.
Efendim sizi ve tüm gönül dostlarıma gönül dolusu saygılar. Allah'ın selamı üzerinize olsun.
Geçen haftalarda gittiğim Velasquez sergisi ile ilgili izlenimlerimi izninizle paylaşmak istiyorum.
Birçok ressamın hayatını okurken dikkatimizi şu cümleler çekmiştir: Zamanında tanınmadı. Değeri bilinmedi. Sefalet içinde yüzdü.
Bu tanımlamaların hiçbiri Velasquez için söylenemez. O zamanının en iyi tanınan, en sevilen ve değer gören ressamlarından biriydi. Gayet iyi imkanlar içerisinde arkasına koskoca İspanya Kralı 4. Felipe'yi alarak yaşadı. Felipe onu ve sanatını o kadar sevdi ki saray baş ressamlığına yükseltmesinin yanı sıra şövalyelik ünvanıyla da onu onurlandırdı.
Velasquez bu kadar ihtimamı ve değeri sonuna kadar haketmiş bir sanatçıydı. Bunu özellikle yaptığı sayısız saray soylusu ve soytarısı portreleri ile çok meşhur Nedimeler çalışmasından anlayabiliyoruz.
Viyana'nın,eserlerin özenle, adeta bir anne şefkatiyle korunduğu, bakımlarının yapıldığı Sanat Tarihi Müzesi 'nde, ressamın eserlerinin bulunduğu sergi salonundayım. İspanya Kraliçesi'nin bizzat gelerek açtığı bir sergi bu. Onlarca eser İspanya'dan gelmiş. Müzenin kendi bünyesinde de hatırı sayılır bir Velasquez koleksiyonu var.
Yaşı her yıl biraz daha büyüyen, elbiselerinin ihtişamı aynı, renkleri değişik olan, mutsuz bakışlı Prenses Margerita serisi olduğu gibi Viyana Müzesi'ne ait.
O kadar imkanın içinde, insanlar peşinizde pervane iken nedir bu gözlerdeki hüzün Sevgili Prenses? Şayet saray teamülleri gereği bu şekile poz vermişseniz bilemem yoksa aklıma Yunus Emre'yi getiriyorsunuz: "Bunca varlık var iken Gitmez Gönül Darlığı" Ressamın,Margerita'nın elbiselerinin kıvrımlarını tabloya döküşü en az prensesin içinin derinliklerinden gözlerine yansıyan mutsuzluğunu resmetmesi kadar muhteşem. Aynı başarıyı "Soytarı" adlı eserinde de yakalamış sanatçı.Görevi mütemadiyen güldürmek olan saray görevlisinin gözlerden taşan gizleyemediği hüznü. Bu eserin önünde uzun uzun durdum. "Acaba" dedim kendi kendime "Soytarının gözlerinde bu hüzün yok da ressam kendi hissiyatını mı tuvale yansıttı?" Ama sonra aklıma Velasquez için denilen "Gerçeğin Ressamı" sözü geldi. O bakışlar bir ananın ak sütü kadar doğaldı. Iki Saray mensubu. Biri en üst düzeyde. Bir prenses. Diğeri en altta. Bir parya neredeyse. Aynı sarayın koridorlarını arşınlayıp aynı mutfağın aşından yiyen iki farklı insanın mutsuzlukta birleşmeleri. Beni en çok etkileyen resmin önündeyim şimdi. Bodegon denilen bir resim türü ile yapılmış. Yani insan figürlerinin gündelik yaşam içinden mütevazı insanlar içinden seçildiği, onların genelde mutfakta bulunan eşyalarla,yiyecek ve içeceklerle hep birlikte resmedildiği eserlerden bahsediyoruz. Yaşından önce yıpranmış handa çalışan bir hanım tahta masaya oturmuş iki beye içki servisi yapıyor. Ekmeğini sorunsuz olarak kazanmaktan başka bir şey istemiyor. Masada bir tabak ve içinde yarım balıkla limon var. Hiçbir albenileri olmamasına rağmen canım limon sıkılmış güzel bir balık istiyor. Sadeliğin başarısı.Yuvarlak üstü basık bayat görünümlü bir ekmeği ise ne hikmetse pörsümüş bir bütün havuç takip ediyor. Beylerden biri oldukça genç ve heyecanla hayata geçirmek istediği projelerinden bahsediyor. Ekonomik olarak bir an evvel yırtmak için bu konuşmayı yaptığını zannediyorum. Karşıdaki adam ondan hayli yaşlı, kerli ferli bir tip. Belki babası, belki amcası. Bir aile dostu ya da vaftiz babası. Kim olduğunu bilemiyorum ama gencin ondan kendisini finanse etmesini isteyeceği çok açık. Günümüzden yaklaşık 400 yıl öncenin bir görüntüsü bu. Ama o kadar bugüne ait ki. O kadar bilindik ihtiraslarda örülmüş nefsin kuşattığı bir sahne ki...
Efendim yazımı siz Değerli Büyüğümün vaktiyle siteye gelen bir soru üzerine verdiğiniz cevaptaki Velasquez ile ilgili bölümle bitirmek istiyorum müsadenizle ve hürmetle,özlemle ellerinizden öpüyorum. " Velasquez'in resimlerini incelemek için İspanya'ya kadar gittim. Bütün seyahatim boyunca kuru ekmek yedim. Gücüm ona yetiyordu. Ve onu sanatının önünde, büyük, güzel, yüce, ürpertici san'atının önünde, saygıyla eğildim."
"Mayıs"