Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : "Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz." Yunus Emre Hz.
Gönderen : Onur
Tarih : 2/15/2018 2:57:08 PM


.









Sevgili Sabri Bey,





Size hocam diye hitap etmek isterim, umarım mahsuru yoktur.





Size İstanbuldan yazıyorum.





Ben otuz yaşında elektronik mühendisliği ile meşgul bir kardeşinizim.





Sohbetlerinizi yıllardır dinler, her dinleyişimde kendimi tazelenmiş ve arınmış bulurum.





İleride nasıl bir insan olmak istersin diye sorsalar, sizi gösteririm. Bunun en büyük nedeni ise, kendisi ile barışabilmiş ve kendisine bir şekilde kötülüğü dokunmuş insanları affedebilmiş olmanızdır. Bunu başkaları gibi sadece sözde değil gönlünüzde de gerçekleştirdiğinizi çok iyi biliyorum. Ama belki zaman zaman, sizin dahi gönlünüze vesveseler geliyor veya içinizde küllenen ateşlerden kıvılcımlar peydah oluyordur. Biliyorum ki bu çok çok zor bir şey. Belki dünyada insanın yapabileceği en zor şey budur.





Şimdi, müsadenizle geçmiş sohbetlerinizde bahsettiğiniz aile mevzusu hakkında size sormak istediğim sorular var. Anne ve babanın çocuğunu gönül ehli olarak yetiştirmesinin, kendisini seven, dolayısıyla insanlardan nefret etmeyen, ezmeyen, ezdirmeyen, sevgili bir evlat yetiştirmek için nasıl bir aile ortamı gerektiğinden uzun uzun bahsetmiştiniz.





Peki hocam, böyle bir aileye sahip olamayan ben, şiddet görerek, dünyada en önemli şeyin maddiyat olduğu empoze edilerek, önemsenmeden, değersiz bir varlık gibi veya afedersiniz sanki o evde beslenen bir hayvan gibi yetiştirilen, fikirleri, yetenekleri, gönlü, düşünceleri asla önemsenmemiş birisi olarak, şimdi ne yapacağım.





Bu şahıslar, ben büyüyüp evden ayrıldıktan sonra da değişmediler ve ben onlarla olan tüm ilişkilerimi kestim. Çünkü ne zaman bir araya gelsek, içlerindeki bu zehri kusmaya devam ediyorlar ve ben bir sarhoş gibi aylarca dolaşıyorum. Rabbime şükürler olsun, beni çok seven bir eşim ve sürekli sohbetler edilen, dünyalık sevgilerden uzak bir yuvam var. Onlarla birarada bulunduktan sonra evime geldiğimde kendime gelmem aylar alıyor. Bu yüzden artık hiçbir şekilde görüşmüyorum.





Âcizane daha altı yaşındayken ansiklopediler, romanlar daha doğrusu nerede bir kitap bulabilirsem onları okurdum, matematiğin temellerini öğrenmiştim, hatta sonraki yılda okula başladığımda okul bana çok saçma ve gereksiz gelmiş, elime geçen yabancı dökümanlardan onlarca ingilizce kelimeler öğrenmeye başlamıştım. Osmanlı padişahlarının hayatlarını okurken 9 yaşındaydım. Aynı zamanlarda resim ve şiire ilgim başlamıştı. Kendimce şiirler yazmaya başlamıştım.





Bunlardan kalan zamanlarda dualar ezberleyip geceleri okurdum. Namazlarımı eksiksiz kılardım. Kalan vakitlerde ise sokaklardaki yaralanmış kedileri arar, bulur onları iyileştirmeye çalışırdım. Evden ilaçlar kremler çalar, onların yaralarına sürerdim. Birçoğuda iyileşirdi.





Birkeresinde de bir kitapta şu duayı üçbin kere okuyanın bir dileği gerçekleşir diye görüp okumuştum. Sonra üçbinkere okuyup sonunda uçabilmeyi dilemiştim. Sonra iki üç metre kadar yüksek bir yere çıkıp aşağı atlamıştım. Çok büyük hayal kırıklığına uğramıştım. J





Ancak ne acıdırki tüm bunları, okula gittiğim zamanlar ve evde ise gizli gizli yapıyordum. Çünkü bunları yaparken beni gördüklerinde annem veya babam benimle alay ederdi. Profesör geldi, hoca geldi gibi sözler söyleyip, yazdığım şiirlerle alay ederlerdi, yırtarlardı. Çık sokağa oyna diğer çocuklar gibi ne yapıyorsun sen nebiçim çocuksun derlerdi. Evdeki kitaplarıda okurken onlara zarar verdiğimi, eskittiğimi söyleyip ulaşamayacağım yerlere kaldırırlardı.





