SABRİ BABA VE GÖNÜL DOSTLARININ BİR CUMARTESİ SOHBETİNDEN NOTLAR
18.12.2010 tarihli Cumartesi Toplantısı
(Bir Gönül Dostu, “Zerafet”in tanımını soruyor.)
S.Tandoğan Hz- Zerafet, kadın veya erkek, hayatının her anında bir edep, saygı, ve kendini Hak’kın huzurunda bilmek sanatıdır. Bazıları mesela evde başka hareket eder, topluluk içinde başka hareket eder. Onlar isteseler de zarif insanlar olamazlar. Zarif insan evde de zerafet içindedir, afedersiniz tuvalette de yine zerafet içindedir.
Bir Gönül Dostu- Efendim müsaadenizle ben bir soru sorabilir miyim? Bildiğimiz bir Hadis-i Şerif: “Nefsin senin binek hayvanındır, ona rıfk ile, tatlılıkla muamele et.” Oradaki “tatlılığı” biraz açabilir misiniz?
S.Tandoğan Hz.- Açayım yavrum. Şimdi insanlık kültür tarihine bakacak olursak, asırlarca insanlar hep nefisleriyle yanlış mücadele etmişler. İşte demişler, nefsimizi öldüreceğiz, boğacağız, canını çıkaracağız, pestilini çıkaracağız. Bunlar hikaye yavrum. Mesela ortaçağda Hıristiyanlar o kadar büyük işkenceler yapmışlar ki kendilerine, nefsimizi terbiye edelim diye, uslandıralım diye. Meşhur Pascal mesela böyle demirden bir kemer yaptırmış, içine iğne gibi sivri demirler koymuş. Gece olunca onu geçiriyormuş başından, herhangi bir şekilde uykuya dalar da, şöyle giderse, o zaman o çiviler etine batıyormuş, kanayınca da artık ıstırapla uyanıyormuş. Mesela Fransa’da, Paris’te yüz metre yürüyün, karşınıza bir manastır çıkar. Manastır, manastır, manastır... İnsanlar orada, dört duvar arasında toplumdan uzak, nefislerini ıslah edeceklerini sanmışlar. Hiçbiri de edememiş yavrum. Yalnız Peygamber Efendimiz çıkıyor, diyor ki, “Nefsin senin binek hayvanındır, ona rıfk ile, mülâyemetle muamele ediniz.”
İslam’da nefisle mücadele şöyle edilir: Öyle asacağım, keseceğim, boğacağım, canını çıkaracağımla değil de, nefsimizi şöyle bir kenara koyacağız. Tamam diyeceğiz, sen ağasın, paşasın. Sonra öyle bir hâlin içine dalacağız ki, nefsimizi hatırlayacak zaman kalmayacak. Mesela Peygamber’imizin bir Hadisi Şerifi buna açıklık getiriyor: “Allah’ım beni bir an, bir andan da kısa bir zaman nefsime bırakma.” buyuruyor. Şimdi yavrum, mesela ben genç yaşında okuma yolunu seçtim. O kadar çok okudum ki, nefsimi düşünecek vakit yoktu ki... Vakit yoktu. Şu kitabı da okuyayım, şunu da bitireyim, şu yazarı da okuyayım, şu yazarın şu eserini de okuyayım... Bütüün gençliğim böyle geçti. Allah’a çok şükür bir gün yaşlandım, döndüm baktım gençliğime, tertemiz bir gençlik. Pırıl pırıl, gül gibi, nur gibi bir gençlik. Şimdi mesele burada yavrum. Nefsimi boğacağım filan... Bunlar edebiyat yavrum. İnsanlık tarihinde kimse nefsini boğamamış ki biz boğalım. Kimse nefsini öldürememiş ki biz öldürelim. Dikkat edin, bunu hiçbir kitapta bulamazsınız. Nefisle mücadelenin bir tek yolu var yavrum. Nefsimizi şöööyle bir güzel estetik suje gibi bir kenara koyacağız yavrum. Üstüne üstüne gitmeyeceğiz. Ters teper. Ondan sonra kendi dünyana dalacaksın. Bu edebiyat olur, müzik olur, resim olur, hukuk olur, tıp olur, felsefe olur... Mesele meşgale bulabilmek. Ben ona “Kendi dünyasını kurmak” diyorum. Bunu da hiçbir kitapta bulamazsınız. Benim kendi görüşümdür. “Kendi dünyasını kurmak...” Kur da neyle istersen kur. Nakışla kur, yünle kur, dikişle kur, ibadetle kur, zikirle kur, kitapla kur, kur, kur... Ama kuracaksın.
