.
Çok Değerli Hocam,
Allah'ın selamı, rahmeti sizin ve tüm gönül dostlarının üzerine olsun. Her gün olduğu gibi bu günde siteyi ziyaret ettim.Gül Kardeşimin yazdığı maili ve sizin cevabınızı okudum. "Ben bu övgülere layık değilim Ya Rabbi" diye ağladım. Ben hiç birşeyin gerçek maliki değilken, bir hiç iken bu övgüler altında eziliyorum. Övgüye layık olan ancak Rabbül Alemin olan Allah'tır. Bizde bir güzellik varsa eğer yine Ondandır. Aziz Mahmud Hüdai'nin aşağıdaki mısralarında dediği gibi:
Alan sensin veren sensin kılan sen
Ne verdinse odur dahi nemiz var
Hakîkat üzre anlayıp bilen sen
Ne verdinse odur dahî nemiz var
Evet, Ne verdiyse O'dur başka hiç birşeyimiz yok. Bize güzel diyen Gül Kardeşim sen bizde kendi güzelliğini görmedesin. Herkes kendi gönül penceresinden izlemekte hayatı ve insanları. İki Kadın konuşuyormuş. Kadınlardan biri camdan komşularının çamaşırlarını gösteriyormuş."Şu komşum bir türlü çamaşır yıkamayı öğrenemedi. Utanmadan bir de o kirli haliyle onları balkona asıyor.Diğer kadında cevap vermiş hemen."Dikkatli bak bakalım kirli olan çamaşırlar mı yoksa senin camın mı???".
Hayatta böyle. Kararmış bir gönülle baktığında, her şey kötü, hayat kötü, insanlar zalim.Ha bire uğraşıyoruz, çevreyi ve insanları düzeltmeye. Onlar düzelince, biz de huzura kavuşacağız sanıyoruz.Tabii sonuç sükutu hayal...Çünkü hiç bir şeyi düzeltemiyoruz. Bir söz işitmiştim,diyordu ki" Eğer her şey üzerime geliyor diyorsanız, bilin ki yanlış şeritte ilerliyorsunuz." Peki çözüm nedir? Çözüm, kendimizi temizlemek. Gönül aynamızı güzelliklerle, iyiliklerle temizlemek. Sevgi görmek isteyen önce kendisi sevmeli yeryüzündeki her zerreyi samimiyetle, etrafını değiştirmek isteyende önce kendini değiştirmelidir. Benim değişmemle alem nasıl değişir deyip kendilerini alemden gayrı görüp hayret edenlere "Her nereye bakarsan Allah'ın vechi oradadır" ayeti ne güzel bir cevaptır. Nasıl ki Hak olan batılı, nur karanlığı gideriyorsa, iyilik ve güzelliklerde gönüldeki kötülük ve çirkinlikleri arıtıyor. "İyilik arayanda kötülük kalmaz" buyuruyor Mevlana. Neyin tohumlarını ekersek Allah onları yeşertip karşımıza çıkarıyor. Yine Mevlana diyor ya "Alem bir dağdır yaptıklarınızsa ses. O ses o dağda yankılanır size döner de siz kim bağırıyor dersiniz." Öyleyse güzel görelim, güzel seslenelim şu aleme ki bize de hep güzellikler dönsün. Hatta başımıza bir musibet isabet ettiğinde dahi görüşümüzü değiştirmeyelim. Sabrın güzelliğini yaşayıp, O musibette dahi gizli olan nimetlerden mahrum olmayalım.
Geçen gün akşam yemeğini hazırlarken bunları düşünüyordum. Köftelik kıymanın kıvama gelip gelmediğini anlamak için onu alıp, tabağın zeminine vurduğumda aklımda hemen bir tefekkür penceresi aralandı ve o pencereden yoğurduğum kıymada Rabbimin insanı çeşitli sıkıntı ve belalarla olgunlaştırmasını izledim sanki. Köfte olacak et çiğdi, hamdı. Onu soğanın acı suyuyla, kırmız biberin ve kara biberin acısıyla hafiften yakıp başladım yoğurmaya. Yoğurdukça o ham çiğ etten eser kalmaz hale geliyordu. Son aşamada, etin kıvama gelip gelmediğini görmek için tabağın zeminine vurdum. Eğer tabağın dibine vurulan et, tabakta parça bırakmıyorsa kıvama gelmiştir. İçimden dedim ki "Ey zavallı! acaba sende niye bu çile niye bu eziyet mi diyorsun, bela isabet ettiğinde isyan ve küfür mahallesine giden insanlar gibi, yoksa "Mevla görelim neyler neylerse güzel eyler diyenler gibi kendini benim elime bırakmış mısın?". İnsan da böyle ham iken, nefsi uslanmaz bir at gibiyken çileler ve çeşitli imtihanlarla yoğruluyor, etin biber ve acı soğanla yoğrulması gibi.Bu yoğrulmayla et o çiğ halinden ayrıldığı gibi insanda o eski ham halinden sıyrılıyor. Kıvama gelme kontrolünde etin tabakta bir parçasının kalmaması gibi, kıvama gelmiş insanında gönlünde dünya ve dünyalığa ait sevgiler ve sahiplenmeler kalmıyor.Fani olandan yüz çevirip, her daim baki olan Rabbine yöneliş başlıyor. Ayaklar sımsıkı dünyaya bağlıyken, nasıl yücelere ulaşılır ?Uzaya fırlatılan füze bile kademe kademe parçalarından ayrılıp, çekirdeğiyle yani özüyle yörüngeye oturuyor. Son aşamada köftenin şekillendirilip ateşte pişmeside, olgunluğa ulaşıp Rabbine yönelmiş insanın Onun aşkının ateşinde pişmesi misali. O ateş ki nasıl çiğ haldeki etten o güzel kokular yayıyorda nice açlar o kokudan doyuyor, Allah aşkından yananların yaydığı o güzel kokularda nice Allah aşkına aç gönülleri doyuruyor. Mevlana gibi, Yunus gibi. Allah cümlemize Yunus Emre'nin "Yunus miskin çiğ idik, piştik elhamdulillah" mısrasında dediği gibi Allah aşkıyla yanmayı nasip etsin.
Hocam, Size ve tüm gönül dostlarına en içten sevgi, saygı ve selamlarımı sunuyorum ve dualarınızı bekliyorum.
Allaha emanet olunuz.
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın Mukarreb Hanım,
Kıymetli yavrum, bir şiir güzelliğindeki mailini heyecanla, ürpererek okudum. Ne kadar güzel özetlemişsin. Ellerine sağlık. Allah senden razı olsun. Bir İslam büyüğü
“Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından zevk alır”
diyor. Allah, renklerle, ışıklarla o kadar güzel bir dünya yaratmış ki ona hayran olmamak mümkün değil.
“Işık diyordun işte bak
Kör kuyulara kadar ışıdı yeryüzü
Renk diyordun işte bak
Buram buram mavi
Çarşılar dolusu kırmızı
Sarı güneşler ortasında turuncu bir gün
Bitirilmiş saadetlerin bahçesinde mor çiçekler”
Bütün mes’ele o kargaşa, o patırtı, gürültü içinde güzelliğin o masum, o temiz tebessümünü görebilmek.
“Görenedir görene
Köre nedir, köre ne?”...
Bazan bana soruyorlar, “Cennet nasıldır?” diyorlar. Ben de diyorum ki çevrenize bakın, görmeye çalışın. Allah, cümlemize o güzellikleri görmeyi nasibetsin.
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Makamı Âli Olsun.