Herkese öncelikle selamlar, hayırlı günler,
Bir gün Behlül Dânâ , Halife Harun Reşid'e sorar: "Toprağın altında en fazla ne var? "
"Hayır, ölüler değil feryatlar var. İman ile gidenler, niye daha çok çalışmadık, niye daha çok ibadet yapmadık diye feryat ediyor. İman ile giden ancak günahkâr olanlar niye bu günahları işledik diye daha çok feryat ediyor.Kâfirler ise neden küfre sebep olacak işler yaptık diye herkesin feryadını bastırarak, feryat ediyorlar.Kabirlerdeki feryatları insan ve cinlerin dışında herkes duyar. Peygamber Efendimiz buyurdular ki: Eğer hayvanlar, ölümden sonra insanların başına gelecek olan dehşetli anı, bilecek olsaydılar, bir deri, bir kemik kalırlar, insanlar onlarda yiyecek et bulamazdı."
Süfyan-ı Sevri hazretleri anlatır:
Kâbe’yi tavaf ederken, her adımda salevat okuyan birini gördüm. Ona "Neden hep salevat okuyorsun, başka dualar da var" diye sordum.Adam anlatayım dedi:
"Babamla Beytullaha gitmek üzere yola çıkmıştık. Yolda babam hastalandı. Onu tedavi etmek için epey uğraştıysam da babam vefat etti. Baktım, ölünce yüzü karardı.Yüzünü kapattım. Yanında uyuya kalmışım. Rüyamda öyle birini gördüm ki, ondan daha güzel yüzlü hiç kimse görmemiştim. Çok güzel kokuyordu. Babamın yanına geldi. Yüzündeki örtüyü kaldırıp elini babamın yüzüne sürdü. Babamın siyah yüzü nurlandı, bembeyaz oldu.Ben ona kim olduğunu sorunca; "Ben Resulullahım. Baban, ömrünü boşa harcadı.Fakat bana çok salevat okurdu, şimdi sıkıntıda olduğunu bildirdiler, kendisi de benden yardım istedi.Çok salevat okuyan mümine ben elbette yardım ederim." buyurdu. Uyanınca babamın yüzünün bembeyaz olduğunu gördüm. İşte bu yüzden her yerde Peygamber efendimize çok salevat okuyorum."
15. yüzyılın sonlarında, Haçlı ordusu Endülüs Müslümanlarının son kalesini kuşatır. Uzun süren bir kuşatma olmasına rağmen, kış aylarının da etkisiyle, kale korunabilmektedir. Durumun zorluğunu anlayan Haçlı ordusunun komutanı değişik taktikler düşünmektedir. En sonunda 31 Mart gecesi kalenin önüne giderek bir elinde Kur’an bir elinde İncil "Şu iki kitap üzerine yemin ederim ki, teslim olursanız bu akşam size bir şey yapmayacağım." der. Gerekli görüşmelerden sonra canlarının kurtarılması karşılığında Müslümanlar kaleyi teslim ederler.
Ertesi sabah, yani 1 Nisan sabahı, Haçlı ordusu komutanı bütün Müslümanların öldürülmesi için emir verir. Bunun üzerine Müslümanlar "Yemin etmiştiniz, bize söz vermiştiniz." dediklerinde Haçlı ordusu komutanı: "Benim sözüm size dün akşam içindi, bugün için size bir sözüm yoktur."diye cevap verir ve bütün müslümanlar orada şehit edilir.
İşte o gündür 1 Nisan hıristiyanlar arasında "Hile Günü" olarak kutlanmaktadır.Maalesef müslümanların katliam günü olan 1 Nisan’lar, halkımız arasında yaygınlaşmış bir şekilde "Şaka Günü" olarak kutlanmaktadır.
Molla Cami anlatıyor: Cömert birisine sormuşlar:
"Fakirlere ve muhtaçlara verdiğin, dağıttığın şeylerden ötürü gönlüne kibir geliyor, onları kendine minnettar görüyor musun?"Cömert adam şöyle demiş:
"Kesinlikle hayır. Ben kendimi aşçının elindeki kepçe gibi görüyorum. Verilen yemek kepçeden geçse de veren aşçıdır.Kepçe, "rızkı veren benim" gibi bir hisse kapılabilir mi?"
Keşke insanlar, yaptığı hayırlı işlerde aşçının elindeki kepçe kadar dahi pay sahibi olmadıklarını idrak edebilse ve gizli şirk gibi büyük bir çirkinliğe düşmeseler.
Birgün makam sahibi bir kişi, Mevlana'ya gelerek:
"Canımı verirken, ölüm acısı ve ızdırap çekmemenin yolu nedir?" diye sorar. Mevlana şöyle cevap verir:
"Ölüm, harizm yayı gibi çok sağlam ve serttir.Harizm yayını kurabilmek için senelerce ufak yaylar üzerinde çalışmak lazımdır. Ölüm yayını kurabilmek için de ibadetlerle, hayırlı işlerle, malda ve canda cömertlikle hazırlık yapmak gerekir. Cömertliğe alışırsan ve bu yolda yürürsen, can alıcı melekler ölüm vakti yanına gelir,sıkıntı ve zahmet çekmeden onu rahatlıkla verirsin.Allah'ın emanetini Allah'tan esirgeyemezsin. Allah’ın: ""Müminlerin ruhunu kolayca alın" emri gereğince de hiçbir yerinde bir acı duymazsın. Fakat ibadetlerle, hayırlı işlerle,canda ve malda cömertlik yapmaya alışkın olmayan bir insanın canını melekler almaya geldikleri vakit, o insan yine hasislik gösterip onu gönül rızası ve zevkle teslim etmez.O, bu dünyayı sevdiği için hiç gitmek istemez.Bunun üzerine melekler onun canını zorla ve zahmetle alırlar."
Eski zamanlarda bir zat, seyahati sırasında çok ilginç bir olaya şahid olur.Çölde, eşkiyaların bir kervana saldırdıklarını korkuyla seyreder uzaktan.Biraz sonra bakar ki, soygun yapan eşkiyaların reisi bir kenarda abdest alıp, namaza duruyor.Adam hayretler içindedir.Dayanamaz, namazdan sonra yanına varır ve sorar: "Merak ve hayretler içindeyim" der."Yaptığın iş haram ve zalimce.Günahlar içindesin.Sonra da kalkıp, o yaptıklarını men edenin huzuruna varıyorsun! Bu nasıl iştir?" Eşkiyaların reisi hüzünlü bir halde, şu ibretlik cevabı verir:
"Ben yıllardır şeytana ve nefisime uyarak, Rabbimle aramda 100 kapı varsa, 99 unu kapattım. İstiyorum ki hiç değilse bir kapı açık kalsın!"
Aradan zaman geçer, o zatın yolu, nasip olur Kabe'ye düşer.Tavaf esnasında bir de bakar ki, yıllardır hiç unutamadığı o eşkiya reisi de orada.Kabe'ye sarılmış, huşu ile dua etmekte, hıçkırıklarla ağlamaktadır.Yine hayretlerdedir o zat.Yanına varır selamlar onu, kendini tanıtır ve sorar:"Oradan buraya...Nasıl oldu bu iş? Nedir bunun hikmeti?" Tövbekar adam tebessüm eder ve boynu bükük der ki:
"Sana demiştim ya ,hiç değilse bir kapı açık kalsın O'nunla aramda,diye.İşte ben, tüm acizliğim ve samimiyetimle o kapıyı hep açık tuttum.Rabbim de rahmetiyle, muhabbetiyle lutfetti tüm kapıları açıverdi, O'nun merhametine ve bağışlamasına hudud var mı?"