Sayın Hatice Hakeri,
27.4.2007 tarihli mailinizi aldım.
Eefendim, mailinizde zaman kavramını ne güzel işlemişsiniz. Özellikle bugünkü Türk insanının bu zaman kavramı içinde bilerek, duyarak anlayarak yaşamasına ne kadar çok ihtiyaç var. Hemen hiçbirşey zamanında başlamıyor. Televizyonda bir film oynayacağını görüyorsunuz. Gazetelerde dakikası dakikasına gidip seyretmek üzere hazırlık yapıyorsunuz. Aradan on dakika geçiyor, yirmi dakika geçiyor, kırk dakika geçiyor, başka şeyler gösteriliyor. Fakat filmden eser yok. Nihayet birbuçuk saat sonra film başlıyor. Aslında bu televizyonculuk adına bir cinayet. Ama bunu kime anlatabilirsiniz, kime duyurabilirsiniz. Hemen bütün kanallarda bu laubalilik devam ediyor. İnsanlar birbirine randevu veriyor, zamanında gitmiyor, terzi provaya çağırıyor, zamanında hazırlığını yapmıyor. Sinemalar, maçlar zamanında başlamıyor.
Uzun yıllar önceydi. Hukuk fakültesine giden bir öğrenciydim. Medeni hukuk profesörümüz zamanın adalet bakanı olan profesör Hüseyin Avni Göktürk’tü. İlk ders bir olay anlattı. Aradan yarım asırdan fazla bir zaman geçti, unutamadım. Amerika’da bir tren gara bir dakika rötarla geliyor. Trende bir iş adamı var. Demiryollarını dava ediyor. “Bir ihaleye girecektim, o bir dakika yüzünde ihaleyi kaçırdım” diyor. Sonuç ne mi dersiniz, hakim demiryolları idaresini çok büyük bir tazminata mahkum ediyor.
Bu hikayeyi yıllarca hergün düşündüm. Dönüp maziye baktığım zaman şunu görüyorum: Gittiğim okullarda, fakültelerde, otuzdokuz yıl çalıştığım Danıştay’da ve şimdi de emeklilik günlerimde bir dakika geç kaldığımı gören olmadı. Allah’a şükürler olsun. Biraz dikkat, biraz kendine ve çevreye saygı bu iş için yetiyor da artıyor bile. Çok küçük yaştan itibaren okulda öğretmenlerin, evde anne babanın çocuklarına bu terbiyeyi vermeleri lazım. Allah nasip etti, doğudan batıya, kuzeyden güneye bütün Avrupa’yı gezdim. Okuduklarıma göre Japonya’da da öyleymiş. Tren tarifeleri bizim toplumumuza biraz garip gelebilir. Mesela trenin geliş saati 15:1, varış saati 16,3. bunları tarifelerde okuyorsunuz. Gazetelerde okuduğumuza göre ulaştırma bakanlığı hızlı tren denilen o tüyler ürperten rezalete tekrar başlayacakmış. Okuyunca utançtan yüzüm kızardı. Daha herkesin hatırlayacağı bir yakın zaman diliminde hızlı tren faciası olmuş, bakan da dahil bütün üst düzey bürokratlar yerini korurken kabak zavallı, gariban, kimsesiz, himayesiz bir iki makinistin başına patlamıştı. Sanki normal treni adam gibi, efendi gibi, medeni bir insan gibi çalıştırabilmişiz gibi bir de hızlı tren macerasını yeniden gündeme getiriyoruz. Ben, bu adamların aklından şüpheleniyorum. Ankara, İstanbul arasında gidip gelenlere sorun, bir tek gün zamanında trenin gldiğini bir kişi söyleyebilir mi? İsterseniz anket yapın. Acaba sorumlu kimseler yarın Allah’ın huzuruna çıktıkları zaman, “din gününde” bunun hesabını nasıl verecekler? O kazada ölenlerin gözyaşını nasıl silecekler? Bu konu günlerce, haftalarca yazılsa bitmez. Çünkü birkaç istisna dışında bizim insanımız da zaman kavramı teşekkül etmemiş. Oysa bir büyük Allah dostu bakın ne diyor: “Geliniz bir anımızı imanlı geçirelim”. Dikkat buyurun, bir hafta, bir gün demiyor, bir an diyor. Anlar o kadar kıymetli ki önemli olan o bir anı renkle, ışıkla, güzellikle, aşkla, imanla doldurabilmek. Sezai Karakoç, böyle kutlu zamanlar için “inci dakikaları” der. Allah, bizlere de yeryüzündeki bütün insan kardeşlerimize de anlarımızı böyle yaşamayı nasip etsin.
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
Geliniz bir anımızı imanlı geçirelim Yazan Hatice Hakeri
Cvp: Geliniz bir anımızı imanlı geçirelim Yazan Sabri Tandoğan