Allah dostları çoğu zaman gizlidir. Altının kayaların altında gizli olması gibi Allah da dostlarını toplum içinde gizlemiştir. Kendilerinin nasıl ve ne zaman karşımıza çıkacaklarını bilemeyiz.
Nalıncı Baba'nın hikayesi beni çok etkilemiştir. Dostlarla paylaşmak isterim:
Murat Han (III. Murat) bir gün gördüğü bir rüya üzerine telaşla kalkar.
Veziriazam Siyavuş Paşa sorar:
- Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?
- Akşam garip bir rüya gördüm.
- Hayır mı, şer mi öğreneceğiz,hazırlan dışarı çıkıyoruz der
Ve iki molla kılığında çıkarlar yola, Unkapanı civarlarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatli bakınır. İşte tam o sıra, orta yerde yatan bir ceset gözlerine batar. Sorarlar:
Ahali ‘Aman hocam hiç bulaşma.’ derler, ‘Ayyaşın, meyhur’un biri işte!’
- Müsaade et de bilelim, kırk yıllık komşumuz derler
Bir başkası ‘Biliyor musunuz aslında iyi sanatkârdır. Azaplar Çarşısı’nda çalışır, nalının hasını yapar. Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem nerede namlı mimli kadın varsa takar peşine.’
Hele yaşlının biri çok öfkelidir:
‘İsterseniz komşulara sorun.’ der, ‘Sorun bakalım, onu bir kere olsun cemaatte gören olmuş mu?’
Hasılı mahalleli döner ardını gider. Tam vezir de toparlanıyordur ki padişah önünü keser.
- Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem. Ama biz gidemeyiz. Öyle veya böyle tebaamızdır. Defnini tamamlamamız gerek.
- Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
- Naaşı kaldırmalıyız en azından ama önce bir gasılhane bulmalıyız.
- Şurada bir mahalle mescidi var ama..
- Olmaz. Vefat eden sen olaydın nereden kalkmak isterdin?
- Ne bileyim Ayasofya’dan, Süleymaniye’den. En azından Fatih Camii’nden.
- Ayasofya ile Süleymaniye’de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii’ni iyi dedin. Haydi yüklenelim.
Ve gelirler camiye. Siyavuş Paşa sağa sola koşturur kefen, tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa. Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki naaş ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur aydınlanır alnında. Yüzü şakilere benzemez. Hem mânâlı bir tebessüm okunur dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin ona keza. Meçhul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine hayli vardır daha. Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır ‘Sultanım’ der, ‘Yanlış yapıyoruz galiba’.
- Heyecana kapıldık, cenazeyi sorup araştırmadan getirdik buraya, Kimbilir hanımı vardı belki, belki de yetimleri?
- Öyle ya.Sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim.
Padişah sorar soruşturur, nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler, sanki bu vefatı bekler gibidir.
-Biliyor musun oğlum diye dertli dertli söylenir. Bizim efendi bir âlemdi vesselâm. Akşamlara kadar nalın yapar, ama birinin elinde şarap şişesi görmesin, elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi.
- Ümmet-i Muhammed içmesin, diye.
Sonra malum kadınların ücretini öder eve getirirdi. ‘Ben sizin zamanınızı satın aldım mı, aldım.’ derdi. ‘Öyleyse şimdi dinleseniz gerek...’ O çeker gider, ben menkıbeler anlatırdım onlara. Mızraklı İlmihal, Hüccet-ül İslâm okurdum.
- Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki.
- Milletin ne sandığı umurunda değildi. Hoş, o hep uzak mescidlere giderdi. ‘Öyle bir imamın arkasında durmalı ki...’ derdi, ‘Tekbir alırken Kâbe’yi görmeli.’ Öyle imam kaç tane kaldı şimdi. İşte bu yüzden Nişanca’ya, Sofular’a uzanırdı . Hatta bir gün Bakasın Efendi dedim. Sen böyle böyle yapıyorsun; ama komşular kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada.
