.
Efendim,
Nurten Hanim a cevabinizda öyle anlam yüklü cümleler yazmissiniz ki, her bir cümlenizi dikkatle bir daha okudum. Soru sormak ne kadar önemli. Soru, ilmin kapisidir diye ögrenmistim. Kendimize sormaliyiz dediginiz sorularda niçin? diye baslayan sorular sormayi yazmissiniz. Neden veya niçin? Ikisi arasinda ince nüans farklari var gibi geldi bana. Neden yasiyoruz? ile niçin yasiyoruz? sorulari arasinda fark var mi? Niçin? = ne için? anlaminda bir soru oldugundan diye düsündüm. Yüce Allah'in katinda makbul olan bütün hayir dualari sizinle olsun. Sonsuz hürmetlerimle.........
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın Hatice Hakeri,
2.5.2007 tarihli mailinizi aldım.
Efendim, insanoğlu dünyaya geliyor. Çevresinde bir anne, baba, bir aile buluyor. Sonra bu ailenin sınırları gittikçe büyüyor. Bir toplum oluyor. Her an insanoğlu bu toplumla temas halinde çocukluk günlerini yaşıyor, oyun oynuyor. Sonra bir erdem ortaya çıkıyor: bir genç kız, bir delikanlı kendi çevrelerinde binbir deney yaşayarak orta yaşa geliyorlar. Tahsil yapıyorlar, meslek sahibi, iş güç sahibi oluyorlar, mal, mülk sahibi oluyorlar. Evleniyorlar, çocukları oluyor, yaşlanıyorlar ve zamanı gelince Hakka göçüyorlar. İnsanoğlunun yaşam macerası bu...
İnsanın bir bedeni bir ruhi, bir manevi yönü var. Bugünkü seküler dünya nizamı içinde insanoğlu hep dış çevreden gelen uyarılara cevap vermeye çalışıyor.
“Sonum varmış, onu düşünsem asıl”
diyemiyor. Bir mana aleminden geldiğini, bir mana alemine gideceğini ve bu iki kapı arasında ne yapması gerektiğini tefekkür edemiyor. Bütün çabalar, bütün gayretler, bütün didinmeler hep bu dış alem için. Ama ne oluyor, sonuç ortada. Sadece perişanlık, yıkıntılar, hayal kırıklıkları, aldanışlar, iğfaller, tecavüzler, kalleşlikler, alçaklıklar, namussuzluklar. İşte yalnız dış hayatı yaşamanın acı faturası.
İnsanoğlu hayatının başında kendisiyle hesaplaşmadıkça neden dünyaya geldim, yaşamaktaki amacım nedir, nasıl yaşamalıyım ki sonunda pişmanlık duymayayım. Kendime yazık etmeyeyim, diye sorup, bu sorunun cevabını müspet bir şekilde veremedikçe, bulamadıkça sefil ve perişan olmaya mahkum. Bunda şaşmayan matematik bir kesinlik var. Hayatın özü, ruhu, çekirdeği bu sorunun cevabında.
Olay bundan ibaret. Ne yazık ki seküler dünya nizamında hayat öyle duzenlemiş ki birçok insan çevresindeki yıkıntılar, harabeler, perişanlıklar, zavallılıklar içinde bu soruyu kendine soramıyor. Pak tabiidir ki soru sorulmadıkça cevabı da gelmiyor. İşte önümüzde cevabı verilemeyen binlerce sorunun asıl kaynağı: “Neden dünyaya geldim, nasıl yaşamalıyım ki hayatımın sonunda pişmanlık duymayayım. Berbad ettim, mahvoldum, hayatımı rezil ettim demeyeyim”.
Efendim, bütün mesele bundan iaret. Ama insanoğlu asırlar süren uykusuna öyle dalmış ki uyanacağa benzemiyor. Herkes kendine göre bir oyuncak bulmuş, oyalanıp duruyor. Amaçlar, vasıta haline gelmiş, vasıtalar amaçların yerini almış. İnsanoğlu sürekli olarak kendini kandırıyor. Bir türlü “sonum varmış, onu düşünsem asıl” diyemiyor. Ve bu zavallılar herşeyi, herkesten iyi düşündüklerine, herkesten iyi bildiklerine öyle inanıyorlar ki Fikret’in
“İnan Haluk, ezeli bir şifadır aldanmak”
mısraı hayatlarının realitesi oluyor. Ne diyelim, mübarek olsun. Sezai Karakoç, bir şiirinde “Sen gittin, bize bir ağlamak kaldı, ardından kala kala” diyordu. Modernitenin kıskacındaki zavallı insanlar için bu mısraı söylemekten başka elden ne geliyor?
Allah cümlemize hayırlı sonlar versin, iman ile çene kapamayı nasip etsin. Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Onun ve Hakk'a Göçen Ailesinin Aziz Ruhlarına Fatihalarla.