Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Tevazu.
Gönderen : Cahide
Tarih : 4/9/2018 9:55:03 PM


.


İçimizi ısıtan, bizlere mutluluk ve huzur aşılayan, sıkıntılarımızı hafifleten, gönüllerimizi iyileştiren,  çok sevdiğim Saydığım büyüğüm, Sayın Sabri Babacığım, size ve gönül dostlarına en derin sevgilerimi sunuyorum.



 


Müsaadenizle bugün bir kaç okumuş olduğum Kıssadan Hisseler’i  paylaşmak istiyorum:



 
















MELEKLER YIKADI




Eshâb-ı kirâmdan Hanzala hazretlerinin henüz yeni evlendiği günün gecesiydi. Sevgili Peygamberimiz, eshâbını toplayarak islâma saldırmak ve yok etmek için bütün savaş hazırlıklarını tamamlayan Mekkeli müşriklere karşı harp yapılması kararını vermişlerdi. Harbe katılacak sahâbiler tek tek evinden çağırıldı. Harp haberini duyuran haberci, Hanzala'nın evine uğradı. Bu karar ve resûlullah Efendimizin emri ona da ulaştı. Emri duyan Hanzala, boy abdesti alma fırsatını bulmadan Uhud'a gitmek üzere hemen sahâbenin arkasından koşmaya başladı ve eshâbının arasına katıldı.
Harp sona erince Müslümanlar Medine'ye dönmeye başladılar. Harbe iştirak edenlerin yakınları acaba bizden geriye dönen olacak mı heyecanı içerisinde yollara sıralanmışlardı. Bunların arasında henüz bir günlük evli olup, gece yarısı sevgili peygamberimizin emrine uyarak harbe giden ve şehitlik şerbeti içen hazreti Hanzala'nın dul hanımı da vardı.Herkes büyük bir heyecanla harpten dönenlere yakınlarını soruyor, fakat hiç kimse kimseye cevap vermiyordu. Ancak sorulan soruları sevgili peygamberimiz''aleyhisselâm'' cevaplıyordu. En son olarak soru sorma sırası, şehit olan Hanzala'nın hanımına gelmişti. Resûlullah Efendimize yaklaşarak:
-Ey! Allahın Resûlu! Hanzala nerede, demesi üzerine sevgili peygamberimiz cevabında:
-''Hanzala şehit oldu'', buyurdu.
Bunun üzerine Hanzala'nın hanımı:
-Yâ Resûlullah, şu anda söyleceğim bir aile sırrıdır. Sizler de biliyorsunuz ki, kocamla daha henüz ilk evlendiğimiz geceydi. Kocam Hanzala, sizin mübârek emrinize uyarak boy abdestini alamadan harbe katıldı. Bildiğiniz gibi şehit oldu. Bu sebeple, emir veriniz de kocamı bulsunlar ve yıkasınlar, dedi. Bunun üzerine sevgili peygamberimiz yarı hüzünlü bir şekilde (sen Hanzala için hiç merak etme! Ben Hanzala'yı rahmet suları ile melekler tarafından yıkanırken gördüm) buyurdu.Bunun üzerine bütün sahâbiler Uhud yolunu tuttu ve herkes Hanzala'yı aramaya başladı. Daha sonra sahâbiler Hanzala'nın henüz vücûdu kurumamış ve ıslak bir şekilde buldular. Sevgili peygamberimizin müjdesini bizzat gözleriyle gördüler. Bunun için O'na ''Gasilül- melâike'' yani (Meleklerin gusül ettirdiği Hanzala'' denir. Bu evlilikten Eshâbın büyüklerinden hazret-i Abdullah dünyaya geldi.



 


 



 


Veysel Karani Hazretleri



 


Veysel Karani Hazretleri bazen sehere kadar secdede, bazen sabahlara kadar rükûda kalır. 'Bırakın üç kere Sûbhane rabbiyel âla demeyi, ben bir keresini bile beceremiyorum' diye yakınır. Eh onun özlediği ibadet meleklerinkinden farksız olmalıdır. 'Namazda huşu öyle olmalıdır ki' der: 'Bağrına bıçak sokulsa duyulmaya.'