- Kimseye zahmetim olmasın deyip mezarını kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. İş mezarla bitiyor mu dedim.Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?
- Önce uzun uzun düşündü, sonra ‘Allah büyüktür hatun.’ dedi, ‘Hem padişahın işi ne?’
Nalıncı Baba’nın asıl adı, Muhammed Mimi Efendi’dir. Bergamalıdır. 1592’de vefat etti. Cenaze hizmetlerini bizzat padişah gördü ve onu evine defnetti. Kabri üzerine bir kubbe, önüne bir çeşme koydurdu. Bir tekke ile adını yaşattı. Türbesi Unkapanı’nda, eski Cibali Tütün Fabrikası’nın arkasında, Haraçzade Camii karşısındadır. Sultan Murad da 3 sene sonra rahmet-i Rahman’a kavuştu.
Hürmetlerimi sunar, ellerinizden öperim
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
-----------------------------------------------------------------------------
Kıymetli yavrum, inanılmayacak güzellikte, akıl almayacak mükemmeliyette gönderdiğin mail için sana gökteki yıldızların sayısınca teşekkürler. Yarabbi, zarafet, incelik, kibarlık, asalet, güzellik hepsi ama hepsi bu mailin içinde. Keşke bunu bütün insan kardeşlerimiz, duyabilse, hissedebilse. Hele içinde bulunduğumuz, yaşadığımız şartların negatifliği içinde Yarabbi, biraz insanlığa, biraz efendiliğe, biraz saygıya, biraz sevgiye, biraz ilgiye hepimiz de nasıl susadık. İçimiz alev gibi. Yanıyoruz. Elimize aldığımız gazeteden, açtığımız televizyon kanalından nakış iğnesinin ucu kadar da olsa müspet, olumlu, pozitif birşeyler bekliyoruz. İçimizdeki yangını söndürecek, gözlerimizde biriken yaşları silecek bir minicik bir ses, bir nefes bekliyoruz. Buna hepimiz de ne kadar muhtacız. Başımızı okşayacak bir elin nasıl da özlemi içindeyiz. Sanki sertlik, kabalık, hoyratlık, saygısızlık hayat kurallarımız olmuş. Acaba bu kadar negatiflikten elimize ne geçiyor. Yerine göre bir tek kelime, yerine göre bir tebessüm bizi hayata döndürecek kadar, kalbimizde umut ışığı yakacak kadar, içimizdeki kırılan dalları onaracak kadar güçlüyken, biz habire yangına körükle gidiyoruz. Alevin, ateşin üstüne sevginin, saygının, edebin, inceliğin suyundan dökeceğimize benzinle gidiyoruz. Aslında şu toplumda hepimiz de ne kadar da yaralıyız. Ne kadar kırılmışız, un ufak edilmişiz. Bir türlü bize uzanacak dost elleri anlayamıyor, idrak edemiyoruz. Bu gidiş nereye? İnsanların çoğunun birbirine küskün, kırgın olduğu ailelerde artık bahar rüzgarları esmiyor. Sanki televizyonlardaki diziler bu yangını körüklemek için hazırlanıyor. Bugüne kadar bir tek dizide sevgi dolu, saygı dolu, şefkat dolu birtek aileyi, birtek aile ferdini gören varsa, işiten varsa lütfen söylesin, göstersin. Kabalık, birbirini hor ve hakir görmek, başkalarının önünde birbirini küçük düşürmek, kabalığı ve hoyratlığı marifetmiş gibi göstermek bu dizilerin ana ilkeleri. Ama ne yazık ki bir kişi çıkıp da
“Zaten biz söylemeyiz, söyleniriz”
diyenler ne kadar haklı. İşte bu sevgili dostumuzdan gelen mail gibi bahar rüzgarları bizleri biraz serinletiyor, ferahlık veriyor. Allah ondan razı olsun.
Yeniden buluşmak ümidiyle selamlar...sevgiler...saygılar...
Onun ve Hakka Göçmüş Yakın Dostlarının Aziz Ruhlarına Fatihalarla.