Efendim, paylaşmak diyorsunuz, velev ki bir cümle ile de olsa okuduklarınızı,
gördüklerinizi paylaşın diyorsunuz verdiğiniz cevaplarda. Bu sözleriniz yıllarca
önce Rahmetli Onkolog Doktor Haluk Nurbaki Bey'in "Veliler Deryasından Katreler"
isimli bir kitabında okuduğum yaşanmış bir olayı hatırlamama vesile oldu ve
sizlerle paylaşmak istedim:
Efendim, Yusuf isminde bir genç bizzat yaşadığı bir olayı anlatıyor Haluk
Nurbaki Bey'e: Yusuf oldukça varlıklı bir ailenin çocuğudur, babası da gani
gönüllü bir adamdır. Yusuf yedi yaşında küçük bir çocukken mahallelerine bir
derviş taşınır. Bunun üzerine babası maddi durumunu dikkate alarak bu dervişe
bakmakla kendini yükümlü addeder ancak dervişin yardım kabul etmediğini
öğrenince yemek gönderme işini Yusuf'un üstlenmesini ister. Bu süreçte Yusuf'la
derviş arasında bir dostluk başlar. Birgün derviş baba Yusuf'a bir deve yapma
önerisinde bulunur. Yusuf'un sevinçle kabul etmesi üzerine ama der bir şartım
var, "evden sana ait olarak alınan çerezlerden getireceksin hergün bana, deveyi
onlardan yapacağız, evdekiler bilmeyecek, eğer çerezleri baban gönderirse deveyi
de babana yaparım". Anlaşırlar. Yusuf her geliş gidişte çerezleri götürür ve
devenin tamamlanıp tamamlanmadığını sorar. Nihayet altı ay sonra derviş baba,
"evlat der deven iki gözü dışında hazır, yarın gelirken iki tane badem getir
onları da takalım, deven tamam olsun" . Yusuf sevinçten sabahı zor eder, cebine
koyduğu iki bademle soluğu sabahleyin derviş babada alır. Ancak ne görsün?
Derviş baba dünyasını değiştirmiştir. Bir yandan derviş babanın Hakka göçmesi,
bir yandan devenin ortada kalan hayali Yusuf'u çok etkiler, üzer.
Aradan uzun yıllar geçmiştir, Yusuf ondokuz yaşlarında iken şizofreniye yakanır, kendi
kendine yemek yiyemez olur, akıl hastanesine yatırırlar, bakıcı tutulur ancak
Yusuf orada ağır bir zatürreye yakalanır. O zamanlar bu durum tıbbın
imkansızlarındandır ve doktorlar zatürre komasındaki Yusuf'un babasına "oğlun
dünyasını değiştirdi, gel al" diye haber gönderirler. Bu arada cereyan eden
olayların farkında bile değildir Yusuf. Ancak koma halindeyken bir rüya görür.
Zaten hatırladığı şeyler de bundan sonrasına ait olacaktır. Rüyasında bir
siuletin kendisine yaklaştığını görür. Bir de bakar ki Derviş baba, bir devenin
yularından tutmuş geliyor. "Yusuf", der derviş baba, işte deveni getirdim, ve
Yusuf'u deveye bindirir. Yusuf'un o an dikkatini çeken birşey olur, devenin her
iki gözü de eksiktir. Adeta derviş baba Yusuf'a "evlat bu senin için çocukken
senin getirdiğin çerezlerle yaptığım deve" demek istemektedir. Yusuf gözlerini
açtığında kendini etrafı doktorlarla çevrili bir hastane yatağında bulur,
yükselen ateşi düşmüş, terden sırılsıklam bir haldedir ve neden orada olduğu
hakkında da hiçbir fikri yoktur.
Doktorlar bu durumu büyük bir şaşkınlık içinde "biz böyle birşeyi ne gördük ne
duyduk, olacağı varmış, oldu" diyerek hayretle karşılarlar ve oğlunun cenazesini
almaya gelen baba onu sağ salim eve götürür. İşin ilginç yanı Yusuf'da
zatürreden de şizofreniden de eser kalmaz.