Biri sorar: 'Nasılsın?' Cevap manidardır: 'Akşama çıkacağını bilmeyen biri nasıl olursa!' Sevenleri ısrarla nasihat isterler. O gülümser:
- Allahü teâlâyı bilir misiniz?
- Evet biliriz.
- Öyleyse başka şeyleri bilmeseniz de olur.
- Aman efendim bir nasihat daha.
- Allahü teâlâ sizi bilir mi?
- Elbette bilir.
- Öyleyse başkaları bilmese de olur.
Mübarek, Allahü teâlâdan çok korkar ve buyururlar ki: İnanın Allahü teâlâ'yı tanıyana gizli kalmaz.

Veysel Karani hazretleri hayatını kendi ifadesiyle şöyle hülâsa eder. 'Yüksekliği tevazuda buldum, liderliği nasihatte... Nesebi takvada buldum, şerefi kanaatte... Rahatlığı zühdde buldum, zenginliği tevekkülde.'

Bizde ne takva, ne zühd, ne de tevvekkül. Eh bir şey bulamıyoruz tabii. Allahü teâlâ o büyüklerin yüzü suyu hürmetine sonumuzu hayreyliye.

Veysel Karani Hazretlerinin kutlu hırkası elden ele geçer ve Van civarında hüküm süren İrisan Beyleri'ne gelir. Hicri 1028 yılında 2. Osman Han'a hediye edilen nurlu emanet İstanbul'da heyecanla karşılanır. Asitane halkı ona 'Hırka-ı Şerif' der, ramazanlarda ziyaret ederler. Buğulu gözlerle ilmeklerine dalar, Efendimizi hatırlarlar.

Gel zaman git zaman büyük izdihamlar yaşanır. Hırkanın saklandığı ve sergilendiği küçük bina kalabalığı kaldırmaz olur. Abdülmecid Han bu mübarek hırkanın şerefine, Fatih'te koca bir mahalleyi istimlak eder ve biblo güzelliğinde bir cami yaptırır. Bu uğurda şahsi servetini fedadan çekinmez. Belki de şu ferah mabedi böylesine sevimli kılan, temelindeki ihlâstır, kimbilir?



 


 



 
















TEVAZU





Ahmed Rufai Hazretleri, bir gün talebelerine:
- İçinizde kim bende bir ayıp görüyorsa bildirsin, dedi.
Müritlerinden biri:
- Efendim, sizde büyük bir ayıp var, diye cevap verdi.
Ayıbını talebesine soracak kadar kendini aşmış bu mütavazi insan hiç kızmadı, talebesi böyle söylüyor diye üzülmedi, belki sadece ayıbından kurtulabilmek ümidiyle sordu:
- Söyle dedi, kardeşim, o ayıbım nedir?
Talebe gözleri dolu dolu:
- Bizim gibilerin size talebe olması, dedi.
Bu söz gönüllere çok tesir etmiş, sohbette bulunan herkes ağlamaya başlamıştı. Ahmed Rufai Hazretleri de ağlıyordu. Bir ara sadece;
- Ben sizin hizmetçinizim, ben hepinizden aşağıyım diyebildi.

Evet, keşke insanlar tabi olanlara bakıp, tabi olanlarda, tabi olunanı aramasalardı... Zira hem dün, hem bu gün o altın halkayı temsil eden büyüklerin etrafındaki insanlar, ne denli nezih olurlarsa olsunlar, onları gösterebilmekte çok acizdirler. Bugün dahi, bir büyük gönül erinin yanına gelip giden insanlar; idareciler, gazeteciler, din adamları, "Talebelerinin ufku hocalarının çok gerisinde." demektedirler. Zaten, o cevher farkıdır ki, sair madenleri kirlerinden arındırır.



 


 



 


 



 


 



 
















Zahmet buyurdunuz Ya Resulullah!





