Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Önce edep, saygı, incelik...
Gönderen : "Bir Dost"
Tarih : 1/19/2018 2:38:09 PM


.



Efendim merhaba,


Yaşadığım bir olayı size arz etmek istiyorum.


Geçenlerde arkadaşlarla namaz kılmak için bir camiye girdik. İçerde daha önceden gelip oturmuş hanımlar vardı. Çocuklarını da getirmişler... İyi güzel, hatta çok güzel... Ancak çocuklar caminin içini çocuk bahçesine çevirmişler oradan oraya koşuyorlar, bağırıyorlar. Namaz başlayınca da durum değişmedi, aynen devam etti. Namaz kılanları rahatsız ettiler, önlerinden geçtiler, sürekli kıpır kıpırdılar...





Camilerde çocukların böyle serbest hareket etmesi, yüksek sesle oynayıp zıplayıp namaz kılanları rahatsız etmesi beni çok düşündürdü ve üzdü.. Namazdan sonra annelerine bu düşüncemi aktardığımda bana "Onlar çocuk, hem onlar camiye alışıyor böyle böyle." dediler. Ama bu benim pek aklıma yatmadı. Acaba doğrusu bu mu, yoksa çocuğa camiye gelmeden önce orada nasıl davranması gerektiği anlatılmış, o edep verilmiş olmalı mı... Namaz kılanları rahatsız etmekle kul hakkına ve günaha da mı girmiş olmaz mıyız ayrıca?





Efendim, tabi ki ben camide çocuklar böyle yapınca azarlansın demiyorum, buna her zaman karşıyım. Benim sözüm çocuklara değil, onları bu şekilde camiye getiren büyüklerine. Onlar daha çocuk deyip geçiyoruz. Oysa eskiden büyüklerimiz daha çok küçük yaşlarımızda bize gece yatmadan dua ettirirlerdi, küçücük avuçlarımızı açıp onların sözlerini tekrar eder, bundan da çok büyük bir mutluluk duyardık. Tam anlamasak da o duygular bize başka âlemlerin kapısını aralardı, o duygularla uykuya dalardık. Çocuğu sadece camiye getirip götürmek içinde güzel duyguların yeşermesi için yeterli mi? Onlar daha çocuk demesek, anlatsak, anlarlar diye düşünüyorum. Ağaç, yaşken eğilir. Ben çocuklar camiye gelmesin de demiyorum, tam tersine daha çok gelsinler, daha çok camiyle, oradaki insanlarla hemhal olsunlar ama o ortamın ulviyetini de farketsinler, hürmet etmeyi de öğrensinler ki o güzellikler onların içinde de günden güne yeşersin, tomucuklansın.





Efendim, siz bu konuda neler söylersiniz acaba. Yanlışım varsa lütfen belirtin. Sizin düşünceleriniz bizim için çok önemli.





Selam, hürmet ve sevgilerimle.





Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları:


----------------------------------------------------------------------------------------





Kıymetli yavrum,


O kadar haklısın ki ben de aynı ıstırabı bütün yoğunluğuyla içimde duyuyorum ve ağlıyorum. Bir zamanlar bu ülkenin Diyanet İşleri Başkanı olan kimse, “Bırakın” diyordu, “çocuklar caminin içinde diledikleri gibi koşsunlar, oynasınlar, bağırsınlar.” Eğer o günlerde ölseydim sebebi o Diyanet İşleri Başkanı olacaktı. Ve ben ondan dünyada da ahirette de davacı olacağım. Ne kadar acı bir söz bu. Cami, çocuk parkı mı, oyun bahçesi mi, kum havuzu mu? Önemli olan sadece bedenen camide bulunmak mı? Orada birtakım ritüelleri tekrarlamak mı? Yoksa orada edebi, inceliği, zarafeti, hanımefendiliği, beyefendiliği öğrenmek mi, önce bunu anlasak. Çocuk, caminin içinde it gibi koşturmakla acaba yarının dinsizlerinden, alçaklarından, şerefsizlerinden, namussuzlarından biri olmaya doğru ilk adımı mı atmakta. Ne olur, önce bu meseleyi halletsek. Çocuk, daha önce evde anne, baba tarafından, abla, ağabey tarafından, hala, teyze tarafından edepli olmaya, saygılı olmaya , huşu duymaya, ürpermeye, maneviyatın sonsuz güzelliğini yudum yudum tatmaya hazırlanmalı değil mi? Efendiler, dini birtakım ritüllere mahkum ettiniz de ne kazandınız? Bunu hiç düşündünüz mü? Bir Müslüman eğer bir gayrimüslimde, bir inançsızda sevgi, saygı, edep, huşu, hayranlık uyandırmıyorsa, onun gibi olmak aşkını içinde hissettirmiyorsa yaptığı ibadet neye yarar?





