Gerçek Sultanımıza ve birbirlerine sultanlar gibi muamele etme inceliğini sergileyenlere SELAM...
Zihnimde paylaşmak istediğim birkaç konu vardı.. Ancak, birbirini tamamlayan iki yaşanmış hikâye benim için birden ön plana çıktı.. İlki, Merhum Dr. Münir Derman Beyefendi'den naklen.. Bendeniz, kendileri ile tanışma şerefine erişemedim.. Dolayısıyla, bu yaşanmış hikâyeyi bir web adresinden alıntı yaparak mânevi zevkinize arz ediyorum..
Diğer hikâye, Merhum Dr. Haluk Nurbâkî Beyefendi'den naklen... Kitaplarından yararlanmaya çalıştığımız bir başka özel insan.. Yıllarca önce okumuştum şimdi aktaracağım anısını.. Bir dostum e-posta adresime gönderdiği için tekrar okuma imkânı buldum...
En kalbi saygılarımla,
Kardan Adam
MERHUM MÜNİR DERMAN'DAN MERHUM HÜSNÜ DEDE
Bundan 26 sene evvel, küçük bir kasabada devlet hizmetinde doktorluk yapıyordum. Kasabaya gelişimden 6 ay sonra 80 yaşlarında, beş evlâdını harb meydanlarında şehid olarak bırakmış, hayatta ancak ellibeş yaşında çocuksuz dul kalmış kızının çamaşır yıkayarak temin ettiği nafaka ile geçinebilen Hüsnü Dede isminde zaif, fersiz gözlü, nuranî yüzlü bir ihtiyarı kazanın müftüsü bana gösterdi. "Doktor Bey, bu zat Kur'ân'dan bir iki küçük sûre ve Elham'dan başka bir şey bilmez.
Para verirsin almaz, bulursa ekmeği suya batırarak yer; garip olduğu kadar hoş, sessiz, hakîkî bir mü'mindir."
"Kasabamız zenginlerinin, nedendir bilmem, şefkat ve yardım kolları kısadır. Kızılay'dan bu zavallı ihtiyara yardım yapabilir miyiz?" diyerek hükümetteki daireme gelmişti.
Ben; "Müftü efendi, bu adamcağıza ben bir fırın göstereyim oradan her gün iki ekmek alsın, haftada da beş lira cebimden yardım yapayım. Amma kendisi bunu şahıstan değil Kızılay'dan aldığını bilsin." dedim.
Böyle yapmamın sebebi o küçük kazada Kızılay teşkilâtı olmamasındandı. Müftü memnun oldu ve bu düşündüğümüz işi tatbike başladık. Bu hal dört sene sessizce devam etti.
Hüsnü Aga bâzan camiden çıkarken değneğine dayanarak daima yaşlı olan gözlerini silerek bana dua ederdi. Bir gün; "Doktor bey, ben ölürsem gazhanenin yukarısındaki mezarlık var ya, onun en tepesine beni gömdürür müsün?" demişti.
Aradan birkaç ay geçmiş, bugünkü gibi hatırlıyorum, Eylül ayı 22 nci günü, hava soğuk, bir rüya görmüştüm; Yemyeşil bir üzüm bahçesinde dolaşıyordum. Karşıdan Hüsnü Aga bana, "Dr. Bey, bana Üzüm verir misin?" dedi. Uyandım; Eylül 23, evimden çıktım. Rüzgârsız bir hava, hafif hafif kar başladı'. Bu mevsimde pazarda üzüm bulunması o günün koşullarında mümkün değildi. Geçerken pazarda kenarda bekleyen bir adam gördüm, sepetinde üzümler vardı. Merakla yaklaştım, üzümleri bu zamana kadar nasıl saklayabildiğini sordum, “Evladım ben fakir bir kimseyim, bu üzümleri kızıma belki birkaç parça çeyiz hazırlarım diye samanların içinde özenle ne zamandır saklıyordum. Bugün nihayet pazara getirmeye karar verdim” dedi. Üzümlerden alıp, müftü efendiyle bir sağlık memurumu da yanıma alarak doğruca Hüsnü Aganın evine gittim. Kar devam ediyordu. Kapıyı kızı açtı, Hüsnü Aga yatağında idi. Bakışlarından dünyasını değiştirmek üzere olduğunu anladım. Hemen kalkıp üzümlerden birazını yıkayarak birkaç tanesinden ağzına damlattım. O sırada ancak koltuklarından tutularak kaldırılabilen Hüsnü Aganın yüzünde birden bir tebessüm belirdi, kendisinden beklenmeyen bir çeviklikle ayağa kalktı, "La İlahe İllaallah Muhammedün-Resûlullah" diyerek kapıya doğru koştu ve eşiğin önünde diz çökerek yüksek sesle, "NiÇiN ZAHMET BUYURDUNUZ YA RESULULLAH" diyerek ruhunu orada teslim etti. O anda odayı gül kokusu kaplamıştı.
Bugün rahmetli olan Müftü Efendi yüksek sesle tekbir getiriyordu, ertesi günü Hüsnü Agayı bana söylediği Gazhanenin üstündeki toprağa vermiştik. Hüsnü Aganın evi ise günlerce aynı şekilde kokmaya devam etti.
Bu canlı hâtırayı okuyasınız diye sizlere anlatmamın sebebi, Hüsnü Agayı geçende rüyamda gördüm. Bana dedi ki:-"Doktor Bey, beni unuttun mu?" Sebep budur. Nur içinde yatsın Hüsnü Aga.
MERHUM HALUK NURBAKİ'DEN MERHUM SERAP HANIM
Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi aşan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek özel bir arşiv yaptım. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size nakletmek istiyorum.
Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı. Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm. Ancak Serap'ın da bütün diğer kanserliler
gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra 1 ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kış aylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış. Dönüşünden kısa bir süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:
-''Doktor bey,'' dedi. ''Ben size...dargınım.'' ''Niçin?" diye sordum.
-"Siz...dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH'ı, ölümü, ahireti anlatmıyorsunuz?"
Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım.
O'nu üzmemeye çalışarak:
-"Doktora ulaşmak kolaydır" dedim. "Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..."
Konuşmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" manasında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve dersler "hızlandırılmalı öğretime" dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlarını bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.Vefatına bir hafta kala:
-"Doktor bey,'' dedi. ''Ben ölürken ne söylemeliyim?"
- "Senin durumun çok özel" dedim. ''Kelime-i şehadet sana uzun gelir. O anı farkedince ''Muhammed'' (s.a.v) sana yeter." O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi telefon ederek:
-"Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor." dedi. "Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor. Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının sebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum. " *Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem?*.
İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gün daha ömrü varsa, son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç adetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'ın acizliği hürmetine sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair işaret sezdim. Ertesi gün O'na:
-"Hiç korkma!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin. Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da sordu:
-"Doktor bey... Azrail bana nasıl görünecek?"
-"Kızım," dedim. "O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir." Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim. Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:
-"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!" dedi ve devam etti:
-Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması imkansız" denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı. Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i şehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:
-Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!...
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın “Kardan Adam”,
Efendim, mailiniz yine bizleri huzurun, mutluluğun, güzelliğin zirvelerine götürdü. Ne kadar güzel konuları yakalamışsınız. Ve onları ne güzel işlemişsiniz. Sizi çok seviyoruz, sizinle iftihar ediyoruz. Himmetinizi üzerimizden eksik etmeyin. Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Hepsinin Aziz Ruhlarına Fatihalarla.