.
Efendim,
Sabah erken saatlerde kızları okula, eşimi de işe uğurladıktan sonra çayımı da alıp balkona çıktım. Nefis bir hava. Bir bahar sabahı serinliği, kuş cıvıltıları, hafifçe esen rüzgar… Gökyüzü tam gök mavisi. Tek bir bulut bile yok. Bir de yoldan geçen arabaların sesi olmasa … Ama olsun, kısa bir süre sonra onları da duymaz oluyorum. Balkon demirine konan minik kuş gözlerini dikip bana bakıyor. Allahım bu ne inanılmaz güzellik. Gözlerim palmiye ağaçlarının yeşil yaprakları ardındaki denize takiliyor, dalıp gidiyorum…. Önümüzdeki eski küçük binanın yılbaşından sonra yıkılıp, yerine koskoca bir gökdelen dikileceği haberini alalı henüz birkaç hafta oldu. O gün bu gündür daha bir özenle seyrediyorum bu muhteşem manzarayı sanki… İlginçtir ki, insanoğlu elindeki hazinenin, güzelliklerin değerini ancak kaybettiğinde anlıyor…
Yok yok, aslında bu eve ilk adım attığım günden beri penceremin önünde uzanan bu muhteşem tablo her an şükür ve tefekkür içinde bulunmam için vesile oldu… Yine de bir süre sonra önümüzde yükselmesi beklenen inşaat herhalde bu günümün kıymetini daha iyi anlamama sebep oluyor.
Geçen yıl şiddetli bir göz enfeksiyonu ile doktorun kapısına dayandığımda da benzer şeyler hissetmiştim. Doktor bir saati geçen muayene sonucunda;” Nerdeyse gözü kaybediyormuşuz, şu anda görmenizde yüzde otuz kayıp var.” dediğinde gözlükle bile görebilmenin ne büyük bir nimet olduğunu kendime itiraf etmiştim. O her zaman dilimizden düşmeyen “Allahım verdiğin sağlık ve afiyet için şükürler olsun” sözlerinin gerçekten de içimiz titriyerek, anlamına vararak, gönülden ve her an yeniden söylenmesi gerektiğini ancak idrak etmiştim… Duanın ve şükürün sadece dilde değil her an gönülde olması gerektiğini anlamıştım… Bir yılı aşkındır süren tedavi sonucu her gün bir parça geri kazanılan sağlık ise her an şükür etmeye vesile oluyor. Aslında bu bile ne büyük nimettir... değil mi?
Etrafımızı saran nimetler ne kadar çok… Aslında ne kadar zengin olduğumuzun farkında değiliz. Kaybettiğimiz sağlığımızı, bir gözümüzü, ya da organımızı hangi maddi servet geri getirebilir ki?.
Evet maalesef çoğu zaman Rabbımızın bize sunduğu o muhteşem güzelliklerin, sayısız nimetlerin, sağlığın, gönül zenginliğinin, gözlerimizin önünde bulunan ve her biri inanılmaz ibretler içeren, sayılamayacak kadar çok çeşitli türleri bulunan bitki ve hayvanlar aleminin farkında olamıyoruz… Günlük hayat dediğimiz koşuşturma bizi kendi ellerimizle inşaa ettiğimiz bir hapisanenin içine kapatıyor.. Kısıtlanıyor, bunalıyoruz.. kapasitemizin, zenginliğimizin farkında bile olamadan, kısır çekişmeler, basit ihtiyaçlar, başkalarının hayatları, sonuçta bize fayda sağlamayan işler içinde mücadele edip duruyoruz.. Aslında bu günlük koşuşturma içindeyken hapisane avlusunda volta atan mahkumlar gibiyiz.. Tek farkımız ancak kendimiz istersek ve dışarıdaki güzellikleri, manayı, huzuru keşfedersek bir anda bu hapishaneden kurtulacak olduğumuz..
Bu dünya hayatı geçici, biz ise gelip geçen yolcularız.. İnsan bir geceliğine konakladığı otel odası ne denli lüks olursa olsun hiçbir eşyasını sahiplenip , sırtlanıp götürmeye kalkar mı, gönlünü oraya bağlar mı? Sabah çıkıp giderken güzeldi ve bitti der gerçek yurduna doğru yola koyulur değil mi? İşte hayat da bizim için böyle… Dünyadaki tüm güzelliklerin de bir sonu var.. Zaman zaman elimizdeki nimetlerin önemini anlayabilmemiz ve şükrümüzü arttırmamız için onlardan mahrum kalmamız gerekiyor.
