya ile meşgûl olurken, sen Allah'ı hatırla. Yani din ile meşgul ol, dine uygun yaşa, dine uygun kazan, dine uygun harca!
3. Herkes birbirinin ayıbını araştırırken, sen kendi ayıplarını ara. Kendi ayıplarınla meşgul ol!
4. Herkes, dünyayı imâr ederken, sen dinini imâr et, zînetlendir.
5. Herkes halka yaklaşmak için vâsıta ararken, halkın rızâsını gözet. Allah'a yaklaştırıcı sebep ve vâsıtaları ara!
6. Herkes çok amel işlerken, sen amelinin çok olmasına değil, ihlâslı olmasına dikkat et!”
-------------------------------------
Çok Muhterem Büyüğüm,
Bir arkadaşımın göndermiş olduğu bir yazıyı sizinle ve gönül dostlarıyla paylaşmak istedim. Bu yazı "Oku"mayla ilgili verdiğiniz öğütleri aklıma getirdi.
Selamlar, saygılar, sevgiler, hürmetler
Göktürk Aşıcı
...
Bu faslı Hafız Münâvi'den nakledilen bir vak'a ile kapatalım: "Bir genç, hafızlığını ikmal ederken hemen her gün sabahlara kadar uyumayıp Kur'an-ı Kerim'i hatmediyor. Ertesi gün de tabii olarak hocasının karşısına rengi solmuş, benzi sararmış olarak çıkıyor. Hem maddî hem de mânevî açıdan kendisine mürşid olabilecek kapasitede olan hocası bu durumun sebebini onun ders arkadaşlarına soruyor. Onlar cevaben: 'Üstadımız, bu talebeniz hemen her gün sabahlara kadar uyumayıp, Kur'an-ı Kerim'i hatmedip duruyor.' diyorlar. Üstad, talebesinin Kur'an-ı Kerim'i böyle okumasını arzu etmediği için bir gün onu karşısına alıyor ve: 'Evlâdım! Kur'an indiği gibi okunmalıdır. Bugünden itibaren sen Kur'an'ı, şu ana kadar okuduğun gibi değil de beni karşında farz ederek, dersini bana takrir ediyormuşsun gibi oku.' tavsiyesinde bulunur. Genç gider, hocasının tavsiyeleri çerçevesinde o gece Kur'an-ı Kerim'i okur ve sabah hocasının huzuruna geldiğinde, 'Efendim bu gece ancak Kur'an-ı Kerim'i yarısına kadar okuyabildim' der. Üstad, 'Pekâlâ, bu gece de Kur'an-ı Kerim'i doğrudan doğruya Resûl-i Ekrem'in (sallallâhu aleyhi vesellem) huzurunda okuyor gibi oku!' emrini verir. Talebe "Kendisine Kur'an nazil olan Zât'ın huzurundayım, doğru okumalıyım" düşüncesiyle o gece Kur'an'ı daha dikkatli tilavet eder. Ertesi gün üstadına Kur'an-ı Kerim'in ancak dörtte birini okuyabildiğini belirtir. Üstadı talebesindeki terakkiyi görünce, bir mürşidin müridinin dersinin artırması gibi, 'Bugün o emin melek, Cibril'in Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi vesellem)'e tebliğ ettiği anda dinliyor gibi oku!' der. Talebe ertesi gün: 'Vallâhi üstadım, bugün ancak bir sûre okuyabildim.' der. Üstad son adımı atar: 'Evlâdım! Şimdi de onu, binlerce hicabın verasında bulunan Mevlâ-yı Müteal'in huzurunda okuyor gibi oku! Düşün ki, okuduğunu Allah (c.c.) dinliyor, senin için indirdiği kelamını senin ile mukâbele ediyor.' Talebesi ertesi gün ağlayarak üstadının karşısına gelir: 'Üstadım, "Elhamdülillâhi Rabbi'l-âlemîn. Errahmânirrahîm. Mâliki yevmi'd-dîn" dedim. Ama "İyyake na'büdü" demeye bir türlü dilim varmadı. Çünkü "Sadece Sana kulluk yaparım" diyeceğim; diyeceğim ama ben o kadar çok şeye kulluk yapıyorum ve o kadar çok şey karşısında serfürû ediyorum ki, O'nun karşımda hazır ve nazır olduğunu mülahazaya alınca 'iyyake na'büdü'yü aşamadım.' der." Hafız Münâvi, bu gencin fazla yaşamadığını bir-iki gün sonra vefat ettiğini kaydeder. Onu bu seviyeye getiren o bilge ve mânâ eri üstad, gencin mezarının başında onun ahvalini müşahede ederken, delikanlı hocasının duyabileceği bir sesle, "Üstadım, ben hayyim (hayattayım). Hayy u Kayyum olan Sultanlar Sultanı'nın huzuruna vardım ve hiç hesap görmedim." diye konuşur.
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın Göktürk Aşıcı,
9.4.2007 tarihli maillerinizi aldım.
Kıymetli yavrum, Hazret-i Ali diyor ki:
“İlim bir nokta idi, onu cahiller teksir etti”.
Bizim, çağımız müslümanlarının en büyük yanılgılarından biri şu oluyor: Kafamızı ilim diye, bilgi diye, malumat diye pek çok şeyle doldurmak. Oysa gerçek ve güzellik yalnız, sade, basit, yalın olanda. Nice zamandır bir ondokuz efsanesi dolaşıyor. Kur’an’da var mı böyle birşey, Hadis’te var mi, sünnet-i seniyyede var mı? Onu düşünmüyoruz, mütemadiyen vardır veya yoktur diye tartışıyor, kitaplar çıkarıyor, yazılar yazıyoruz. Var veya yok, bana ne bundan. Bunun benim dünyama, benim ahiretime ne faydası var. Bunlarla uğraşacağımıza bir ayeti, bir Hadisi alsak, onu yaşamaya çalışsak. Aile hayatımızda, iş hayatımızda, sosyal hayatımızda uygulayabilsek daha güzel olmaz mı?
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Aziz Ruhları Şad Olsun.