Saygıdeğer Hocam;
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi sizin ve tüm gönül dostlarımın üzerine olsun, efendim. Geçen gün, yıllar önce alıp, kapağına “Tasavvuf Yolunda” diye yazdığım deftere baktım. Defterimin başında, ilk yazdığım sözleri okudum. “Kendini, deryalara gemisiyle hükmeden bir kaptanmış gibi görüp büyüklenme! Hayatta öyle kimseler tanır, öyle olaylara şahit olursun ki, kendinin aslında, su birikintisinde yüzen kibrit çöpüne konmuş zavallı bir sinek olduğunu, çok acı bir şekilde anlarsın.” Lise yıllarında yazdığım bir sözdü bu. Demek ki, o zamanlarda, kendimi bir an “adam olmuş” sanmışım da, Rabbim de aslında bir “HİÇ” olduğumu bana göstermiş ve bunun sonucunda kalemimden bu cümleler dökülmüş. Rabbim!! O zamandan bu zamana yıllar geçti, hala içi boş başaklar gibi başı dimdik gezmekteyim, bu başağın ne zaman içi dolup ta edep ve tevazuyla eğilecek ??
Kendime seslenirim bazen, derim ki “Ey Garip Kul, dilde Allah’a iman edersin, ama gönlün putlarla dolmuş, ben ancak baki olan Allah’ın kuluyum dersin, fani dünyaya ve dünyalığa kul olmuşsun. Kal’inle Halin uyuşmaz, dilinle gönlün bağdaşmaz. Defterinin başına “Tasavvuf Yolunda” diye yazdın ama, bu yolun kıyısından bile geçemedin. “Vuf”’una eremeden “tasa”sında kaldın. Hani ilmin vardı ? Hani aklın? Okudun, mühendis oldun ama bir türlü olamadın, kendini bilemedin. Yunus şimdi sana sormaz mı “Bu nice okumaktır?” diye.
İlim ilim bilmektir.
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır.
Amelsiz ilim gönül yüküdür, vebaldir. Bencileyin amelsiz ilmi olanların, Cuma suresinde anlatıldığı gibi, sırtında kitap taşıyan merkepten bir farkı yoktur. İlimle cehil gitseydi, Resulullah zamanının ilim sahibi kişilerinden biri olan adamın adı EBU CEHİL olmazdı. Hakikatini, nereden gelip nereye gittiğini, niçin yaratıldığını bilmeyen, nice ilmin alimi de olsa hakikatte cahildir. İlimlerin başı kendini, nefsini bilmektir, “Nefsini bilen, Rabbini bilir “ hadisi gereğince.
Biz bu dünyaya yiyip içip gezmeye, yan gelip yatmaya gelmedik. Allah’ı bilmeye, adam olmaya, kulluğumuzu, hiçliğimizi idrak etmeye geldik.İlimde de Sanatta da maksat Allah’ı aramaktır. Her zerrede zikredenin, her ne yana dönsen gördüğünün O olduğunun farkına varmaktır. Necip Fazıl ne güzel söyler mısralarında;
Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış,
Marifet bu, gerisi hep çelik çomakmış.
Nefsimize uyup, dünyaya geliş maksadımızı unuttuk. Kendimizde varlık görüp, bir adam olduk sandık. Doktor olduk, mühendis olduk, belki reisicumhur olduk, ama bir türlü hakiki kul olamadık. Bunlarla ancak nefsimizi avuttuk. Kimimiz de manada yürümeyi istedi, bu kez de manadaki makamlara göz diktik. Dinimizin en büyüklerinden olan Hz. Ebu Bekri Sıddık’ın dahi yaşarken hiçbir kerameti görülmediği halde, Keşif keramet sahibi olmayı, tayyi mekan edip, Hızır’la buluşmayı arzuladık. Bunların hepsine okuduğumuz birkaç kitap, kılınan birkaç nafile namazla, tutulan birkaç günlük oruçla ulaşacağımızı sandık. Halbuki, bu haller dahi nefsimizin bir oyunuydu da farkına varamadık. Maksadın keramet değil, her daim istikamet üzere olmak olduğunu, unuttuk. “Hakiki KUL” olmanın en büyük makam olduğunu idrak edemedik. Lakap ve ünvanlardan kaçamadık. Halbuki Mevlana bize yol göstermişti, sözleriyle “Lakap ve ünvandan kaç, manaya yürü” diye. Kenan Rifai Hazretleri talebesi Samiha AYVERDİ’nin kendisini anlatan uzunca makalesini yırtıp, oraya sadece ”Benim Hocam, bir HİÇ’ti” yazmasını istemişti.Biz se yokluğu, Hiçliği başaramadık, hep kendimizde VARLIK gördük. Her işte kudret sahibini bilmeyip, kendimizi KADİR, ALİM bildik.
Aziz Mahmud Hüdai kadılıktan geçti, tuvalet temizledi, sokaklarda ciğer sattı ve nefsinin esaretinden kurtuldu, HİÇ’liğini bildi, maksuda ulaştı. Nefsimizin esiri bir halde yaşarken, özgürüz diyebilmek ne hayret verici… İbrahim Bin Ethem, Belh’in sultanı idi, hakiki kulluk için sultanlığı terk etti. Bir gün deniz kıyısında elbisesinin söküğünü dikerken, O’nu bir adam gördü ve tanıdı.
-Senin yaptığında iş mi yani dedi, Koskoca Belh’in sultanlığını terk eyle de, burada elbisenin söküğünü kendin dik. Ne geçti eline, bu saltanatı terk etmekle? Diye sordu. İbrahim Bin Ethem, iğneyi iplikten çıkarıp, denize attı.
-Balıklar iğnemi getirin, diye seslendi. Suyun yüzünde bir balık ağzında bir iğneyle göründü. İbrahim Bin Ethem iğneyi eline alıp, gülümseyerek “Elime bu geçti “ dedi. Adam şaşkın bir halde kaldı. Onun demek istediğini belki de hiç anlayamadı. İbrahim Bin Ethem bununla diyordu ki, ben Belh sultanlığını Allah için terk ettim, O’na hakiki kul oldum, O da beni Aleme sultan etti.Bak, balıkları bile bana hizmet ediyor.
Allahım, maksudumuz sensin, ve bizler ancak senin rızana talibiz. Bizleri, her daim razı olduğun işlerle meşgul et ve bir an dahi olsa nefsimizin eline bırakma! Nefsimizin kirlerinden arınıp, sana tertemiz rücu etmeyi “Ey mutmain olmuş nefs! O’ndan razı olarak ve rızasını kazanmış bulunarak Rabbine dön! Gir Salih kullar zümresine, gir cennetime” nidasını işitenlerden, ölümünü “Şeb-i Arus” edenlerden olmayı, cümlemize nasip eyle…Amin…
Kıymetli Hocam, size, Çiğdem Hanıma ve tüm gönül dostlarıma en içten sevgi, saygı ve selamlarımı sunuyorum.
Allah’a emanet olunuz.
Mukarreb
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın “Mukarreb”,
Kıymetli yavrum, mailini ürpererek okudum. Güzel, çok güzel, inanılmayacak kadar güzel. Onu her gün okumak istiyorum. Keşke mümkün olsa da yedi milyar insana bu maili göndersem ve altına yazsam: “Lütfen Allah rızası için her gün okuyun.”
Değerli yavrum, Allah senden razı olsun. Bir gününü bin etsin. Tuttuğun altın olsun. Seni seviyor, seninle iftihar ediyoruz.
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Makamı Âli Olsun.