O zaman bakıyorsun ki, nefsin burada kibar kibar, uslu uslu oturuyor. Senin boş bir anını bekliyor ki, nereden tuşa getireyim diye, nereden sırtını yere getireyim diye. Onun için Yüce Resûlümüz, “Allah’ım beni bir an, bir andan da kısa bir zaman nefsime bırakma” Buyuruyor. Bir anda her şey değişebilir, şeytan ümüğüne sarılabilir. Olay bu kızım.
Bir Gönül Dostu- Efendim İnşirah Suresinin sonlarında, “Boş kaldığın zaman başka bir işe koyul.” diye bir Ayet-i Kerime var, o da bununla mı alakalı?
S.Tandoğan Hz.- Tabi, tamamen bununla alakalı. Mesela ben heyetten çıkardım, çok ağır müzakereler olur, tartışmalar olur falan. Biter müzakere. Odama çekilirim, bakarım beni bekleyen ziyaretçim yoksa, hemen açarım kitabımı, okumaya başlarım ama bir dakika da olsa boş geçirmem. Çünkü o bir dakikada şeytan aklıma bir şey getirebilir. Bu o kadar hassas, o kadar ince bir ölçü ki yavrum, hep bir şeylerle meşgul olacağız. Mesela ben çocukluğumda hatırlıyorum, annem beni işte günlere götürürdü üç dört yaşındayken, bir sandalyeye oturturdu, ben orada otururdum, böyle komşu teyzeleri gözlerdim, etütler yapardım. Onları ıcığını, cıcığını, bakışlarından, hareketlerinden çıkarırdım. Bir şey dikkatimi çekerdi. Hepsinin elinde bir şey vardı; kimisi yün kazak yapardı, kimisi torununa patik yapardı, kimisi böyle elinde nakış yapardı, ama boş kimse yoktu. Bu gün bunu görmenin imkanı var mı hanım günlerinde?
Onun için daima bir meşguliyet yavrum. Mesela ben çok küçük yaşımdan itibaren kendimi kitaba verdim. Kitaptan başka bir düşüncem yoktu benim. Yolda yürürken kitap düşünürdüm. Tatile girerdik mesela, okul tatiline. Daha o gece kitap çalışmalarım başlardı.
Bir Gönül Dostu- Efendim, yaptığımız hangi hareketin nefse ait olduğunu hangisinin nefsaniyetten uzak olduğunu nasıl anlayabiliriz?
S.Tandoğan Hz.- Yaptığın bir hareket eğer sende, iç dünyanda huzur, sükun, mutluluk, güzellik duygusu uyandırıyorsa, o nefsine zıt bir duygudur. Mesela şu yavrumun çok güzel adetleri vardır. O edeben söylemez. Onlardan biri de şu: Onların evinin yanında çok yaşlı bir hanım varmış. Yani maddeten kimseye muhtaç değilmiş ama ne arayanı, ne soranı varmış. Bir oğlu varmış sosyetik. O böyle işte ayda bir kere filan şöyle bir laf olsun diye uğrarmış. Şimdi bu çocuk, bazen işten çıkıyor, o yaşlı hanımı ziyarete gidiyor. Hatırını soruyor, ona yoldaş oluyor. Merhaba teyzeciğim, nasılsın demesi yeter. Yalnız çünkü...
