Merhaba Sabri Baba,
Huma'nın içi acıyordu... Kızkardeşi sekiz yıldır eşinden ayrılmış üstelik iki çocugu da vardı. Çocukları büyümüş lisede okuyorlardı. Kızkardeşi eşinden gurur kıskançlık ve inat yüzünden bir de kaynana ve görümce dırdırından kurtulmak için sanki dertler sıkıntılar boşanınca bitcekmiş gibi baba evine gelip yerleşmişti. Ama düşünmemişti annemin babamın hali nice olur diye? Annnesi daha orta yaşın üstünde bel fıtıgı olmuş babasıda kalp bypas ameliyatı geçirmişti. Şimdide pervane oluyordu babasına ama nafile ? o boşanıp gelmekle en büyük hatayı yapmıştı zaten. Anne babasını üzmüş ve evdeki diger fertlerinde kaderini baglamıştı. Kilitlenmişlerdi adeta evde artık kimse evlenemiyordu korkusundan. O da yetmiyormuş gibi zaten ablasıda ayrılmıştı 5 aylık bir evlilikten. Zaten ablası gülfidanın ayrılıgında bile kara bulutlar gitmemişti başlarından. Birde fehimenin iki çocuklu dul eve gelmesi humayı çok üzüyordu.O yaş otuzbeş yolun yarısını geçmişti ama artık onu istemeye hep dul çocuklu adamlar geliyordu. Üzülüyor kahroluyordu. Kızkardeşi fehime gamsız taş gibiydi hiç üzülmüyor baba evinde rahat içinde keyfi sefa sürüyordu. Hatta gezmek tozmak için bile çocuklarını babasına gönderiyordu. Sanki eşinden ayrılık sebebi de gideyim evde bacılarım çok rahat bir hayat yaşıyorlar ben niye mahrum kalayım onlar tatile gidiyor yiyor içiyor keyflerine bakıyorlar bende onlar gibi olayım. Ama kocası muratta onu heryere götürüyordu. Bir istedigini iki etmiyor hastalansa yemek yapıyor evi temizliyor çocuklara gece kalkıp bakıyordu.Daha bundan iyisi can saglıgı. En çokda huma üzülüyordu çünkü dagdan gelmiş bagdakini istemiyordu fehime bekar ablasına yan yan bakıyor zıt zıt konuşuyor azarlıyor saygı göstermiyordu. Adeta kızı çileden çıkarıyordu. Sanki anne babasının evi onunmuş gibi humayı evde istemiyordu. Her zaman tersi olur kaynanalar gelini istemez misali boşanan dul kardeşi evdeki bekar ablasını hor görüyordu. Üstelik din ayaklarıyla dindar olmuş sabahlara kadar ibadet yapıyor ama kalp kırmanın önde gidenlerindendi. Daha öyle çok içi yanıyorduki humanın o eve geldginde hergün dualar etti agladı evine gitsin diye ama fehime inatcı gitmedi. Kocası boşandıgı halde ona hala pırlantalar hediyeler dondurmalar ilaçlar gönderiyordu. Salak mıydı neydi ? bu kadar dunkof bir karı layıkmıydı bunlara. Kurban meselesine gelince huma bacısı kocası muratla barışırsa kurban adamıştı. Rüyasında bile onların barıştıgını görüp sevincten aglıyarak uyanırdı. Ama fehime laftan sözden anlamıyordu. Huma evlenmekten korkuyordu hiç aralık bir kapı bırakmamıştı kardeşleri. Nasıl evlenirdi.Yarın evlendi diyelim bir hata yapsa kocası demiyecekmiydi defol sende baba evine . Hep bundan korkuyordu. Birde gerizekalı bir abisi oda ayrılmazmı karısından .Kaç aydır küsmüş gitmişti karı. Bu neydi böyle bir ailede üç boşanan. Artık etrafına bakıyor her ailede boşanan vardı.Kırık kalpler boynu bükük çocuklar, şiddet gören kadınlar. Devlet artık bu işe el koymalıydı.Evlenmekde sınavla olmalı kazananlar evlenmeli tıpkı üniversite sınavında meslek seçer gibi çünkü insanın iş i ve eşi iyi olursa herşey yolunda olurdu. İş ve meslek için ne sınavlar veriyordu insanlar eş içinde hazırlıklı olmalıydılar. sınava tabi tutulup öyle evlenmeliydiler. Sonra boşanmak zor olmalıydı. Herkes kolay kolay boşanmak için mahkemeye başvurmamalıydı. Hakimlerin savcıların işi ne kadarda zordu. Belki en zor dava boşananların davalarıydı. Bir de bir heyet kurulmalı bir teşkilat uzmanlar olmalı boşanma aşamasındakilere uzmanlar ögütler vermeli sizin gibi büyüklerimiz onlara örnek olmalıydılar. İnsanlar nasıl yılları devirmişlerdi büyüklerimiz atalarımız nasıl başarmışlardı evlilklerini.
