.
Sevgili Babacığım, Aziz Dostlar; Hepinizi sevgiyle, saygıyla, özlemle selamlarım…
Babacığım bu gün Mesnevi’de okumuş olduğum bazı beyitleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
· Her günün hali, dünki günün haline benzemez. Haller ömür, zaman ırmak gibi akar, gider. Onu bağlayacak, akışını durduracak hiçbir şey yoktur.
(Ömrün bir su gibi akıp gittiğini Şirazlı Hafız merhum şu beyti ile ne güzel ifade buyurmuş:
“Bir ırmağın kenarına otur da akıp giden ömrü seyret! Cihanın geçici ve fani olduğuna dair bu işaret, bu misal bize kafidir”
Ömür çok kıymetlidir diyoruz, diyoruz ama, onu gereği gibi harcamıyoruz. Abdurrahman Cami hazretleri de:
“Kıymetli ömrümüz gelip geçmekte,biz onun akıp gidişinden gafiliz, haberimiz yok. Yazıklar olsun, aziz ömrümüzden keder ve ızdıraptan başka bir şey elde edemedik. Ömrümüzü iyiliklerle, ibadetlerle geçiremedik.”
· Ey genç, şu beden bir misafirhanedir. Her sabah o eve koşa koşa yeni bir misafir gelir.
(İnsanın bedeni dolayısıyla gönlü misafir evine benzer. Çeşitli üzüntüler, düşüncelerde o evde kalmaya gelen misafirler gibidir. Arif, beden evine gelen misafirlerinden şikayet etmez. Neşeli ve gamlı düşünceleri iyi karşılar. Onları hoş görür, çünkü onlar tanrı misafirleridir. Biraz duracaklar, sonra gideceklerdir.)
· Ey insan! Sen baştan başa bir mana denizisin. Islaklığı ne diye istersin? Sen tamamıyla varlıktan ibaretsin, yokluğu ne diye ararsın?
(Ey insan, sen büyük bir mana denizi iken nem mesabesinde olan eşyayı neylersin? Ona neden gönül bağlayıp onunla ilgilenirsin? Ey kainatın özü olan insan, bütün varlıklar, senden ibarettir! Eşya sana nisbetle yok gibidir. Sen kendi hakikatini arayacağın yerde, yok gibi olan maddi varlıkları neden istersin? Dünya varlıkları mal, mülk, çocuk her şey bir seraptan ibarettir!)
· Ey insan, sana hizmet etmek bütün varlıklara, bütün mahlukata farzdır. Senin gibi bir cevher nasıl olur da a’razdan ihsan ister, lütuf bekler.
(Ey kainatın özü, zübdesi, ey bütün varlıkların hulasası olan insan; akıl düşünce, tedbirler, bunların hepsi senin kölen gibidir. Sen bütün kainatın en şereflisi, en mükemmelisin. Sadi Hazretler; “Bulut, rüzgar, ay, güneş, gökler, sen eline bir lokma ekmek alasın da, gafletle yemeyesin diye çalışıp didinmektedirler. Bunların hepsi senin için, senin uğrunda Allah’ın koyduğu kanuna göre çalışırken senin çalışmaman, vazife yapmaman insafsızlıktır!” diye buyurmuştur.
· Sen bir damla suda gizlenmiş bir ilim denizisin. Üç arşınlık bedeninde bir alem gizlenmiş.
(Hz. Ali: “ Sen kendini küçük bir şey zannediyorsun. Halbuki sende büyük bir alem gizlenmiştir.” Diye buyurmuştur. Hz. Mevlana “Kitaplardan bilgi elde etmek istiyorsun. “ diye buyururken insanın “nüsha-i Kübra” ve “kitab-ı mübin” olduğuna işaret buyurmuştu. Şu halde aradığını neden kendinde aramıyorsun da, insanların yazdıkları kitaplarda arıyorsun? Sen Allah’ın kitabısın, onu bırakıyorsun da fani insanların yazdıkları kitaplarla meşgul oluyorsun.)
· Sen ne olduğu bilinmeyen bir ruhsun, niteliği bilinmez bir cansın. Keyfiyet, nitelik alemine hapsedilmişsin. Sen bir güneşsin, bir ukdeye tutulup kalmışsın; yazık sana.
(Hz. Mevlana insanı, bir manevi güneşe benzetiyor. Alem de o güneşin ışığı ile parlayarak oynaşan zerreler gibidir. İnsanın Allah’tan feyz almayı düşünmeden dünyada fani zevkler peşinde koşmasını, neşe aramasını güneşin zerreden borç istemesine benzetiyor. Güneş nasıl olur da zerreye muhtaç olur? İnsan ruhu, aslında keyfiyet ve kemiyetten (nicelik ve nitelikten) münezzeh, mukaddes bir emr-i ilahi ve rabbani bir nurdur. Fakat insanların çoğu ruhun yüceliğini, kıymetini bilmeyerek, onun hakikatinden habersiz kalmışlardır. Bu sebeple o aziz can, o mukaddes varlık, o ilahi emanet, maddi zevke kapılmış, sadece bedeni ile yaşama sevdasındadır. Hiddetin, şehvetin, şöhretin, cismani zevklerin hapishanesine düşmüştür. Nefis gıdaların, eğlencelerin meftunu olmuştur. Sanki mana güneşi, semavi bir hadiseye uyarak “ukde-i zenb” (=günah düğümü) ile bağlanmış, tutulmuş, ışığını saçamaz olmuştur.
Kula düşen vazife şudur ki: Kendi mertebesini bile! Kendi büyüklüğünden haberdar ola! Gelip geçici ve bir türlü tatmin edilemeyen zevklere esir olmaya! Neşeyi ne şarapta, ne de fani sevgililerde aramaya! Her şeyi kendinde, kendi gönlünde araya!
Bir şiirinde Mevlana aynı konuyu terennüm etmiştir:
“Puta tapanlar gibi surete, dış görünüşe bağlanmışsın, köle olmuşsun. Sen Yusuf gibi güzelsin, fakat kendi içine bakamıyorsun. Allah’a yemin ederim ki, sen aynada kendi iç güzelliğini görsen, kendine aşık olursun, kimsenin semtine uğramazsın.”
Sonsuz sevgilerimle ellerinizden öpüyorum..
Cahide