Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Bir Ramazan akşamı sohbeti: Evlilikte mutluluk.
Gönderen : Sabri Babadan Sohbet
Tarih : 12/31/2017 6:10:24 PM


.




SABRİ BABA İLE BİR RAMAZAN AKŞAMI SOHBETİ


KONU: EVLİLİKTE MUTLULUK


Değerli dostlar, bugün sizlerle Değerli Büyüğümüz Sabri Tandoğan Efendi Hz ile yapmış olduğumuz bir Ramazan sohbetinin notlarını paylaşalım istedik. Bugün Rahmetli Sabri Baba'mız ile Rahmetli Rana Annemizin evlilik yıldönümleri idi (7 Mart 1962'de evlenmişler) Sohbetimiz de daha çok muhteşem ve örnek evlilikleri ile evlilikte mutluluk üzerine.





İyi okumalar dileğiyle hepinize selamlar, sevgiler, saygılar.





SAYIN BÜYÜĞÜMÜZ SABRİ TANDOĞAN’LA RAMAZAN SOHBETLERİ





25.8.2010, gündüz





Sayın Büyüğümüz, Nermin Hanım, Hatice Hanım sohbet ediyorlar. Biz de sohbete daha sonra dahil oluyoruz. Konu Sayın Büyüğümüz ve Rana Hanım üzerine açılmış. Biz de bir soru ile katılıyoruz sohbete:





Efendim, hep anlatıyorsunuz Rana Hanım’la evliliğinize başlarken bir mukavele yaptığınızı ve “Bu evde ne senin dediğin olacak ne de benim. Sadece Allah’ın ve Peygamberin dediği olacak.” şeklinde sözbirliği ettiğinizi söylüyorsunuz. Burada çok önemli bir nokta var. Siz zaten evlenirken bu düşüncede idiniz. Böyle olması gerektiğine inanıyordunuz. Rana Hanım da mukavele teklifinizi hemen kabul ettiğine göre bu konularda duyarlı bir hanımdı. O zaman böyle bir mukaveleyi dile getirmeseydiniz ve bir anlaşma yapmamış olsaydınız da yaşantınızda zaten uyguluyor olmaz mıydınız?





-Hayır yavrum, olmazdı. O zaman Türkiye’deki evliliklerin %99’u gibi olurdu. Bunun orada sözlü olarak da en başta kararlaştırılması lazım.





-Peki siz bu sonuca nasıl ulaşmıştınız? Herhalde sizden önce böyle bir mukavele yapan olmamıştır?





-Yavrum ben üç yaşından itibaren evlilikler niye mutlu değil diye düşündüm hep. Ve iki sonuç tespit ettim. Birincisi senin dediğin olacak, benim dediğim olacak demek. İkincisi de para meselesi. O nedenle ilk iş olarak birinci kısmı baştan kararlaştırmak istedim. Evliliğimizin ikinci günü de para meselesini konuştuk. Rana’ya “Her ay benim harçlığımı ver evi sen idare et.” dedim. “Olmaz Sabri”, dedi. “Sen benim harçlığımı ver evi sen idare et.”





-Mutlu bir evlilik için yetişilen aile ortamında da bunu görmüş olmak şart galiba?





-Yoo, benim ailemde bu yoktu. Belki de ben bunun için bu konu üzerinde bu kadar kafa yordum. Yıllarca düşündüm. Bir çok incelemeler, araştırmalar yaptım.





-O zaman kültürlü olmak, bu konu üzerinde düşünmüş olmak çok önemli.





-Doğru. Evlilik bir kültür işidir. Onu sürekli besleyecek bir bilgi birikimine sahip olmak lazım. Karşı tarafın psikolojisini daha önceden çok iyi öğrenmiş olmak lazım.





-Peki evliliğinizin ikinci günü evin para konusunda idaresi için Rana Hanıma teklifte bulunurken aslında zaten nasıl olsa işi bana bırakır diye mi düşündünüz yoksa gerçekten evi onun mu idare etmesini istiyordunuz? : )





-Yo, samimi olarak bunu istedim. Kabul etse memnuniyetle ona uyacaktım.





-O zaman siz ona harçlık veriyordunuz ve elinizdeki parayı zarflara ayırarak aylık plan yapıyordunuz. Peki Rana Hanım’a o ay verdiğiniz harçlık yetmezse ne oluyordu? Zarflardaki paralardan mı alıyordunuz?





