Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Bir güzelliği yaşamak.
Gönderen : Sabri Babadan Sohbet
Tarih : 1/20/2018 2:40:50 PM


.





SABRİ BABADAN GÜZEL BİR SOHBET
KONU: BİR GÜZELLİĞİ YAŞAMAK
Eklenme Tarihi : 30.6.2010 00:00:52


Ömer Hayyam, bir şiirinde, “Sevginle gireceğim toprağa, sevginle çıkacağım topraktan.” diyor. Bir gün sormuşlar kendisine, “Kemâl nedir, olgunluk nedir?” diye. Cevap vermiş, “Hayatın karşımıza çıkardıklarını geri çevirmemek, eyvallah diyerek kabullenmek, ama bizden esirgedikleri için de gözyaşı dökmemek, feryâd-ü figan etmemek, koşulsuz sevmek hayatı, koşulsuz kabullenmek. Hayatı dolu dolu, aşkla, heyecanla yaşamak. Bir yudum suyu aşkla içmek, bir lokma ekmeği aşkla yemek. Havayı aşkla solumak. Hayatı, insanları, olayları sükûnet içinde, edep ve saygı içinde, aşkla görebilmek, aşksız bir an yaşamamak, tepeden tırnağa aşk kesilmek… Vücudumuzun bütün hücrelerini aşkla doldurmak. Biz aşktan doğduk, bizim anamız aşktır. Biz aşkın kendisiyiz…”
Yunus, “Aşk gelicek cümle eksikler biter.” diyor. Algı kapılarını sonuna kadar açabilsek. Sevdiklerimizle bir olurken, evrenle de bir olabilsek. Tek istisna olmadan, yeryüzündeki bütün insanları, hayvanları, bitkileri, cemadâtı Muhammedî bir aşkla kucaklayabilsek. Hayatı doruklarda yaşayabilsek.. En ince, en hassas düzeyde, bütün ayrıntıların farkındalığı ile yaşayabilsek. Küçük hesaplarla, küçük çıkar düşünceleri ile yaşamı küçültmek, daraltmak kadar insanın kendine yapacağı zarar ne olabilir? Doğanın ve evrenin içinde sakladığı giz, yaşamın ve ölümün gizi, hep sevenle sevilenin bir araya gelmesinden doğan sonsuz mutluluğun içinde değil midir? Bu birliktelikte algının kapıları sonuna kadar aralanıyor, insan kendi özü, aslı ile, gerçekle yüz yüze geliyor…
Aslında, hayatta hiçbir şey can sıkıcı değildir, eğer her zerredeki harikulâdeliği görebiliyorsak. Yunus gibi, “Cümle yerde Hak nâzır, göz gerektir göresi” diyebiliyorsak, “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır.” diye ürperebiliyorsak… “Sevdiğimi demez isem, sevgi derdi boğar beni.” diyen bir insan ne güzeldir. Eğer hayata kara gözlüklerle bakıyorsak, mutlu ve huzurlu değilsek, “Her dem taze doğarız, bizden kim usanası” diyemiyorsak, kabahatı hayatta değil, kendimizde arayalım. Fazıl Hüsnü Dağlarca, “Bilimin bütün bulduğu, bütün bulacağı sende” diyor. Yunus, “Bir siz dahi sizde bulun, benim bende bulduğumu” diyor. Peki, bizim yaptığımız ne? Sürekli kendimizden kaçmak… Sürekli kendimizden uzaklaşmak… “Bir ben vardır bende, benden içeri” gerçeğini yaşamak için, kendimizi sürekli olarak, içkinin, sigaranın, uyuşturucunun, kumarın, dedikodunun kucağına atmak, gazetelerdeki ıvır zıvır yazılara, aptal kutusu önünde geçireceğimiz saatlerle kendimizden, özümüzden, aslımızdan kaçmak... Sonra da ben niye mutlu değilim, niye bu kadar huzursuzum, niye stres içinde yaşıyorum diye sızlanmak. Niye hayret ediyoruz bilmem ki? Ne ektik de ne biçeceğiz?
