Konu : Her şey bizim iyiliğimiz için.
Gönderen :
Sabri Babadan Mektup
Tarih :
2/13/2018 3:40:29 PM
.
Efendim, bir taraftan dünya realitesi içindeyiz. Dünyanın bizden istedikleri var. Bizim dünyadan beklediklerimiz var. Bir taraftan manevi hayat, kendi realitesi içinde bizden bir şeyler bekliyor, istiyor. Bu iki zıt durum insanları zor durumda bırakıyor, zorluyor, perişan ediyor. Birçok insan bu yüzden ümitsizliğe düşüyor, bedbinliğe kapılıyor. Kah bir tarafa kah öbür tarafa sendeleyip duruyor. Bu durumda nasıl bir tavır takınmak gerek? Hamlet’in dediği gibi “İşte, mesele burada”. Biz hayatı, dünya hayatı, âhiret hayatı, madde hayatı, mana hayatı, iç hayat, dış hayat diye parçalayıp, bütünden uzaklaştırdıkça meselenin halli her geçen gün biraz daha zorlaşıyor. İşte en kritik nokta burada...
Hayat başlı başına bir varlıktır. Maddesiyle, manasıyla hayat bir bütündür, bir kompozisyondur. Biz olaylara tevhit açısından bakmayıp da sokak politikacılarının ağzıyla bakacak olursak bu bölünmenin, parçalanmanın, bu tevhitten uzaklaşmanın önüne kimse geçemez. Bütün mesele tevhit ilmini öğrenmekte... İşte o zaman hatalar düzeltilecek. İşte o zaman bocalayan insanlar için bir kurtuluş kapısı açılacak. Ne madde var, ne mana. Yalnız Allah’ın nuru var. Madde dediğimiz o nurun tekâsüf etmiş şeklidir. Mana o nurun soyutlanmış görüntüsüdür. Şöyle bir örnek verelim: Bir bardak su alalım. Kaynatalım, kaynatalım. Ne olur? Ne olacağı belli, buhar olur uçar gider. Şimdi aynı suyu bir kaba koyup buzluğa bırakalım. Belli bir süre geçince ne görürüz? Buz olmuş. Demin bardaktaki su, şimdi buzlukta donmuş, katılaşmış, sıvı halden madde haline dönüşmüştür. Birinin başına atarsak yarabiliriz. Aslında buhar da suydu, buz da su. Buhar ve buz aynı suyun değişik görünüş şekilleri... Bugün, yok feminist dernekler, yok Duygu Asenalar, yok kadın hakları. İnsanlar çırpınıp duruyor. Ama sonu gelmiyor, neden? Biz hazret-i insana insan olarak değil de kadın, erkek diye ikiye ayırıp ayrı ayrı haklar tanıma yoluna gidersek daha çok Duygu Asenalar yetişir. Allah rahmet eylesin, o erkek zulmüne karşı, erkek tahakkümüne karşı bayrak açmış bir güzel insandı. Nur içinde yatsın. Bir de toplumun bugünkü anlayışına bakalım. Bir aile içinde iki kardeş düşünelim, biri kız, biri erkek. Evin kızı en küçük bir aşk ilişkisine girdiği zaman kıyametler kopuyor, “töre” adı altında korkunç cinayetler işleniyor. Tabi, diyorlar, ailenin namusu, şerefi... Ailenin erkek evladı önüne gelenle düşüp kalktığı zaman, fingirdeştiği zaman annelerin ağzı kulağına varıyor. “Ay teyzesi, benim oğlum erkek, nasıl da çapkın bir bilsen”. O sırada kadının ağzı kulağında. Bu durumu utanarak, yüzü kızararak değil de medar-ı iftiharla, gururla söylüyor. Hani, adamın dediği gibi, “Ben yaparsam sevaaaap, sen yaparsan günaaaah. Şimdi olaya bu açıdan bakınca kimse işin içinden çıkamaz, daha çok töre cinayetleri işlenir. Olaya bu rezil, bu kepaze, bu manyakça açıdan değil de tevhit açısından bakarsak ne görürüz: Kadın da erkek de aynı paranın yazısı, turası gibidir. Birbirini tamamlayan bir bütündür. Kadın için haram olan, erkek için de haram olacaktır. Veya mefhum-u muhalifiyle erkek için mübah olan, kadın için de mübah olacaktır. Ne demek erkekte nefis var? Aynı nefis kadında da var. Geriye kalanı nedir? Erkek egoizması, şirretliği, çirkefliği. Buna itiraz edenler nefislerinin kölesi olmuş, hayvandan daha aşağı yaratıklardır. Kur’an-Kerim’de onlara “Belhüm Adal” denir. Olayı kadın hakkı, erkek hakkı açısından değil de hazret-i insan açısından ele alırsak, en ufak bir tereddüde mahal kalmaz.