Bir Gönül Dostu- Efendim, müsaadenizle. Biz kitap okuduğumuz zaman nefsimizden kurtulduk garantisi var mıdır?
S.Tandoğan Hz.- O okuduğun kitaba göre değişir yavrum. Benim dediğim, bizi Allah’a, mâneviyata götürecek, müspet, pozitif kitaplar. İyi kitaplar. Tasavvuf kitapları... Yani gel bir gün benim kitaplarımı incele, bir tane benim kitaplarımın içinde şer kitap bulamazsın. Ben şer kitaba para vermem yavrum.
Aynı Gönül Dostu- Efendim şer kitap almayalım ama hediye geldiği zaman ne yapabiliriz? Başkalarına da hediye edemeyiz? Ne yapmalıyız?
S.Tandoğan Hz.- Çöpe. Onun en güzel yeri hazreti çöp tenekesi. (Gülüşmeler)
Bir Gönül Dostu- Efendim bir de mesela gazetelerde Ramazan’da hep böyle dini yazılar oluyor, küpürler oluyor, onlar ne olacak, çöpe de atılmıyor? Yani korkuyoruz içinde Allah yazısı olabilir diye?
S.Tandoğan Hz.- Yakıver yavrum. Onları okuma. Bir de şeyi tavsiye ederim. Ramazan’da o televizyondaki dini konuşmaları dinleme yavrum. Aman yarabbiii... Kafa karıştırmak için birebir. Yani insan, tertemiz bir insan, kadın veya erkek, evliya mertebesinde bir insan, bir ay televizyondaki dini konuşmaları dinlese, tamam. Hemen Bakırköy. (Gülüşmeler) İşte beni yakînen tanıyanlar bilir, ben özellikle Ramazan’da hiç televizyon açmam yavrum. Ödüm kopar bir dini konuşma duyunca. Tahammül edemem...
Bir Gönül Dostu- Efendim müsaadenizle beni çok rahatsız eden bir şeyi paylaşmak istiyorum. Günümüzde buna hiç dikkat edilmiyor. Ayetler, Hadisler, bayrağımızın basılı olduğu kartlar, kağıtlar, kaç kere şahit oldum yerlerde dolaşıyor. Ben de en azından buradaki Gönül Dostlarından rica edeyim, bunlara dikkat edelim, görürsek kaldıralım. Yerlerde kalmalarına müsaade etmeyelim.
(Bunun üzerine Sayın Büyüğümüz)
S.Tandoğan Hz.- Yavrum bir hikaye anlatırlar. Kırklar toplanacak. Fakat bir kişi Hak’ka göçüyor. Otuz dokuz kişi kalıyorlar, toplanamıyorlar. Onun üzerine dört yüzlerden bir kişinin seçilmesi lazım. Herkes merakla bekliyor. Bakıyorlar, bir demirci ustası seçiliyor. Allah Allah? Kırklar göreve başlıyorlar, demirci ustası da katılıyor. Halktan bir insan uyku uyuyamıyor meraktan. Nasıl olur, diyor. Yani bu sıradan bir demirci ustası. Nasıl bu kadar yüksek bir mertebeye erebilir, diyor. Gidiyor yanına, selamun aleykum, aleykum selam. Hal hatır soruluyor, çaylar içiliyor... Sonra, “Efendim” diyor, “darılmayın, gücenmeyin. Siz çok mu ibadet ediyorsunuz, sabahlara kadar zikir mi yapıyorsunuz, yani bunun sırrı nedir?” diyor. “Siz benim bildiğim mahallemizin kırk yıllık demirci ustasısınız, nasıl bu kadar büyük bir mânevi mertebeye gelebildiniz” diyor. “Valla kardeş,” diyor demirci ustası. “Ben işte zar zor beş vakit namazımı kılabiliyorum. Ama kazayla, ama şu şekilde, ama bu şekilde.” “E,” diyor “senenin bütün günlerini oruçla mı geçiriyorsun?” “Yoo,” diyor, “Ramazan gelir, otuz gün orucumu tutarım, biter. Bir daha tutmam. Peki nedir Efendim bundaki hikmet,” diyor. “Ben çıldıracağım, lütfen izah edin, bir düşünün şöyle,” diyor. Adam düşünüyor. “Haa,” diyor. Anlatıyor:
“Bir gün yolda gidiyordum, yolda içinde Allah kelimesi geçen bir yazı gördüm, yerde çamurların arasında. Aldım onu. Mendilimi çıkarttım, güzeelce mendilimle sildim. Sonra baktım, içinde böyle minicik de olsa çamur kalıntıları var. Onu aldım dilimle yaladım. O çamurları yuta yuta temizledim. Sonra buruşmasın diye cebimden defterimi çıkarttım, arasına koydum.