İnsanoğlu hayata ne verirse onun karşılığını alır. Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerimde, “Biz, insana şahdamarından daha yakınız” buyuruyor. Ne bekliyoruz? Yunus, “Seni deli eden şey, yine sendedir sende” diye sesleniyor. İçimizi arıtmadan, temizlemeden, güzelleştirmeden Allah’a nasıl ulaşabiliriz? “Padişah gelmez saraya, hane mâmur olmadan…” Sabır, şükür, kanaat zırhına bürünmeden, edep, saygı içinde yaşamadan mümkün müdür mutlu ve huzurlu olmak? Peki biz ne yapıyoruz? Şikâyet, hep şikâyet… Hayattan, toplumdan, insanlardan… En azından o kötülükler, bizim sınırımıza geldiği zaman orada duruyor mu? Yoksa biz de, “elle gelen düğün bayram” mı diyoruz?
Bir kaya kovuğunda kalan böcek, bütün hayatı, yerleri ve gökleri bu delikten ibaret sanır. Her gün bilime, güzel sanatlara, dine, tasavvufa, doğa güzelliklerine gitmek varken, günün basit, zavallı olayları ve insanları içinde sıkışıp kalmak niye? Bize bu ömür, aptal kutularındaki saçma sapan programları seyretsinler diye mi verildi? Japonlar için hayatta imkânsız denen hiçbir şey yoktur, her an, her şey olabilir. Onlar hiçbir şey karşısında şaşırmazlar. Hayatı ve insanları oldukları gibi kabul ederler. Onlar için hayatta olmayacak hiçbir şey yoktur. Maymun da ağaçtan düşebilir. İşlerini hiçbir zaman şansa bırakmazlar. Her şeyin önlemini önceden alıp, neticeyi beklerler.
Brezilya ırmaklarında minicik balıklar varmış. Dikkatsiz bir yüzücü buldular mı binlercesi birden saldırıp, birkaç saniye içinde, hızla, minicik lokmalar kopararak zavallıyı yer bitirir, iskeletini bırakırlarmış. Modern toplum, modern medya da aynen böyle. Her gün insandan iyi olan, güzel olan, temiz, asil ve yüze olan yönlerinden bir şeyler koparıyor. Bir gün bakıyorsunuz ki geride bir şey kalmamış.
Çağımız bilgiye tapıyor. Ama kalp aydınlanmadıktan sonra, ışıkla dolmadıktan sonra neye yarıyor. Sevgiden uzak, saygıdan uzak, edep, incelik, zarafetten uzak, yüzleri sararmış, gözleri çökmüş, bedbin, karamsar, sadece şikâyet eden, herkesi, her şeyi küçük gören kimseler… Siz bu kafayla bir şey olduğunuzu mu sanıyorsunuz? Kenan Rifaî, “Sen seyrancısın, seyranına bak.” diyor. Şaşkın kimse, ömrünü boş yere harcayandır. Deniz suyu içmek susuzluğu gidermez ki… Önemli olan haddini bilmektir. Haddini bilecek olursan her zerre sana hizmet eder. Haddini aşacak olursan, her faydalı şey sana zararlı olur. Allaha yakın olanın bütün sıkıntısı gider. İlmin anahtarı, edep, tevazu ve soru sormaktır. Her mükemmeliyetin ardında bir çile vardır. Herkes kendi kendi evinin önünü temizlerse, bütün şehir tertemiz olur.
Gerçeğe varmak için berrak bir zihne ihtiyaç vardır. Bulanık, karmakarışık, stresli bir zihinle bir yere varılamaz. Şüphesiz, nefis kötülüğü emredicidir. Zihin nefsaniyetten uzaklaştığı oranda güzelliği sezebilir, gerçeği fark edebilir. Mevlânâ, “Bir insanda gurur ve kibir, ağzını açtığı andan itibaren sarmısak gibi kokmaya başlar” der. Önemli olan, “ben”i, egoyu aşabilmek, “ben”siz bir âleme yükselebilmektir. Eteklerimiz, nefsaniyetin ağırlığı ile kaldığı sürece, yerde sürünmeye mahkûmuz. Fuzulî, “Dehr bir bâzârdır, herkes metaın arzeder.” diyor. İçindeki kavgayı bitirip, onu ilâhi aşkın güzellikleri ile besleyip, bunu dışarıya yansıtanlara ne mutlu…


Sabri Tandoğan
Aziz Ruhları Şad Olsun.






 

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]