-Bol bol yetiyordu yavrum. Zaten Rana’nın bütün ihtiyaçlarını ben karşılardım. O alışveriş yapmasını sevmezdi pek. Bana güvenirdi. Güzel giyinmeyi severdi. Ben de ona bu konuda müdahale etmedim hatta kıyafetlerini ben seçerdim. O da kendisine çok güzel elbiseler dikerdi.





Hatice Hanım:





-Rana Anne çok şık giyinirdi. Efendim, siz ona markalı, çok güzel kıyafetler alırdınız. Ben de sizin ona aldığınız kıyafetlere göre gider kendime bir şeyler alırdım.Hatta Rana Annenin yakınlarına alacağı hediye kıyafetleri de siz seçerdiniz. O, son yıllarında ona hediye ettiğiniz uçuk pembe kazağı bende Efendim, saklıyorum.





-Rana hanıma özel şiir yazdınız mı, yani ondan başka kimsenin bilmediği??





Sayın Büyüğümüz imalı bir şekilde gülümsüyor, başını önüne eğiyor





-Efendim, okumanızı istemeyeceğim emin olun. Sadece merak ettim? : )





-E yazdık tabi...:))





-Yavrum, aslında bir kadının en çok duymak istediği söz nedir biliyor musunuz?





-??





-“Seni seviyorum” sözü. Erkek bu sözü her gün eşine söylemeli.





Ben mesela Rana’ya istisnasız her gün onu ne çok sevdiğimi söylerdim. Bir gün mahsus, denemek için söylemedim. Rana elini akşama doğru alnıma koydu, biraz mahzun bir şekilde Sabri’ciğim, sen bugün iyi misin, hasta filan değilsin ya? dedi.





Anlamıyormuş gibi yaptım, “Ne gibi Rana’cığım?” dedim. “Ne bileyim, bugün beni sevdiğini söylemedin de?” dedi. : ))





Bu benim çok önemli bir tesbitim yavrum, kadında kulak çok önemli. Muhakkak bazı şeyleri duymak istiyor. Özellikle sevildiğini duymak bir kadın için çok önemli. Bu kadın ruhunun çok önemli bir özelliği.





-Peki, erkek eşini çok sevdiği halde bunu söylemezse ne olur, bugünkü pek çok beraberlikte olduğu üzere?





- E, o zaman haliyle o duygular zaman içinde yavaş yavaş azalmaya başlar. Çünkü hiçbir şey aynı halde kalmaz. Ya daha iyiye gider ya daha kötüye. O zaman sevgi de azalmaya başlıyor karşı taraf sevilmediğini sanmaya başladığı için.





-Peki kadın? Onun da aynı şeyi yapması gerekir mi, yani aynı şekilde sevgisini ifade etmesi? Mesela Rana Anne de size hep sizi çok sevdiğini dile getirir miydi?





Hatice Hanım bize hitaben:





-Eğer Rana Anne’nin de duygularını bu şekilde ifade eden bir hanım olduğunu düşünüyorsan yanılıyorsun. Rana Anne’yi sen tanımıyorsun, o çok mesafeli, çok ölçülü bir hanımdı, kraliçe gibiydi. Aynı zamanda da espriliydi. Bu ikisini bir arada nasıl sağlıyordu hala anlayabilmiş değilim. Ben onun kadar muhteşem bir hanım hiç tanımadım. Ama Sabri Babam hep sevgisini dile getirirdi.





-Efendim, siz o zaman aynı davranışı ondan beklemediniz?





-Hayır, çünkü ben Rana’nın beni çılgınca sevdiğini zaten biliyordum. Erkeğin bunu sözle işitmekten ziyade kadının hal ve davranışlarından çıkarması çok daha önemlidir. Demin kadın ruhu diye bir şey söyledim, unutuyorsun galiba. Kadın ruhu ile erkek ruhu birbirinden çok farklı.





-Böyle bir sonuca nasıl vardınız Efendim? Bu sanırım dünyada hiçbir psikoloji kitabında yoktur.





-Üç yaşından beri yaptığım inceleme ve gözlemler sonucunda vardım ben bu gerçeğe. Bugün benim yakaladığım bazı psikolojik gerçekleri dünyada başka tespit edebilen hiçkimse olmadı.





Hatice Hanım:





-Peki erkek ruhu? Onun kadın ruhundan farkları nelerdir? Onlarda kulak aynı şekilde önemli değil mi?





-Yavrum, erkekte de kulak yerine göz çok önemli. Âmâ Peygamber var, ama sağır Peygamber yok.





-Erkeğin kalbine giden yol midesinden, kadınınki ise kulaklarından geçer diye bir söz okumuştum : ) . Anlaşılan en azından kulak kısmı söylediklerinize göre doğru.





