Sevgili Babacığım, Kıymetli Dostlarım,
Saygı sevgi ve özlemle sizleri selamlıyor, Sağlıklı uzun ömürler diliyorum.
Babacığım Sayın Haluk Sena Arı Hanımefendinin “Osmanlı’da Aile Hayatı” adlı eserinden her sayfasını gözlerim dolarak okuduğum ve özlem duyduğumuz o güzel günleri yad ederken “Dünü ve Bugünüyle Toplumumuzda Ramazan” adlı bölümü, mübarek Ramazan Ayına girmek üzereyken paylaşmaktan mutluluk duyacağım. Müsaadenizle
DÜNÜ VE BUGÜNÜYLE TOPLUMUMUZDA RAMAZAN
Ramazan, gufran ayı, mağfiret ayı, rahmet tecellilerinin sağanak sağanak kulların üzerine yağdığı ay. Açlığı susuzluğu kendi nefsinde hissedenlerin yoksullara, hasta, dul ve yetimlere daha merhametli davrandığı günler…
Fani nimetlerin bir gün insanın elinden alınabileceğini de gösteren oruç ibadeti aslında bir sabır imtihanı. O yüzden ramazanın bir ismi de “şehr-i sabır,” yani sabır ayı. Kelime manası ramazanın, “yanmak.” Bu ayda oruç tutup tövbe edenlerin günahları yanıyor…Günahlar erirken kişi ruhen de yüceliyor! Sabır ve iradesini kullanmaya çalışan insan bir ahlak güzelliğine erişiyor. Kendi arzusuyla sırf Allah rızası için bütün nimetlerden uzaklaşan insan, nefsiyle çetin bir mücadele içindedir. Sabır ve sebatı, irade ve azmini kullanan insan elbet mükafatını da görecektir. Nitekim şair bunu şöyle anlatıyor:
Ramazan, dini hayatın sadece ferdi olarak değil, toplum olarak da yaşandığı bir ay olduğu için, tesiri bütün toplumda görülmektedir. Mukabeleler, teravihler, fitre ve zekat vermeler insanları birbirleriyle daha çok kaynaştırır. Oruçlu orucunun sevabını kaybetmemek için, “Ben oruçluyum” der ve münakaşayı terk eder; gıybet etmez, kalp kırmaz, hak yemez…Nitekim istatistikler, ramazan ayında suç oranının azaldığını göstermektedir.
On bir ay daha çok maddeyle uğraşan insan, ramazanın gelmesiyle kendisini bir mana ikliminin içinde bulur. Erdiği ruhi huzur etrafına da yansır. Onu, başkalarını daha çok düşünmeye sevk eder. Bu ayın gelmesiyle yardımlaşmalar, gözle görülür bir şekilde artmaktadır. Herkes bir pideyle olsun oruçlu kardeşine bir şeyler ikram etmeye çabalar.
İftar vakti, oruçlunun sevinç zamanıdır. Bu sevinç fırsatını kaçıranlar da etrafa sinen ruhani havadan etkilenir. Nitekim rahmetli Yahya Kemal bunu mısralarında itiraf etmiş. Şair, “Üsküdar’da Ramazan” şirinin son mısralarında duygularını şu şekilde anlatıyor:
Top gürleyip oruç bozulan lahzadan beri,
Bir nurlu neşe kapladı kerpiçten evleri.
Ya Rab, nasıl ferahlı bu alem, nasıl temiz…
Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neşesiz.
Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı
Hadsiz yattı ruhuma bir gurbet akşamı.
Bir tek düşünce oldu bu derdime,
Aç çok ferahladım ve dedim kendi kendime:
“Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür.
Mademki böyle duygularım kaldı, çok şükür!”
İstanbul’un Dersaadet” olduğu günlerde ramazan büyük bir hazırlıkla karşılanırdı. Saraydan en fakir eve, şeyhülislamdan kadıefendiye kadar herkes mutlu bir telaş içinde olurdu. Minarelerde mahyalar, sokak aralarında dolaşan davulcular ve onların okudukları değişik manilerle renkli bir yaşam başlardı.
Alem bu gece nur oldu,
Kalbimize sürur doldu,
Ey benim ağam efendim,
Kalkın vakt-i sahur oldu.
Ramazan davulcusunun bu manisinin duyulmasıyla ahşap evlerin kafeslerinden ışıklar sızmaya başlar, yer sofrasındaki kalayla bakır sininin etrafına ev halkı dizilir, hoşaflar/söğüşler/börekler/pilavlardan oluşan sahur yemeği yenilirdi. Bazen bu sahur yemeğinde davulcu ve elinde feneriyle dolaşan bekçi baba da hissesini alırdı:
Yeni cami direk ister,
Söylemeye yürek ister.
Benim karnım toktur amma,
Arkadaşım börek ister!
diye mani okuyan bu davulcu, elbet ikramsız bırakılmaz, paketlenmiş sahur yemekleri kapı aralığından uzatılırdı.
Ramazanın sonuna doğru, bahşiş hatırlatılırdı:
Davulum sırma telli,
Arkadaşım ince belli,
Bahşişimi çok isterim,
Küçük hanım nazik elli.
Önceden hazırlanan çil paralar, bir mintan veya mendil ile birlikte davulcuya hediye edilirdi.
Osmanlı saray geleneğinde padişahlar, kadir gecesini Ayasofya Camisi’nde ihya ederlerdi. Büyük alaylarla, meşalelerle, fenerler ve kandillerle donatılan yollardan geçen padişah ve harem arabalarını halkın izledikleri, kaynaklarda anlatılmaktadır.
Sarayda ramazanda “huzur dersleri” yapılırdı. Büyük alimlerin iştirakiyle padişahın huzurunda sualli cevaplı yapılan bu toplantılarda ayet ve hadisler açıklanır, tam bir ilmi hava taşıyan toplantıya padişahın işaretiyle son verilir, dua edildikten sonra, gelenler “hakk-ı huzur” denilen hediyelerle taltif edilirdi.
Ramazanın yirmisinden sonra, Beyazıt Yangın Kulesi’nde kule iftarları verilirdi. Zengin konaklarından sini sini yemekler kuleye gider, gelenler, ışıklandırılmış minareleri, mahyaları yüksekten seyrederek iftar ederlerdi.
Devir değişti…Ramazan gene sevinçle karşılanıyor, ruhlara huzur veriyor, dostlukları pekiştiriyor. İlahi feyzin coştuğu bu günlerin bereketinden pek çok kişi istifadeye çalışıyor.
Sonsuz Hürmetlerimle,
Cahide