Aziz hocam, rahmetli doktor, operatör Münir Derman Hazretleri namazı sadece yatıp kalkmak olarak algılayanlara bakarak “Yazık” derdi, “bunlar namaz kılmıyorlar. İsveç cimnastiği yapıyorlar.” Efendim, ben hocalarımdan hep bunu gördüm. Rahmetli Ömer Efendi Hoca’dan Paşa Dede Hazretleri’nden Hasan Burkay Hazretleri’nden, Mamak’lı Ahmet Kayhan Hazretleri’nden, annemden, babannemden, Azize Anne’den, Ayten Kale Hazretleri’nden hep bunu gördüm. Din, bir aşktı, din bir heyacandı, ürperişti, edepti, saygı idi, huşû idi... Bir çocuk henüz akıl bâliğ olmadan bu huşûyu melek kalbinde hissedemezse, o aşkla ürperemezse siz onun ileride güzel bir Müslüman olacağını söyleyebilir misiniz? Ben söyleyemem. Çünkü olamaz. Birtakım ritüellerin tekrarı, birtakım şekiller, birtakım merasimler önce kendimizi sonra başkalarını aldatmaktan başka ne işe yarar? Ne olur, olaya bir aşk, bir heyecan, bir ürperiş olarak bakalım. Şu şekilciliği bırakalım.





Bir hoca müsveddesi, televizyonda çağdaşlık, ilericilik uğruna bir cinayet işliyordu. Çocukların anne babalarını huzur evlerine fırlatıp atmalarını normal karşılıyor, “Olabilir” diyordu. “Arada sırada ziyaret edin yeter” diyordu. Bu beni çılgına çevirdi. Annesine, babasına saygılı, onlara “üf” bile demeyen bir ateiste bu hoca geçinen herif kurban olsun. İşte o eski Diyanet İşleri Başkanı’nın istediği çağdaş hoca. Olmaz olsun, yerin dibine batsın. Ben beklerdim ki hocaefendi aslanlar gibi kükresin: "Kim ki anasını, babasını cami avlusuna bırakılan bir piç çocuk gibi huzur evine fırlatıp atarsa o şerefsizdir, alçaktır, namussuzdur, cehennemliktir!" desin. Ama çağdaşlığı, ilericiliği kimselere bırakmayan o hoca müsveddesi bu yiğitliği gösterebilir mi? Ne gezer...





Değerli yavrum, lütfen dini yatıp, kalkmak, şekiller, merasimler olmaktan kurtaralım. İbadetleri bir aşk, bir heyecan haline getirelim. Bunu bugün de böyle yaşayan insanlar var. Onlar, içlerindeki Allah aşkıyla, insan sevgisini tevhid eden ne güzel insanlar. İnsana sevgi, insana saygı duymayanlar acaba insan sıfatına layık mıdırlar. Tek istisna olmadan bütün insanları, bütün hayvanları, bitkileri, eşya ve cemadâtı Muhammedi bir aşkla kucaklamak varken yalnız nefsini düşünen, birtakım ritüelleri takrarlamakla cennetlik olduğunu sanan kimselere de yazık değil mi? Şunu unutmayalım ki edebi olmayanın saygısı, zarafeti, inceliği olmayanın dini de olamaz. Eğer oluyorsa ona da din denmez. Yıllarca önceydi. Bir gün işimden çıkmış Hacı Bayram’a gitmiştim. Bir kitapçıda yeni gelen eserleri inceliyordum. Dükkanda 5-6 kişi vardı. Sık sık gelen, tasavvufi kitaplar alan bir Alman mühendis de orada bulunuyor, aldığı bir kitabın parasını ödüyordu. Bir zat, Almana döndü, çok sert ve çok kaba bir şekilde “Hem Müslüman olmuyorsunuz, hem de tasavvuf kitabı okuyorsunuz, bu ne biçim iş?” diye gürledi. Alman mühendis, bu adama döndü, “Efendim”, dedi, “ben Müslüman denince Yunusları, Mevlanaları, Hacı Bayramları hatırlıyorum. Ama onlar gibi olmaya şimdilik gücüm yetmiyor. Öyle olmaya çalışıyorum. Sizin gibi Müslüman olmaya da benim ihtiyacım yok.” Otuz yıl önce işittiğim bu sözü hiç unutmadım. Sık sık hatırlarım. Ben camide it gibi koşacak kadar aile terbiyesinden, görgüsünden, inceliğinden uzak çocukların iyi bir Müslüman olacağına inanmıyorum. Dini duyguya önce edeple, saygıyla, huşuyla ulaşılır. Aşkla ulaşılır.





Japonların çay törenleri vardır. Merak eden olursa uzun uzun anlatırım. Şimdilik şu kadarını söyleyeyim, önemli olan orada bir bardak çay içmek değil, edebi, saygıyı, inceliği zarafeti huşû ile mana alemine yaklaşmayı öğrenmektir. Çay bir vesiledir. Bu örnekle bilmem ne demek istediğimi anlatabiliyor muyum?...





Selam, sevgi ve saygı ile.










Sabri Tandoğan


Aziz Ruhları Şad Olsun.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]