Balkonun demirlerinden hızla havalanan kuşlara takıldı gözlerim. Dün sabah deniz kıyısında yürüyüş yaparken sürü halinde yüzen balıkları seyretmiştim dakikalarca.. Deniz altı ise bambaşka bir dünya.. daha adını bile duymadığımız görmediğimiz milyonlarca tür var… Ya ayaklarımızla basıp geçtiğimiz çimenlerin toprağın altındaki canlı hayat.. Her birinin bir varoluş sebebi var. Bir türü yok ettiğinizde tüm denge bozuluyor.. Geçen yıl kuş gribi var diye yok edilen kanatlı hayvanlardan sonra kene vakalarında nasıl da artış oldu. Çünkü tavuklar ve kanatlılar keneleri avliyorlarmıs… Hiç bir zerre boş ve sebepsiz yaratılmamış…
Bu muhteşem denge ve düzen içinde ya bizim yerimiz… Rabbım bizi insan olarak yaratarak en büyük şerefi vermis. Şimdi o şerefe layık olabilmek için ne yapıyoruz.. ? İnsanlığımızı nerede nasıl kullanıyoruz..? Neyin ne kadar farkındayız? Farkındalığımızı arttırmak için neler yapıyoruz.. Kendimizi geliştirmek, bahsedilen kapasiteyi hakkıyla kullanmak için bir çabamız var mı? Önümüzde uzanan sonsuz nimetlerin şükrünü edebiliyor muyuz? Etrafınıza bir bakın; her ailede bir en umutsuz durumdayken kurtulan, yeniden hayata sarılıp başarıya ulaşan bir insanın öyküsü vardır.. Biz içimizdeki cevheri keşfedebildik mi?
Bir insan; bu çocuk uyumsuz, okuyamaz dendiği halde büyük bir bilim adamı olabiliyor. Bir başkası; iflas etti, battı denirken tekrar düştüğü noktadan kalkıp dimdik iş hayatında başarıya koşabiliyor. Bir bakıyorsunuz bir kazadan sonra artık yürüyemez denilen kişi takma bacağı ile maraton koşabiliyor. Sağır olan birisi inanılmaz besteler yapabiliyor. Gözleri görmeyen ve elleri olmayan bir genç, ağzıyla tuttuğu fırçasıyla harika resimler yapıyor.. Bizi tutan, başarıdan alıkoyan, şükürsüzlüğümüze sebep olan nedir peki ?
Gönül gözümüzü açalım güzelliklere.. Rabbımızın nimetleri sınırsız. Elimizde öyle bir cevher var ki işlenmeyi bekliyor… Sadece karar verip başlıyacağız bugün.. Gülümseyerek başlıyalım.. Şükrederek herşeye.. Geçmişteki başarısızlıklara, sevgisizliklere, aldığımız darbelere yanmayı bırakalım. Geçmişi düzeltemeyiz.. Gelecekte kaybetmemiz muhtemel şeyleri düşünerek, başımıza gelebilecek olumsuzlukların ihtimallerinden cekinerek , ya da olamıyacak şeylerin hayellerine kapılarak zamanımızı öldürmeyelim. Gelecek bilinemez.. Şu andan başlayalım. Ve şu an ne yapıyorsak en iyisini yapalım. Ve tek bir an unutmayalım ki her olanda bir hayır vardır. Şükür ve teffekür içinde olalım.
Şimdi benim için de bu harika manzaraya ve tertemiz havaya veda zamani. Günün yapılması gereken işleri beni bekliyor. Az sonra şehrin sokaklarında koşuşturan insanlar arasına karışacağım inşaallah. Her baktığımda güzeli görmeye çalışacağım, ilk selami veren ben olmaya gayret edeceğim, İçim daraldığında şikayet değil, şükür etmeyi deniyeceğim.. Allah yardımcımız olsun … Rabbım bütün insan kardeşlerime ve bana gerçekleri görecek gözler nasip etsin. Amin..
Saygi ve hurmet ile ellerinizden opuyorum.