Hayatı, dünya, âhiret diye parçalamak da tevhit anlayışına aykırıdır. Ağzımızdan çıkan her kelime, kafamızdan çıkan her düşünce, kalbimize gelen her duygu, attığımız her adım insan fıtratına uygun olmalıdır, onunla paralel olmalıdır. Pekala insan, hayatı ve olayları dünya işi, âhiret işi diye ayırmadan tertemiz, pırıl pırıl, fıtratına uygun, İslama uygun, sünnet-i Resule uygun yaşayabilir. İnsan bazılarının sandığı gibi yalnız namaz kılarken, oruç tutarken, ibadette değildir. İnsan bulaşığını yıkarken de ibadettedir. Eğer o bulaşığa Besmeleyle başlamışsak, her kabı ele alışımızda Besmele çekiyorsak, onu sabunlayıp durularken Besmele çekiyorsak ibadet halindeyizdir. Önemli olan o önümüzdeki kapları tabak, fincan, bardak diye ayırmayıp, Allah’ın nuru olarak görüyorsak, onlarda zikredenin Allah olduğunun farkındaysak, o ne güzel ibadettir. Aynı şekilde yemek yapmak, ev temizlemek, pazarda alış veriş yapmak da bir ibadettir. Bana bir husus gösterin ki ibadet olmasın...
Bir yerde bir caminin tuvaletini temizlemek de ibadettir diye bir söz okudum. Bu bir hatıramı gözlerimin önüne getirdi. On beş yaşındaydım. Lise birden lise ikiye geçmiştim. O günler Manavcı Mehmet Ağa Ankara’da babamın misafiriydi. Bir müddet sonra “Haydi yeğenim” dedi, “seni de götüreyim”. Beraber gittik. O tatilimde sürekli olarak Ermenek’in camilerini süpürmüştüm. Bu işi yaparken o kadar mutlu oluyordum ki duyduğum hazzı unutamam. Aradan bunca yıl geçti, hala zaman zaman hatırlar, ürperirim. Bana öyle geliyor ki önemli olan yaklaşım tarzımız. Ne iş yaparsak yapalım, ne söylersek söyleyelim eğer bunu Allah rızası için yapıyorsak, tek düşüncemiz Allah’a biraz daha yaklaşmak ise o yapılan iş, söylenen söz bence ibadettir. İbadeti yalnız namaz ve oruç olarak kabul etmek İslamı hiç mi hiç anlamamak demektir. Evet, ibadet bizim borcumuz, bunda şüphe yok. Ama ben diyorum ki hayatımızı o kadar güzel yaşayalım ki her yaptığımız, her söylediğimiz Allah rızası için olsun. İbadet niyetine olsun. İşte insan o zaman devreye başkalarını katmadan kendi kalbinde, kendi iç dünyasında bir cenneti yaşıyor.
Eski Türk toplumunda gelinle damat zifaf odasına girince şimdiki adına modern denilen, çağdaş denilen, aydın denilen kimseler gibi canavarca, hayvanca birbirlerinin üzerine saldırmazlardı. O güzel insanlar kapılarını kapatırlar, sonra birbirlerine yardım ederek abdest alırlar, seccadelerini sererler, iki rekât namaz kılarlardı. “Allah’ım” derlerdi, “aşkımızı ebedi kıl. Birbirimizi hiç kırmadan, incitmeden daimi bir saygı içinde, edep içinde, huzur ve sükûn içinde ömrümüzü geçirmeyi bize nasip eyle. Allah’ım bize hayırlı evlatlar nasip eyle. Onları analı babalı olarak İslam edebi içinde terbiye etmeyi bize nasip eyle”. Sonra edep, incelik, zarafet ve aşkla beraber olurlardı. Müsaadenizle ben bunu da bir ibadet olarak görüyorum
Dikkat buyurun, günümüz bu anlayışlardan ne kadar uzak. Her yerde kabalık, hoyratlık, çirkinlik, saygısızlık, edepsizlik ön planda. Şimdi birçok insan bu satırları okurken bana gülecek, benimle alay edecek. Onu da biliyorum. İsteyen kabul eder, isteyen etmez, gerçek bu. Galileo’nun dediği gibi “Dünya yine de dönüyor”.
Efendim, bu misalleri günlerce uzatabiliriz. Gerek yok. Bütün mesele tevhit ilmini yaşayabilmekte, hayata ve insanlara o gözle bakabilmekte. Burada son veriyor, selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Onun ve Hakk'a Göçen Ailesinin Aziz Ruhlarına Fatihalarla.
|