Huma her zamanki gibi dualarına devam ediyordu.Geceleri rabbi ile kalbinden hasbıhal ediyor dertleşiyor içini o güzel Yaradanına döküyor bunları ona yaşatanları yine ona havale ediyordu. Huma kuşu...
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın “Huma”,
Kıymetli yavrum, Cenab-ı Hak yarattığı en küçük bir canlının bile rızkını verir. Kimse kimsenin rızkını vermez. Herkes kendi rızkını yer. Rızkı veren Yüce Allah’tır. Bu nedenle yarınları düşünmeyi bırak. Sen içinde yaşadığın hayatı en güzel bir şekilde yaşa. Yani her anın sabırla, şükürle geçsin. Çevrendeki herkes senin için ne düşünürse düşünsün, sen onlar için hayırlı şeyler düşün. Daima güleryüzlü ol. Daima Peygamberimizin buyruğu üzere “Ya hayır söyle, yahut sus.” Evin içinde iyinin, güzelin, inceliğin, zarafetin simgesi ol. Bak göreceksin böyle yaparsan her şey daha güzel olacak. Yunus Emre “Bir çeşmeden akan su, acı, tatlı olmaya” der. Lütfen bu sözü her gün yüzlerce defa tekrarla. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri “Mevla görelim Neyler, Neylerse güzel Eyler” diyor. Lütfen bu sözleri de hep tekrarla.
Sana selamlar, sevgiler sunuyorum. Mutluluk dolu güzel günler diliyorum.
Sabri Tandoğan
Aziz Ruhları Şad Olsun.
Öncelikle hürmetlerimi sunarım.
Belki sizin de haberiniz olmuştur. Muğla’nın Fethiye ilçesinde yaşayan Sipahi çifti, çocukları okusun diye ikisini de özel bir dershaneye yazdırmış. Şoförlük yapan babaları dershane ücretini ödeyememiş. 1000 TL’lik borç, nasıl bir faizse, katlana katlana 5000 TL’ye ulaşmış. Anne Emine hanım mahkemeye çıkarılmış, mahkûm edilip cezaevine gönderilmiş. 18 yaşındaki oğlu, annesinin cezaevine girmesine katlanamamış ve kendini asmış.
Nasıl bir ülkede yaşıyoruz ki 1000 liralık borç, faziyle 5000 lira oluyor? Hangi ülkede bir anne 5000 lira için cezaevine gönderiliyor? Yolsuzlukları ayyuka çıkan insanlar dokunulmazlık zırhına bürünüp itibar görürken, halkın vergileriyle kurulan devletin kuruluşları haraç mezat satılırken, 1000 liralık borcun faizini ödeyemediği için bir anne cezaevine gönderiliyor. Nasıl bir sistem ki adaletsizlik, eğitimsizlik, tefecilik bütün ülkeyi sarmış.
Ülkemizde dershane sektörünün yıllık bütçesi 7 milyar dolarmış, artık iyice mafyalaşmış durumda. Milyonlarca aile dershane tuzağına düşürülmüş, çünkü devlet okullarının verdiği eğitimle çocuklarının hiçbir yere varamayacağını biliyorlar.
Ben dershanelere kesinlikle karşıyım fakat düz liselerde verilen eğitimle de bir gelecek kurulamaz.
Sayın hocam bir öğrenci bu ülkede üniversiteye ve hayata nasıl hazırlanmalıdır? Eminim tavsiyeleriniz pek çok öğrenciye faydalı olacaktır.
Hürmetlerimle ellerinizden öperim.