Bu olayı bizzat yaşayan ve Rahmetli Doktor Sayın Haluk Nurbaki Bey'e de bizzat anlatan
Yusuf'un bu olayla ilgili yorumunu kendisinden dinleyelim:
"Derviş baba ben yanına hizmet etmeye gittiğim zaman kaderimdeki şizofreniyi
gördü, bana iyilik yapmak istedi. Ama bu iyilik kaderimi değiştirmek şeklinde
olamazdı. Resulullah Efendimizin "Sadaka ömrü tezyid eder" emrini aldı ve bana
sadaka verdirdi, sadaka sırf bana ait olsun diye baban göndermesin dedi". Ve
ekliyor, "Ben o olaydan sonra bir gün namazımı terketmedim, derviş baba maddeyle
beraber manada da dirilmeme vesile oldu".
Efendim, bu vesile ile sizlerle yeniden beraber olmanın ve paylaşmanın
güzelliklerini tatmış olmanın mutluluğu ile Siz çok kıymetli büyüğüme ve gönül
dostlarına hürmet ve muhabbetlerimi sunuyorum. Allah yar ve yardımcınız olsun,
hayırlı çalışmalarınızı en en hayırlı neticelere ulaştırsın ve sitenizi birçok
güzelliklerin Siz ve gönül dostlarıyla paylaşım mekanı kılsın inşallah...
Sonsuz saygı, selam ve sevgilerle...
Çiğdem
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın Çiğdem Hanım,
Göndermiş olduğunuz harikulade güzel, düşündürücü, ibret verici, hayret ve hayranlık uyandırıcı mailiniz için şahsım ve sitemiz mensupları adına çok teşekkür ediyorum. Fevkalade önemli bir meseleyi temiz bir üslupla ne güzel anlatmışsınız. Çocukluğumdan beri, babaannemden işittiğim bir söz ömür boyu aklımdan çıkmadı: “Yavrum, iyilik yap denize at, balık bilmezse, mahluk bilmezse Halik bilir”. Madem ki Profesör Eva Hanım’ın söylediği gibi çayımızı içerken kaşıktan çıkan ses nasıl kainatın bütün zerrelerinden duyuluyorsa aynı şekilde yapılan bir iyilik de kainatın bütün zerreleri tarafından idrak edilir. Hayatın değişmeyen kanunlarından biri de etki tepki olayıdır. Hayatta herşeyin bir karşılığı vardır. Bu kanun hiç değişmeden kıyamete kadar hükmünü yürütecektir. Bizler de yaşadığımız her günü, her saati, her dakikayı iyilik yapmak için bir fırsat telakki edelim. İnsan, hayvan, bitki, eşya veya cemadat ne olursa olsun elimize geçen her fırsatı iyilik yapmak için değerlendirelim. Unutmayalım ki bazan sıcak, temiz, içten bir tebessüm, gönülden söylenilmiş bir kelime bir insanı intihardan döndürebilir. Son nefesimize kadar elimizden geldiği, gücümüzün yettiği kadar hayır ve iyilik yapalım. İnsanlar arasında ayrım yapmayalım. Her insan bizim kardeşimizdir. İlahi varlıkda bir tecellidir. Onu sevgiyle, saygıyla selamlıyalım. Ve şair Gülten Akın gibi biz de
“Bekleyin, bekleyin durmaksızın bekleyin
Bir gün unutulmuş bir aynadan
Bütün sevgiler size dönecek”
diyelim. Sevgimizde, saygımızda, şefkatimizde, yardımlarımızda bencillik yapmayalım, sınır tanımayalım. Ve biz de Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi
“Ben cihanın altın terazisine
Ağırlığımca sevgi vermişim
Ses edin uzak milletlerin gençleri
Bütün antenlerimi germişim”
diyelim. Allah bu güzellikleri bizlere de, yeryüzündeki tek istisna olmadan bütün insan kardeşlerimize de nasib etsin. Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Onun ve Hakka Göçen Ailesinin Aziz Ruhlarına Fatihalarla.