.
Muhterem Büyüğüm,
Büyük kadın veli Rabiatül Adevviye Hz hakkında bir yazıyı sizlerle paylaşmak istedim:
Kadın evliyalarımızdan Rabia-i Adviyye: Birinin; "Yâ Rabbî, bana rahmet kapısını aç!" diye duâ ettiğini işitince, Râbia-i Adviyye; "Ey câhil, Allah-ü teâlânın rahmet kapısı kapalı mı idi de şimdi açmasını istiyorsun. Rahmetin çıkış kapısı her zaman açık ise de giriş kapısı olan kalbler, herkeste açık değildir. Bunun açılması için duâ edilmelidir." dedi.
Bir zaman hasta olmuştu. Ziyâretine gelenler; "Ey Râbia! Sana gelen bu hastalık çok ızdırap vermektedir. Duâ et de Allah-ü teâlâ çektiğin bu ızdırâbı hafifletsin." dediklerinde, buyurdu ki: "Siz biliyor musunuz ki, bu ızdırâbı çekmemi Allah-ü teâlâ irâde etmiştir.""Evet biliyoruz" dediler. O da; "Bunu bildiğiniz halde, O'nun irâdesine muhâlefet etmemi, O'ndan tersini dilememi nasıl isteyebiliyorsunuz?" dediği zaman, onlar; "Ey Râbia, peki senin arzun nasıldır?"diye sordular. O da; "Allah-ü teâlâ benim hakkımda ne irâde ve ne takdir etmişse ona râzı olmak" buyurdu.
Bir gün kendisine sordular ki: "Ölümü arzu ediyor musun?" Buyurdu ki: "İnsanlardan birine karşı bir kabahat işlemiş olsam, o insanla karşılaşmaktan utanırım. Halbuki Allah-ü teâlâya karşı olan kabahatlerimiz o kadar çok ki, huzûruna varmayı (ölümü) nasıl arzu ederim?" "
Bu yüksek derecelere ne ile kavuştun?" dediklerinde; "Beni ilgilendirmeyen her şeyi terk ve ebedî olanın dostluğunu istemekle" buyurdu.
Râbia-i Adviyye devamlı inlerdi ve onu hep dertli bir hâlde görürlerdi. Yakınları; "Hiç bir hastalığınız yok, ağlayıp sızlanmanıza, yakınmanıza sebep nedir?" dediler. O da; "Benim gönlümde öyle bir dert var ki, tabibler tedâvisinde âciz kaldılar. Yaramın merhemi Allah-ü Teâlâya vuslattır (kavuşmaktır). Böyle yanıp yakılıyorum ki, belki maksadıma kavuşurum. Bu benim yaptığım ise, bu işte en az olanıdır" diye cevap verdi.
Sevgili gönül dostlarından Mukarreb hanımefendinin;
”Oturtulduğum yatağın baş ucuna doğru secdeye gider gibi kapanıp, gözyaşlarıyla O odadaki manzaradan, tüm benliğimi yakan ateşten ALLAH’a kaçtım. Ara ara secdeden kalkıp, tekrar secdeye gidiyordum. Secdelerde sanki, başımı Rabbimin göğsüne yaslıyordum. Dilden değil, gönülden sessiz sözsüz niyazda bulunuyordum, Rabbime. Derdimi dil ile söylemeye ne hacet var ki, bana benden yakın olana. Derdi bilmeyene anlatmak için dil gerek. Şah damarından yakın olan Rabbin için ne söylemek gerek, ne de şikayet gerek. Kapısına baş koyup, sükutla beklemek gerek…” cümlelerinde Rabbine dönüşünü ürpertiyle okurken, Rabia-i Adviyye nin vefat öncesi çevresindekilerden isteğini hatırladım.
Yaşı sekseni bulmuştu. Yolda yaşlılığın tesiriyle yürümekte güçlük çekerdi. Öyle ki görenler, ha düştü, ha düşecek zannederlerdi. Böyle olmakla beraber kimsenin yardımını kabûl etmezdi. Vefâtı yaklaşınca yakınlarından Abede Bint-i Şevvâl adında bir hâtunu yanına çağırdı. Her zaman yanında taşıdığı kefeni göstererek; "Vefât ettiğim zaman beni bu beze sar ve defnet." diye vasiyet etti. Vefât etmeden önce hasta yatağının başucunda bekleyen sevdiklerine; "Kalkınız, burayı boşaltıp, yalnız bırakınız. Allah-ü teâlânın melekleriyle baş başa kalayım" deyince, oradakiler odayı boşalttılar. Kapıyı örttüler. İçeriden meâlen şu âyet-i kerîmenin okunduğu işitiliyordu: "Ey mutmainne nefs, râzı olmuş ve râzı olunmuş olarak Rabbine dön! Has kullarımın arasına katıl ve Cennetime gir."(Fecr sûresi: 89) Aradan biraz zaman geçti ses kesilmişti. İçeri girdiklerinde vefât ettiğini gördüler. Vefâtından sonra Abede binti Şevvâl vasiyetini yerine getirdi. Tur Dağı üzerine defnedildi.
Rabbim hakkımızda ne irâde ve ne takdir etmişse ona râzı olmayı ve bizi ilgilendirmeyen her şeyi terk ve ebedî olanın dostluğunu nasip etsin.
Allah’tan cumartesi görüşebilmeyi nasip etsin diye dua ederken, Saygılarımla ellerinizden öpüyor, tüm gönül dostlarına da gönülden sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Güler