-Öyle yavrum. Bir erkeğin sesi onun karakterini ele verir. Bu öyle diksiyon kursuyla filan değiştirilebilecek bir şey değil.





Bir de erkek ruhunun bir kadının sevgisine olduğu kadar şefkatine de ihtiyacı var. Ailede kadının birçok görevleri var: Eşine arkadaşlık etmek, çocuk doğurmak, evin çekip çevrilmesine yardım etmek... Amaa bir de eşine karşı gereğinde annelik vasfı olacak. Bir kadının böyle şefkatli bir yapıda yapıda olması erkek için çok önemlidir. Ziya Osman Saba bir şiirinde “Ve bir anne dizinde büsbütün uyusaydım diyor” bir sevgilinin dizinde uyusaydım demiyor, dikkat edin. Bu gerçeği dünyada benden başka yakalayan bir tek kimse oldu, o da Cahit Sıtkı. Dünya edebiyatında bu gerçeğe işaret eden tek şiir onun şu şiiri:





“Yarin olmuşu, ermişi





Şefkatte anneye değer”





Ben çok dikkat ettim, uzun yıllar gözlemledim, alkol bağımlısı erkeklerin hepsinde de bana göre sebep kadının yerine göre eşine bir annelik şefkatiyle yaklaşamamış olmasıydı. Bir kadın eşine gereğinde bu şefkati sunamazsa o erkek zamanla alkol çizgisine doğru kaymaya başlıyor.





Ben evlilik olayına cinselliğin yaşanması olarak da bakmadım hiçbir zaman. Mesela evlilik kararı alırken: “Çakı gibi delikanlıyım. Niye kendimden büyük bir hanımla evleneyim”, diye de düşünebilirdim pekala. Ama karşımdaki “Rana” idi. Şunu kesin olarak söyleyebilirim ki bugün dünyada gerçek manada cinselliği yaşayan hiçkimse yok. İddia eden bir anket yapsın. Dünyanın en güzel mankeni ile en yakışıklı adamı evlenmişler. Onlarla ropörtaj yapılmış, onların da verdikleri cevap bu yönde. Cinselliğin insan hayatındaki önemi çocuk sahibi olmaya vesile olmasından ibarettir. Ama insanlara, gençlere ne yazık ki tam tersi empoze ediliyor, cinsellik bir amaç gibi gösteriliyor. Bir veya iki çocuk sahibi olduktan sonra erkeğin cinselliğinin de artık bir önemi kalmaz. Belli bir yaştan sonra kadın da erkek de menapoza, andropoza giriyorlar. Bunun manevi anlamı şu: Cenab-ı Hak demek istiyor ki: “Kulum, artık böyle işlerden kendini çek, vakit geçiyor. Kendini yetiştirmeye, manen tekamül etmeye bak. Zaman, Allah’a yakınlaşma zamanıdır.” Ama bazı erkekler ne yapıyor, onca paralar dökerek ilaçla bu işi zorla devam ettirmeye çalışıyorlar, kendilerini rezil, kepaze ediyorlar.





Aynı günün akşamı, iftar sonrası:





Sayın büyüğümüz balkonda oturuyor. Bir ara biraz da mahzun bir ruh hali içinde bir şiir okuduğunu ve kendi kendine birşeyler mırıldandığını duyarak yanına gelip, oturuyoruz.





Sayın Büyüğümüz:





-....Ahh, Saliha teyzeciğim benim...





-Efendim, Saliha Hanım kim?





-Teyzem... Çok severdim teyzemi. Rana’nın bazı huyları da teyzeme benzerdi. Belki de onu bu kadar çok sevmem onu teyzeme benzettiğim için olmuştur. Teyzem çok değerli bir hanımdı.





-Ne gibi özellikleri vardı mesela?





-Bir kere çok şık giyinirdi. Ankara’nın en şık giyinen hanımı idi. Evi, lavaboları, mutfağı bir laboratuar kadar temiz olurdu. Onun evinde bir tek toz zerresi bile olmazdı. On kişilik bir arkadaş gurupları vardı. İnönü’nün rahmetli eşi Mevhibe Hanım’da o gurubun bir üyesiydi. Teyzem, Mevhibe Hanım’la çok iyi anlaşır, onu çok takdir ederdi. O da teyzem gibi çok zarif, çok kibar bir hanımefendi idi.





