Merhaba Sabri amca;
Bu hafta gelemedim size; inşallah kırılmamışsınızdır. Sizi görememiş olsam da, size gelememiş olsam da sizi çok sevdiğimi biliyorsunuz. Çünkü siz hep kalbimdesiniz benim ve hep öyle kalacaksınız. Bu hafta pek keyfim yoktu; o yüzden gelmeyi pek istemedim. Artık Fenerbahçe'ye gitmiyormuşsunuz; buna da üzüldüm annemden duyduğumdan beri. Sabah Alper'le özgürlük parkına gittik kahvaltı etmek için. Biraz oturduk; yeşilliği çok seviyorum. Ağaçlıklar altında çok güzel bir yer. Oraya sık gittiğimiz için garsonlar tanıyorlar bizi; hepsi de iyi insanlar. Serin oluyor orası; ağaçlıklar altında masalar var; yanında süs havuzu gibi bir havuz yapmışlar; deniz yerini tutmasa da güzel bir yer. Şimdi de eve geldik. Alper arka odada bilgisayarda birşeyler yapıyor; ben de salonda pencereyi açtım; gözümün önündeki kocaman ağaçların güzelliğini, serçelerin birşeyler ararmışçasına ordan oraya konmalarını seyrediyorum; o kadar tatlılar ki; seke seke gidiyorlar ufacık bedenleriyle; bahçedeki ağaçlar da okadar güzel ki onları seyretmek bana nasıl bir huzur veriyor, ruhuma dinginlik veriyor size anlatamam. Bir de sürekli Türk Sanat Müziği çalan bir radyo kanalı açtım radyoda; onu dinliyorum. Zaten radyo hep bu kanala ayarlı, hep onu dinliyorum. Alaturka diye bir kanal; çok güzel ve dinlendirici müzikler çalıyor. Zaten dinlemek de söylemek de gönlüme çok hoş bir huzur veriyor. Evde de sık sık şarkı söylüyorum; otururken, bulaşık yıkarken, banyodayken, ütü yaparken, çamaşır asarken, toplarken; kendimi o kadar mutlu hissettiriyor ki bana; hatta işyerinde bile işimi yaparken çok kısık sesle, kimsenin rahatsız olmayacağı şekilde ara ara mırıldanıyorum. İçimi aydınlatıyor sanki müzik; içimi ışıtıyor. O zaman çevremdeki hiçbir negatifliği görmüyorum, duymuyorum, kendi dünyamda yaşıyorum. Bir yandan müzik dinlerken bir yandan da size mail yazıyorum şu an. Ve düşünüyorum; kimbilir şuanda nerede oturuyorsunuz; yine neşeli neşeli espriler yapıp gülüyor musunuz diye düşünüyorum. O tatlı gülüşünüz, kahkahanız gözümün önüne geliyor. Şuan Zeki Müren bir şarkı söylüyor; bir ses bu kadar mı güzel olur, bu kadar mı yumuşak olur, bu kadar mı insanın içine akar;
"şimdi uzaklardasın,
gönül hicranla doldu,
hiç ayrılamam derken,
kavuşmak hayal oldu..."
Şu aralar Rana teyzenin kitabını okuyorum. Ne güzel, ne hassas, ne düşünceli, ne pozitif, herşeye olumlu bakan bir insanmış; ne değerli bir insanmış kendisi. Kendisini daha yakından tanımayı ne çok isterdim. Daha önce okumuştum kitabını fakat sanki şu an hiç okumamış gibiyim; sanki ilk defa okuyor gibi hissediyorum kendimi. Kitapta güzel sanatlarla ilgili bir bölüm var. Orada demiş ki "yaptığı resmi modeline, yani Allah'ın yarattıklarına en çok benzeten ressam en güzel resmi yaptığı için en büyük ressamdır" demiş. "Bir resme bakıldığında insanda huzur, neş'e, içinde bir güzellik oluşturuyorsa o resim güzeldir" demiş; "Güzelliklere baka baka insan manen yükselir, içi huşu ile dolar" demiş. Aynı şey müzik için de geçerli öyle değil mi Sabri amca? Yani insanın içine huzur veren, insanın içini aydınlatan, mutluluk veren müzikler de aynı şey, öyle değil mi? Burada sormak istediğim bir soru var Sabri amca. Devamlı bu bahsettiğimiz tarz güzel resimle ya da güzel müzikle uğraşan ya da bir sanatla uğraşan insan kötü bir insan olabilir mi? Ya da tam tersini sorsam, bir insan güzel sanatların hiçbir dalıyla ilgilenmiyor, güzel sanatlardan bahsettiğiniz zaman hiçbirşey anlamıyor, hiçbirşey