Bir Osmanlı zabiti şiddetli bir savaş esnasında vurulmuş, ağır yaralanmış, kanlar içinde yere serilmiştir. Yanında birkaç askeri vardır, yaralarından kanlar fışkırmakta, son anlarını yaşamaktadır. Birden:

-Beni ayağa kaldırınız, der.

Askerler şehidlikle şereflenmiş sevgili kumandanlarının bu son arzusunu yerine getirirler, mecalsiz vücudunun kollarına girerler ve ayağa kaldırırlar.

Mübarek şehid, kısık bir sesle Kelime-i Şehadet getirir ve sonra:

- Zahmet buyurdunuz Ya Resulullah! diyerek son nefesini verir. (1)


Mukabele Edilmezse, Zalimin Hasmı Bizzat Hz.Allah'tır!
Erzurum'un büyük velîsi İbrahim Hakkı (k.s.) hazretlerini çocukken İsmâil Fakîrullah (k.s.) hazretlerine teslim ederler. İyi bir terbiye alması için çocukluğunun mühim bir devresini Fakîrullah hazretlerinin yanında geçiren İbrahim Hakkı hazretleri, bir gün eline aldığı bir testiyle çeşmeye gider, doldururken oraya gelen bir atlı:

-Çekil bakayım önümden be çocuk! diye İbrahim Hakkı hazretlerini azarlayarak atını çeşmeye sürer. O da testisini alıp bir kenara çekilmeye uğraşırken atını mahmuzlayan adam, onu bir köşeye sıkıştırır. Testisini bırakıp kendisini kurtarmak zorunda kalır İbrahim Hakkı hazretleri... Bu esnada at da üzerine basıp testiyi kırar. Ağlayarak hocasının huzuruna gelir ve:

-Çeşmeden su alırken atını koşturarak gelen biri, atını üzerime sürdü. Can havliyle kendimi kurtarmaya çalışırken testimi de tepeletip kırdı! der. Hocası sorar:

-Testini kıran atlıya sen bir şey söyledin mi?

-Hayır, der, hiçbir şey söylemedim.

-Çabuk git ve o adama bir-iki laf söyle, der.

İbrahim Hakkı hazretleri gider, çeşmenin başında atını tımar etmeye başlayan adamın yanına varıp bekler. Fakat bir türlü terbiyesini bozup da:

-Benim testimi niye kırdın zâlim adam?! diyemez.

Dönüp geldiğinde hocası Fakîrullah hazretleri sorar:

-Ona bir şeyler söyleyebildin mi?

-Söyleyemedim efendim; niyetlendim, lâkin bir türlü dilimi çevirip de ağır bir söz sarf edemedim! Hocası bağırır:

-Sana diyorum, çabuk git ve o adama bir şeyler söyle, mukabele et! Yoksa sonu felâket!..

İbrahim Hakkı hazretleri bu defa kararlı olarak koşup çeşmenin başına gelir. Bir de bakar ki, testisini kıran adamı, kendi atı, attığı çiftelerle çeşmenin havuzuna yuvarlamış, ölüsü yatmaktadır! Koşarak gelip, hocası İsmâil Fakîrullah hazretlerine bu vahim vaziyeti anlatır. Hocası bu hâle üzülür:

-Vah vah! Bir testiye bir adam! Üzüldüm buna doğrusu! der. Huzurundakiler bundan bir şey anlamadıklarını söyleyince, büyük velî şöyle îzah eder: 'O atlı adam, İbrahim Hakkı'ya zulmetti. Zulme uğrayan da tek kelimeyle olsun mukabelede bulunmadı, zâlimi Allâh'a havâle etti. Allâh Teâlâ'nın da gayretine dokunup zâlimi cezâlandırdı. Şayet İbrahim Hakkı da onun zulmüne karşılık verip, ona bir şeyler söyleseydi, ödeşeceklerdi. Fakat İbrahim, büsbütün mazlum oldu. Bense ödeştirmek için uğraşıyordum, maalesef muvaffak olamadım!' (2)




 


 



 


Sevgi ve Saygılarımla..



 


Cahide



 


 



 


 

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]