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Kıymetli yavrum, baştan söyleyeyim, ben dersanelere karşıyım. Onların Türk eğitimine en ufak bir katkısı olduğuna kesinlikle inanmıyorum. Dersaneye giden bir talebede kendine güven duygusu kalmaz. Adına dersane denilen soygun kuruluşlarına gidenlere de sadece esef ediyorum. Okulun var, kitabın var, defterin var, kalemin var, aklın var. Akşam evde içeceğin sıcak çorba var. Peki dersane ne oluyor? Bana göre sadece itlik, serserilik. Okulda ders yapılmadığına inanmıyorum. Bana böyle bir okul göster, onu önce Milli Eğitim Müdürüne, sonra Milli Eğitim Bakanına, sonra Başbakana ve Cumhurbaşkanına şikayet edeyim. Onlardan bir sonuç alamazsam Avrupa insan hakları mahkemesine gideyim. Eğer böyle okullarda ders yapmayı bırakıp onca para harcatıp öğrencileri dersaneye yönlendirecek bir yol açılmışsa o maarif müdürüne de, o milli eğitim bakanına da teessüf ederim. Bu inanılacak gibi değil. Bu bir vatan hainliğinden başka bir şey değildir.
Ne demek dersane? İşte sınav sonuçları ortada. On binlerce sıfır alan talebe. Bunların hepsi, adına o dersane denilen o para tuzağı müesseselere gidiyorlar. Ben talebe olsam ölürüm yine dersaneye gitmem. Arkadaşlarımı toplarım, Milli Eğitim Bakanlığının önünde dövizlerle yürüyüş yaparım, okulların kapatılıp talebelerin dersaneye yönlendirilmesini protesto ederim. Durum böyle yavrum.
Lisede talebeydim. Matematikte hareket problemlerinde zorlanıyordum. Rahmetli annem para verdi, “Git oğlum,” dedi, “ders al, buna bir çare bul.” Evden çıktım, düşündüm. “Yahu,” dedim, ben aptal mıyım? Geri zekalı mıyım? Niye ite köpeğe para yedireyim?” Ankara’nın en iyi dönercisine gittim, bir buçuk pideli döner söyledim. Sonra iki ayran, sonra bir buçuk fıstıklı baklava söyledim. Sonra uzun zamandır almak isteyip de alamadığım kültür kitaplarını aldım. Kocaman bir paket oldu. Bir halterci gibi onu zorlukla kaldırıp eve geldim. Anneme çaktırmadan kitapları bir köşeye koyayım dedim. Fakat ne mümkün, annem pencereden beni görmüş. “Ne bunlar yavrum?” dedi. Ben de olanı biteni anlattım. Annem alnımdan öptü. “Aferin oğlum,” dedi, “ben de paranı götürüp o rezil insanlara verirsin diye korkuyordum.”
Sonra oturdum masanın başına. Sonra dedim ki ya ölürüm ya da bu hareket problemlerini çözerim. Çalışmaya başladım. Biraz sonra sıkıntıdan burnumdan kan gelmeye başladı. Lavaboya gittim, kan aktı, aktı. “Ulan burun,” dedim, “bu vücutta bir damla kan kalsa ben yine bu hareket problemlerini çözeceğim.” Bunu der demez herhalde benden korkmuş olmalı ki kan kesiliverdi. Tekrar oturdum masaya. Horozlar ötüyordu ve ben meseleyi halletmiştim.
Sevgili yavrum, ben talebe olacağım, okuluma gideceğim, okul kapalı. Yemin ederim Ankara’nın altını üstüne getiririm. Ama bakıyorum, talebenin canına minnet. Ankara’da her dersanenin önünde sevgililer günü yaşanıyor. Kızlar, oğlanlar son derece laubali, son derece yırtık hareketlerle birbirlerine ulan diyerek, elle şakalar yaparak vakit geçiriyorlar. İşte böyle yavrum. Ben talebe olsaydım ölürdüm, yine o dersanelere para vermezdim. Durum böyle yavrum.
Benim görüşümü sordun, ben de sana samimi olarak duygularımı, düşüncelerimi anlattım. İster kabul et, ister etme. Ben ikisine de saygılıyım.
Selam, sevgi ve saygı ile.