Konu : Yaşama sanatında ustalık.
Gönderen :
Sabri Babadan Sohbet
Tarih :
4/21/2018 11:03:55 PM
.
SABRİ BABA İLE İÇİNDE ÇOK ŞEY BULACAĞINIZ BİR SOHBET
Sayın Büyüğümüz bugünlerde Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Huzur” adlı eserini okuyor. Soruyoruz:
− Efendim, daha önce de herhalde birçok kez okuduğunuz bu kitabı en çok hangi yönden beğendiniz?
− Yavrum, meselâ ben bir erkeğin bir kadına duyduğu hisleri bundan daha güzel anlatan bir başka esere dünya edebiyatında rastlamadım.
(Sayın Büyüğümüz kitapta bir bölümü açıyor, bu bölümde Nuran Hanım’la Mümtaz Bey arasında yaşanan büyük bir aşk konu edilmiş. Kitabın bu bölümünden biraz okuyoruz. Adam, kadının bütün hareketlerine, hatta cüzdanından para çıkarışına bile büyük bir hayranlık duyuyor. Kitabı daha önce okumadığımız için soruyoruz):
− Efendim, roman kahramanı kadın gerçekten öylesine büyük bir aşkla sevilmeye lâyık bir hanım mı, yoksa aşk adamın gözlerini kör etmiş de kadını görmek istediği gibi mi görüyor?
(Sayın büyüğümüzün ses tonu birden yükseliyor) Gerçek aşk, insanın gözlerini kör etmez yavrum! Gerçek aşk, adamın gözlerini açar. O, insanın gözlerini kör eder dedikleri, aşk değil, aşkla karıştırılan şehvet duygusudur. Sait Faik’in “Her şey bir insanı sevmekle başlar” sözünü unutmamak lâzım. Gerçek aşk, insanı Allah’a ulaştıran aşktır. Yoksa bir adamın yolda gördüğü bir kızın vücudunu beğenerek onunla evlenmeye kalkışması aşk değildir. Böyle bir durum gayet tabi insanın gözlerini kör eder.
(Kitabın sayfalarını karıştırmaya devam ediyoruz. Bir cümlede geçen eski bir kelimeden dolayı cümleyi anlamlandıramayarak soruyoruz.) Sayın Büyüğümüz:
− Yavrum, aslında çok açık. Sadece akıl ve mantık çizgisi üzerinde hayatlarını götürenler büyük bir aşkı yaşayamazlar. Meselâ Şems Hazretleri, Mevlânâ’ya “Git, çarşıdan iki şişe şarap al, gel. Ama giderken cüppeni çıkarma.” dedi. Mevlânâ hiç itiraz etmedi. Kim ne der diye hiç düşünmedi. Gitti, şarapları aldı, getirdi. Sonra Şems derhal şişeleri kırdı. Çünkü o Mevlânâ’yı imtihan etmek istemişti. Yine Şems, bütün kitaplarını suya attığı zaman da Mevlânâ Hazretleri hiç sesini çıkarmadı. Gerçek aşk işte böyle yaşanır yavrum. Her şeyi akla ve mantığa dayandırmaya kalkarsak o iş olmaz.
(Başka bir sohbetten)
− Efendim, sizin mânevi kız evlâtlarınızın sayısı, mânevi erkek evlâtlarınızın sayısından çok daha fazla. Sohbetlerinizde bu durum belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor. Bu neden böyle sizce?
− Yavrum, Allah kadınlara ayrı bir hassasiyet vermiş. Onlar birçok erkeğin görüp sezemediği pek çok şeyi anlayabiliyorlar, hissedebiliyorlar. Meselâ Hz. Hatice Annemizin ilk vahiy geldiği zaman Peygamber Efendimize bir anne şefkâtiyle gösterdiği hassasiyeti, anlayışı, feraseti birçok erkek bir kadına gösteremezdi.
− Peki her kadının eşine gereğinde bir anne gibi davranabilme vasfının olması gerekir mi?
− Gayet tabi. Meselâ Cahit Sıtkı bir şiirinde:
“Yârin olmuşu, ermişi
Şefkâtte anneye değer” diyor.
− Peki bir erkek de hanımına karşı şefkâtli bir baba gibi davranabilmeli mi?
− Yerine göre evet.
Yavrum, kadınlık bir sanattır. Bir kadın yerine göre kocası için hem iyi bir eş, hem iyi bir dost, iyi bir arkadaş, hem iyi bir sevgili, hem de iyi bir anne gibi olabilmeli. Ona her zaman yenilikler ve sürprizler sunabilmeli. Kadın deyince bir bütün olarak anlamak lâzım, ona sadece eş veya anne olarak bakmamak gerek... Kadınlık gerçekten çok zor bir sanat. Kadın bütün düşüncelerini, bütün zaaflarını, bütün hislerini ortaya koymamalı, bütün varlığı ile ortada olmamalı, onda hep gizli bir taraf kalmalı. Kadın ruhu erkek için bir yerden sonra meçhul olmalı. Bu olmazsa erkek bunu başka kadınlarda aramaya kalkabiliyor.
Çocukken bir komşumuz vardı. Annem bir gün onlara ziyarete giderken “Sen de benimle gel istersen.” dedi, gitmek istemedim. Ama annem ısrar etti, “Haydi yavrum, çok ilginç bir aile, sen de orada insanlar üzerinde gözlemler yaparsın.” deyince iş değişti, gittik...
− Kaç yaşlarındasınız o zaman?
− On, oniki filân.
Buyur ettiler. Evin sahibi olan adamın önceleri iki hanımı varmış, bizim eve de arada süt getirirdi. Bu adamın köyünde, köy ağasının hanımı, ağanın ölümünden sonra bir gün ona “Ahmet Efendi,” diyor, “ben, seni çok beğeniyorum. Çok da varlıklıyım, ağadan miras kalan mallarım var. Beni de üçüncü eş olarak alır mısın?” Adam önce kadının çok zengin olduğunu, bunun aralarında sorun olabileceğini söyleyerek itiraz filân etse de, kadın hem bu konuda, hem de diğer hanımlarla arasında bir sorun çıkmayacağına ikna ederek adamı razı etmeyi başarıyor. Hep birlikte yeni evlerine yerleşiyorlar. Adam bu son eşine “Sultan Hanım” diye hitap etmeye başlıyor. Onunla evlendikten sonra çok büyük bir mağaza açıyor. Ağzından düşürmediği piposu ile kendine çok güvenen yeni bir havaya bürünüyor. Kadın da kısa zamanda evde bir hâkimiyet kuruyor. Diğer iki hanımı da ustalıkla idare ediyor, evin bütün parasal işlerini ayarlıyor. O gün annem büyük bir merakla bu “Sultan Hanım”a “Evde nasıl oldu da böyle bir otorite kurdunuz?” diye sordu. Hiç unutmam kadın koltuğunda vâkur bir edâ ile otururken şöyle cevap verdi: “Siz şeher gadınları bu sırrı bilmezsiniz. Bir gadın vücudunun bir tarafını gösterse, öbür tarafını kocasından gizleyecek.” Bu tabi bir simgeydi, üzerinde uzun uzun düşündüm. Sultan Hanım bu sırrı kendince çözmüştü. Onun anlatmak istediği, kadının bir noktadan sonra gizli kalması gerektiğiydi. Şimdi bunu duyunca, bu mümkün mü diyenler olabilir... Müm-kün tabi.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Aziz Ruhları Şad Olsun.
|