Bir de çok iyi, çok edepli, ince düşünceli bir hanımdı teyzem. Kimsenin kalbini kırmak istemezdi. Bir gün bize gelmişlerdi eniştemle. Biraz oturdular. Bana da gelirken ayakkabı boyası getirmişler hediye. Ben o zaman dört yaşındaydım. Çok sevindim boya için. Gittim hemen ayakkabılarımı bir güzel boyadım. O zamanlar nuget cila denilen bir cila vardı. Onunla da parlatacağım. O zaman ayakkabı pırıl pırl parlardı. Teyzemler trenle İstanbul’a gideceklermiş, kalktılar. Ben tam kapının ağzında çocukluk bu ya ille marifetimi göstereceğim, parlatayım da bir görün, öyle gidin diye direttim. Teyzem enişteme “Bekleyelim biraz, Ümit’i kırmayalım” dedi. O Yargıtay Başkanı eniştemle birlikte kapıda benim ayakkabımı cilalamamı beklediler. Meğer trenleri kaçmak üzereymiş. Ama teyzem sırf kalbim kırılmasın diye öyle davranmıştı. Sonra tabi trene yetişememişler. Ama bana demediler ki şimdi sırası değil, trene yetişeceğiz başka zaman yaparsın... Ah, ne kadar ince bir hanımdı teyzem. Allah’ın rahmeti, Peygamber Efendimizin şefaati üzerine olsun. Haydi, şimdi onun ve eniştemin ruhu için Fatiha okuyalım.





(Sayın Büyüğümüz okuyor, biz de onunla okuyup, gönderiyoruz.)





Sohbetimize devam ederken Nermin Hanım geliyor:





-Babacığım, size kahve yapıp getireyim mi?





(Sayın Büyüğümüze diğer zamanlarda yardımcı olan değerli gönül dostu Fatmagül Hanım’ın ameliyat olması nedeniyle Sayın Büyüğümüze bir süredir Dr. Nermin Hanım refakat ediyor.)





-Benim kahvem biliyorsun çok kaynamış, hiç köpüksüz, hiç şekersiz olacak.





-Evet Efendim, biliyorum.





Biraz sonra Nermin Hanım mis gibi kokan kaynak kahve ile geliyor, yüzünde tatlı bir tebessümle masaya bırakıyor. Sonra kendisi de oturuyor.





Bu manzara üzerine duygulanarak soruyoruz:





-Efendim, evde bir hanımın varlığı ne kadar önemli değil mi?





-Ev demek kadın demektir yavrum. Hatta hayat demek kadın demektir.





Bir söz var çok önemli “yuvayı yapan dişi kuştur” diye. Hayvanlarda bile bu böyle. Burada yuvanın eşyası, şuyu, buyu değil tabi kastedilen. Bugün birçok evin düzenini sağlayan kadındır. Evi çekip çeviren, erkeğine destek olan, yol gösteren, yardımcı olan kadındır.





Mesela kadın kocasını vezir de eder, rezil de eder denilir. Bu çok doğru bir söz.





-Aynı erkeği?





- Evet. Aynı erkek bir kadın tarafından vezir de edilebilir, rezil de.





-Efendim, birşey soracağım izninizle ama torpil yapmak yok Rana Anneye...





-Sor bakalım?





-Siz de Rana Hanımla evlenmeseydiniz bugünkü Sabri Bey olabilir miydiniz?





- Olamazdım yavrum, biliyorsun ben her şeyi olduğu gibi söylerim.





- Peki ne kattı size, hayatınıza?





Sayın Büyüğümüz bazı örnekler veriyor:





-Mesela yavrum, ev almıştık, elimizde kalan para ile ancak ekmek alabiliyorduk. Onu da musluk suyu ile birlikte yiyorduk. Perde alacak paramız olmadığı için ben bazı pencereleri gazete kağıdı ile kaplamıştım. Düşün, koskoca Danıştay savcısı bir hanım, ben böyle bir evde oturmam demedi. Ben hayatım boyunca kimseden borç almadım. Bana bu konuda da destek oldu. Elimiz genişleyinceye kadar böyle idare ettik. Birgün yine ekmekle su yemek için oturmuştuk ki kapı çalındı, komşunun hanımı elinde üzerine tavuk didilmiş bir büyük tabak pilavla geldi. Rana’yla çocuklar gibi sevindik. Güle oynaya pilavımızı yedik.





Nermin Hanım:





-O pilavı Allah göndermiş demek ki.





-Herhalde yavrum.





Tabloyu netleştirebilmek adına sorularımızda ısrar ediyoruz…





-Ama siz Rana Hanım olmasa da bir ev alırdınız, yine borç yapmazdınız. Yine gerekiyorsa pencereye perde alana kadar gazete yapıştırırdınız. Borcunuzu ödeyene kadar kuru ekmek yerdiniz??