hissetmiyorsa kötü bir insan mıdır o insan? Öyle insanlarla fazla samimiyet kurmamak mı gerekir? Ya da sohbeti belli bir seviyede mi bırakmak gerekir? Ben internetten bulduğum resimleri yaparken; onları biraz benzetiyorum fakat tıpatıp benzemiyor; hele insan resimleri; Allah'ım ne kadar zor yapmak... Geçen hafta departmanımıza o kızın işleri için gelen o çocuk yaptığı iki resmi getirmişti. İnsan resmiydi ikisi de! Nerden bakarak yaptığını gösterdi. İki resmi de biraz inceledim. Allah'ım nasıl tıpatıp aynısını yapmış resimlerin; nasıl güzel yapmış. O resimlere bakarken duygulandım, ürperdim. Ben o kadar resimleri incelerken diğer departmandaki arkadaşlar şöyle bir baktı geçti. Benim bakarken hissettiğimi hiç hissetmediler sanki. Oysa orada çok güzel iki tane resim vardı. Düşündüm; ne büyük bir yetenek diye düşündüm; çocuğun ellerine baktım, ufak elleri vardı; o ufak ellere Allah öyle bir yetenek vermiş ki; o eller belli ki resim yaparken büyüyor, büyüyor ve baktığı resmin tıpatıp aynısını yapıyor. Allah inşallah o yolda ilerlemesini ve her yaptığı resimle biraz daha, biraz daha ilerlemesini ve güzel bir insan olmasını nasip eder. Siz hep diyorsunuz ya dünyada nekadar insan varsa o kadar farklı karakter, farklı ruh, farklı bakış açısı var diye. Gerçekten herkesin herşeye bakışı farklı. Herkes herşeyi kendi benliği, kendi algısı doğrultusunda algılıyor. Benim çok duygulandığım birşeyden bir başkası hiç bir şey hissetmeyebiliyor. Bu tip şeyler olaylara bakış açılarıyla mı ilgili Sabri amca? Aynı şekilde tüm insanları sevebilmek için de içimizin tertemiz mi olması gerekiyor? Eğer içimiz kirli, düşüncelerimiz temiz değilse diğer insanları nasıl görürüz? olduklarından farklı mı? Mesela çok iyi bir insanı çok kötü görebilir miyiz? Ya da çok kötü bir insanı çok iyi? Melek gibi bir insana haksızlık edebililir miyiz? Bunları biraz açıklayabilir misiniz? Düşüncelerimizin annemizden doğduğumuz zaman ki kadar temiz olabilmesi mümkün mü? Kalbimizin de kafamızın da tertemiz olabilmemiz için neler yapmalıyız? Nasıl davranmalıyız? Diğer insanlarla ilişkilerimiz nasıl olmalı? Nasıl konuşmalıyız? Gönlümüzü ve kafamızı nasıl temizlemeliyiz?
Sizi çok seviyorum. Allah'a emanet olun.
Sevgi ve saygıyla ellerinizden çok öpüyorum.
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın İlknur Hanım,
1-) Öyle insanlar vardır ki belki dünyanın en iyi insanlarından biridirler ama yetişme şartları, içinde bulundukları ortam, ailevi kültürleri onların güzel sanatları tanımasına imkan vermemiştir. Bu durumda onlara nasıl kötü diyebiliriz?
2-) Herkesin dünyası farklıdır. Herkesin olaylara bakışı, onları değerlendirişi farklıdır. Atila İlhan bir şiirinde
“Anladım imkansız şey, bir insanın bir başka insanı anlaması”
diyor. Yunus Emre,
“Hiç kimse bilmez bizi biz ne işin içindeyiz”
diyor. Alexi Carel,
“İnsan bu meçhul”
diyor. Belki de bu farklılıklar, bu değişiklikler hayata bir renk ve güzellik veriyor...
3-) Bir kadının makyajını temzi ve güzel yapabilmesi için baktığı aynanın temiz olması gerekmez mi? Kirli bir aynada neyi görebiliriz ki? Hayat da öyle. İçi kin ve ihtirastan, nefret ve düşmanlıktan zift gibi olmuş bir insan neyi görebilir ki...
4-) Bir insan Allah ve Peygamberin emrettiği yolda giderse, İslamın güzellikleriyle bezenirse, kinden, nefretten, düşmanlıktan uzak durursa, affedici olursa, “her dem taze doğarsa”, annesinden doğduğu gibi tertemiz yaşayabilir.
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Aziz Ruhları Şad Olsun.