OZDEN CICEK
Decorative & Creative Painting
Freelancer - DUBAI
www.ozdencicek.com
www.ozdencicek.blogcu.com
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın Özden Çiçek,
Efendim, bugün mailinizi okudum. İnanın mailin güzelliğinden okurken sarhoş oldum. Çiğdem Hanım’a rica edeceğim, bir çıktı alsın ve ben bu muhteşem yazıyı her gün okumak imkanına sahip olayım.
Efendim, anın güzelliğini ne güzel belirtmişsiniz. Dün geçip gitmiş, acısıyla, tatlısıyla. Yapacak bir şey yok. Yarın meçhul. Bilmiyoruz. Acaba sabaha çıkabilecek miyiz? Tek realite içinde yaşadığımız an. Ve bu anın değerlendirilmesi, güzelliklerle yaşanması. Bunu yapabilen insanlar ne kadar az. Ve onlar ne kadar güzel insanlar. Hayat, her an yeniden yok oluyor, yeniden var oluyor. Kur’an-ı Kerim’de
“Allah, her an yeni bir şe’n üzeredir”
buyruluyor. Şe’n, oluşum demek. Varoluş, kainat akıl almaz, inanılmaz güzelliklerle dolu. Yine Kur’an-ı Kerim’de
“Ne yana bakarsan bak, Allah’ın vechi oradadır”
buyruluyor. Tabiat güzellikleri, insan, hayvan, bitki, eşya ve cemadatın güzellikleri bizi her an yeniden kendimizden geçiriyor. Gece ayrı güzel, gündüz ayrı. Denizi üstü ayrı güzel, altı ayrı güzel. Bütün bu güzellikler yetmiyormuş gibi bir de Allah’ın özel istidatlarla gönderdiği san’atkarların ortaya koyduğu inanılmaz, akıl almaz güzellikler. Müzikte ayrı, resimde ayrı, edebiyat ve şiirde ayrı, mimaride ayrı, heykelde ayrı muhteşem güzellikler. Pazar akşamı Armada Uludağ’a gitmiştim. Orada yemek yedikten sonra aşağıya Remzi Kitabevine indim. 2008 yılının takvimleri gelmiş. Bir takvimde Leonardo De Vinci’nin resimleri vardı. Görür görmez heyecanlandım ve aldım. Bir sayfada Mona Lisa’nın detayları vardı. Ellerine bakarken tir tir titredim. Yarabbi, o ne güzellikti. Akıl almaz, havsalaya sığmaz, muhteşem bir güzellik. Büyük müzisyenlerin eserlerini on kere, yüz kere, bin kere dinlesek doymak ne mümkün. Beethoven’e, Bach’a, Mozart’a, Mendelsson’a, Vagner’e doyum olur mu? Itri’ye, Dede Efendiye, Üçüncü Selim’e, Zaharyan’a doyum olur mu? Udi Hırant’a doyum olur mu? Yahya Kemal’e, Necip Fazıl’a, Ahmet Muhip Dranas’a, Ahmet Hamdi Tanpınar’a, Ahmet Kudsi Tecer’e, Gülten Akın’a, Sezai Karakoç’a doyum olur mu? Matisse’e, Lenardo’ya, Clee’ye, Modikliane’ye, Renoir’e, VanGogh’a doyum olur mu? Batılı turistler Süleymaniye’ye, Selimiye’ye, Sultan Ahmed’e bir türlü doyamıyorlar. Güzel, çok güzel, inanılmayacak kadar güzel bir dünyada yaşıyoruz. Ama kaç kişi bunların farkında? Erenköyü'nde Bahar şiiri kaç kişiyi kendinden geçiriyor? Necip Fazıl’ın Sakarya Türküsü kaç kişiyi ağlatıyor? Duyulamayan hayret, hissedilemeyen ürperti... Ne yazık ki günümüz insanı diyor Einstein, bir gülün açılışındaki harikulade güzelliği hissedemiyor, ürperemiyor. Rilke, Malt Bridge’nin Notları’nda, “Görmeyi öğreniyorum” diyordu. Ah, bir de bizler öğrenebilsek, hissedebilsek, ürperebilsek, ağlayabilsek. Her şeyi basit, normal, alelade görmek hastalığından kurtulabilsek.
İşte efendim, kıymetli mailiniz bu muhteşem görme olayını bize bir kere daha hatırlattı. Size ne kadar teşekkür etsek azdır.
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Aziz Ruhları Şad Olsun.