-Yavrum, benim demek istediğim Rana bana hayat yolunda her konuda destek oldu. Evet doğru, ben o olmadan da bir ev alırdım. Daha küçük bir ev olurdu belki. Yine aynı şekilde borç yapmazdım, yine kuru ekmek yerdim. Ama onun her konuda benimle paralel bir çizgide yürüyerek hayat yolunda bana destek olması bana çok büyük bir kuvvet verdi. Ben Rana ile beraberliğimde öyle mutluydum ki, dünyanın en mutlu insanı bendim. Her an cennette gibiydim. Bir tek gün ona kalk bana bir bardak su getir bile demedim.





-İsteyebilirdiniz ve o da memnuniyetle getirirdi?





-Doğru. Getirirdi. Ama ben isteyemedim yavrum. Çünkü ona çok büyük bir saygı ve hayranlık duyuyordum. Yanında bir şeyh efendinin karşısında gibi edeb içinde oturdum hep.





Nermin Hanım:





-Bu saygıdan kaynaklanıyor. Sabri Babam çok büyük bir saygı gösteriyordu. Ama o da size karşı çok büyük bir hürmet içindeydi Babacığım. Bir kere olsun sözünüzü böldüğünü duymadım. Sizi saygıyla dinlerdi. Her şeyi nasıl yapması gerektiğini sorardı. Mesela Sabri derdi, bu limonatayı içeyim mi içmeyeyim mi? Sabri Babam da içme Rana, midene dokunur deyince bırakırdı.





-Hem maddi, hem de manevi her konuda sorardı Rana. Her konuda istişare ederdik.





Mesela bazı yakınları bana tavır koymuşlardı ama Rana “Hayır,” dedi. “Siz hatalısınız. Ben Sabri’nin yanındayım.”





Nermin Hanım:





-Bir gün Kurban Bayramı idi. Dolu bir tabak kavurma et getirilmişti. Rahmetli eti çok severdi. Sordu: Sabri “Yiyeyim mi?” dedi. Sabri Babam da “Yarısını ye Rana”deyince çatalıyla tam ortadan ayırdı, eti çok sevmesine rağmen diğer yarıya hiç dokunmadı. Aralarında böyle karşılıklı çok büyük bir sevgi, saygı vardı.





-Efendim, bir gönül dostu anlatmıştı, siz ev içindeyken çok basit de olsa bir işi yapacağınız zaman birbirinize bilgi verirmişsiniz. Mesela ben şimdi şu iş için filan tarafa geçiyorum gibi…





-Evet yavrum.





-Bu evliliği bunların dışında da hep beslediniz hep canlı tuttunuz değil mi. Hep yeni bir şeylerle tazelediniz.





-Gayet tabi. Kıymet bilmek karşılıklı olarak çok önemli. Mesela Hz. Hatice Annemiz gibi muhteşem bir kadının ikinci kocası alkolikti. Onun değerinin farkına bile varamamıştı. Sonra o adamdan ayrıldı. Resulullah Efendimizle kainatın en muhteşem evliliğini yaptı.





Bir kadına değer vermek, onun ruh halini çözmeye çalışmak, ona yerine göre anlayışlı davranmak ve bir evliliği en güzel bir şekilde götürmek kolay iş değildir. Ama insana çok büyük bir olgunluk verir.





Abdulhakim Arvasi Hazretlerine, Peygamber Efendimizin Hz. İsa’ya üstünlüğü sorulduğunda bir özelliğinin de evlenmiş olması olduğunu söylüyor.





Sohbetin bu noktasından sonra Sayın Büyüğümüzle Ankara’yı gece ışıklandırılmış hali ile bir süre seyrediyoruz. Ramazan başından bu yana şehir ve şehrin bütün ışıkları adeta hergün yıkanıyormuşçasına parlamış hissi veriyor. Hemen aşağıda yer alan büyük havuzdaki suya yukardan bakıldığında adeta bir ahenge kapılmış gibi ritmik hareketler görülüyor ve bu hareketliliğin ihtişamı suyan yansıyan mavi, kırmızı ve yeşil renklerin uyumuyla daha bir belirginleşiyor. Sayın Büyüğümüzle bu noktadan itibaren varlığın zikri üzerine sohbetimizi sürdürüyoruz.





...





Sabri Babamızın ve Hakka Göçen Ailesinin Aziz Ruhlarına Fatihalarımızla.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]