Ve daha binlercesi….





Tüm bunlara rağmen hiç vazgeçmedim, bana maddi olarak destek vermemelerine rağmen okudum, küçük yaşta askeri okula gönderilen ve sonra subay olan sevgili abimin maddi destekleriyle iki üniversite okudum, kendimi geliştirdim.





Ancak ne yazıkki ne zaman kalemi elime alsam, içimden gelen dizeleri yazmaya çalışsam yapamıyorum. Bir yerde bir fikir konuşulurken ben de böyle düşünüyorum diyemiyorum. Birisi sorarsa ve ısrar ederse söyleyebiliyorum. Bir dönem tüm insanları zekaları düşük zavallılar olarak görüyor, diğer bir dönemi ise dünyanın en zavallı insanı gibi hissederek geçiriyorum. Konuşamadıkça içimde fırtınalar kopuyor. Bir ateş yanmaya başlıyor içimde anneme babama karşı, yapamadığım herşey ateş oluyor yakıyor. İnanın günün her saati her saniyesi onlardan nefret etmekle geçiyor. Yüreğim hergün milyarlarca kez hançerleniyor, hep onların cehennemin en kötü yerlerinde yanmalarını diliyorum. Hatta dünyanın en kötü en iğrenç insanı bile bir şekilde affedilebilir geliyor ama onlar asla.





Bir insanın içinde bu kadar büyük bir nefret ve ateş varken diğer insanlara sevgiyle bakması, zarar vermemesi ne mümkün diyeceksiniz. Evet, ancak elimden geldiğince insanlardan uzak durmaya çalışıyorum. Çünkü birisini bir sözle, bir bakışla bile incitsem, bunun azabı da aylarca beni yakıyor.





Sevgili Hocam, bu öyle bir korku ki bir evlat sahibi olma fikri benden çok uzak. Benden bir tane daha olan bir dünya cehennem gibi olurdu.





Şimdi, her gün biryerden bir yere göçmek ne hoş, dün de geçti, dünki sözde dün gibi gelip geçti, artık yeni şeyler söylemek lazım düsturunca, dünki sözü, dünki şemayı nasıl geçerim?





Nasıl unuturum? Nasıl affederim bana yaptıkları bu kötülüğü? Onların kendi anne babalarından hiçbir şefkat, hürmet görmemiş olması bana bunu yapmalarına geçerli bir sebep olabilirmi? Annesi babası çok kötü olan dostlarım var. Onlar diyorki sende evlat sahibi olunca anlayacaksın. Herkes anasının kuzusudur, insan olan evladına böyle bir hiçbir kötülük yapamaz, içi titrer, gerçekten onlar çok kötü insanlardır.





İnanın ki hayat artık ızdırap veriyor ve ben bu şekilde daha fazla yaşamak istemiyorum, Yaradandan beni almasını diliyorum.





Sizin düşünceleriniz benim için çok önemli, cevabınızı bekliyorum.





Ellerinizden hürmetle öper, Allah’a emanet olmanızı dilerim.





Saygılarımla





--------------------------------------------------------------------------------





Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :





Sayın Onur Bey,





Kıymetli yavrum, bu maili gönderdiğin iyi olmuş. Boş yere hayatını ıstırap içinde geçiriyorsun. Kendileri yanlış yetişmiş, sevgiye, saygıya, ilgiye özlem içinde hayatlarını sürdüern iki zavallı insanın sefil, perişan hayatı seni niye bu kadar üzüyor? Sana ne onlardan? Haddi zatında onları açlıktan ölmek üzere olan iki zavallı olarak kabul et. Onlara sevgi göster, saygı göster, onlara mütemadiyen hayır dua et. Gerçek insanlık budur. Bize düşen budur. Hayat budur yavrum. İnsanlardan ne kadar ne kadar zulüm, kötülük, anlayışsızlık görsek de bize düşen onlara herşey rağmen sevgi, saygı göstermek, hayır dua etmek, onları bağışlamaktır. Eğer, adam olmak istiyorsak onlar gibi zelil, aşağılık durumlarda kalmak istemiyorsak buna mecburuz. Lütfen, hemen karar vermeyin. Düşünün, daha çok düşünün. Hayatta yücelme, büyüme, güzelleşme böyle olur. İyiyi, mükemmeli herkes sever. İş, kötüyü de sevebilmededir. Madem ki her zerreden zikreden Allah, her sıfatta mevsuf olan Allah. Acaba o Yüce Allah niye senin karşına böyle bir ana baba çıkardı? Onların kızılacak bir tarfları yok ki. Onlar yaşadıkları çağın, toplumun, ailenin tesiriyle öyle kötü yetişmişler ki onlardan tiksinmeyi bırak, iğrenmeyi bırak, küfretmeyi bırak. Onları içinde yaşadıkları fare deliğinden çekip, çıkar. Allah rızası için, onlara el uzat. Onlara yardım et. Onlara sevgi göster, saygı göster, ilgi göster. Onlara insan olduklarını hissettir. Onlar, insanlık mertebesinde değil, hayvanlık mertebesinde bile değiller. Öyle görmüşler. Onların yaşadıkları hayat utanç verici. Ama,bize bizen düşen görev görev onlardan tiksinmek değil, oları çekip kurtarmak.





Kıymetli yavrum, seni anlıyorum. Istırabına saygı duyuyorum. Mailini ağlayarak okudum. Ama, biraz derine inerek düşünelim. Bu, yaratıklar senin karşına niçin çıktılar? Bundaki ilahi hikmet nedir? Lütfen, onu çözmeye çalış. Amaç, senin yetişmen, tekamül etmen, olgunlaşman, hazret-i insan olman. Vaktiyle Lokman Hekim çevresinin en edepli, en zarif, en güzel insanıymış. Ona sormuşlar, “Efendim” demişler, “bu makama, bu güzelliğe asıl ulaştınız?” Lokman Hekim gülmüş, “Yavrum” demiş, “çevremdeki negatif insanlara baktım, onların hallerini inceledim, onlar ne yaptıysa ben aksini yaptım. Onlar aptalca, sersemce, manyakça içlerini kin ve nefretle doldurmuşlardı. Ben, içimi sevgiyle, saygıyla, edeple, incelikle, hizmet aşkıyla doldurdum. Mesele bundan ibaret”.










Evet yavrum, yarın ilahi mahkemede Allah’ın huzuruna çıkacağız. Herkesin hesabı kendinden sorulacak. Bize ne başkalarından? Siz, lokantada yemek yerken çevrenize bir bakın. Her masanın hesabı oraya gidiyor. Hayat böyle yavrum. O masadakiler ne yerlerse, ne içerlerse onun hesabını kendileri veriyorlar. Ben sizin kısa bir süre sonra hazret-i insan makamına ulaşacağınıza bütün kalbimle inanıyorum. Bunu şimdiden görür gibiyim. Allah’ın huzurunda size söz veriyorum. Elimden gelen maddi, manevi her fedakarlığı yapmaya hazırım. Yirmi dört saat emrindeyim. Gel, el ele verelim, bu sevgisizlik bataklığından çıkalım, kurtulalım. Bunun en kolay metodu vermeyene vermek, sövene güzel söz söylemek, beddua edene hayır dua etmek. Unutma ki yavrum, sevgi bütün kirleri yakan bir ateştir. Gel, içimizi sevgiyle dolduralım. Biz de Yunus gibi










“Aşk gelicek, cümle eksikler biter”










diyelim. İçimizdeki aşkı hergün biraz daha büyütelim, büyütelim, öyle büyütelim ki onun içine girmemiş yeryüzünde bir tek insan, bir tek hayvan, bir tek bitki ve birtek eşya kalmasın. O zaman biz de Yunus gibi










“Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım.





Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz”










diyelim.





Selam, sevgi ve saygı ile.










Sabri Tandoğan


Aziz Ruhlarına Fatihalarla.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]