Benim hayatımda başka yaptığım bir iş daha hatırlamıyorum,” diyor. Onun üzerine gidiyor, gene o mahallede çok üst mertebede bir veliye, efendim diyor ben demirci ustasıyla konuştum, bana böyle böyle dedi, diyor. Yani yerden bir kağıdı alıp, temizleyip, defterinin arasına koymak insanı manen bu kadar yükseltir mi diyor. O da “Yükseltir evladım” diyor. “İşte o hareketiyle o zât kırklara girdi,” diyor. Bunu lütfen kırk gün düşün. Bu müthiş bir olay.
Bir Gönül Dostu- Bu gerçekten olmuş mu Efendim?
S.Tandoğan Hz.- Bu gerçekten olmuş bir hikaye yavrum.
Bir Gönül Dostu- Efendim siz bu hikayeyi anlatınca rahmetli Münir Derman Hazretlerinin bir sinek olayı varmış, onu ayrıntısıyla bizlere anlatır mısınız?
S.Tandoğan Hz.- Münir Bey doktor. Eskişehir Sağlık Müdürlüğünde bir yazılı emir geliyor. Eskişehir’in bir köyünde salgın bir hastalık çıkmış. Derhal diyor gerekli tıbbi cihazları alın, o köye gidin diyor. Gidiyor Münir Bey. Bütün köy halkına aşı yapıyor. Sonra ihtiyacı oluyor, tuvalete gidiyor. Köy tuvaleti tabi. Bilirsiniz değil mi köy tuvaletlerini. Hani iki tane tahtayı şöyle atarlar, bir çukur olur... Münir Bey işte tam orada pantolonun düğmelerini çözecek, yerde, o pisliğin içinde bir sinek görüyor. Sinek böyle çırpınıyor oradan kurtulmak için. Batmış pisliğin içine. Hemen Münir Bey pantolonun düğmelerini ilikliyor, iniyor aşağı, kollarını sıvıyor, Ya Allah, kolunu pisliğe daldırıyor, o sineği çıkartıyor, böyle tutuyor, yavaş yavaş sineğin ıslaklığı kuruyor, pırrr diye uçuyor. Sonra Münir Bey gidiyor, güzelce yıkanıyor, temizleniyor, arınıyor.
Ertesi gün bir hastaya çağırıyorlar gene Münir Bey’i, bir fakir hasta. Karanlık bir sokak, ışık mışık yok. Bir şey dikkatini çekiyor Münir Bey’in. Sağ elinden böyle ışıklar çıkıyor. O sineği kurtardığı eli. Şöyle yapıyor elini, bööyle sanki gece lambasını, feneri tutmuş gibi yolu aydınlatıyor. Ve ölene kadar Münir Bey’in o eli böyle bir fener gibi geceleri aydınlatıyordu.
Bir Gönül Dostu- Efendim o herkes tarafından farkedilemiyordu değil mi?
S.Tandoğan Hz- Hayır yavrum, onu ancak mânen kendisine yakın olanlar görebiliyor.
Aziz Ruhları Şad Olsun.