Konu : Örnek bir baba olarak Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz.
Gönderen :
Siteden
Tarih :
6/17/2018 2:01:54 PM
.
EN GÜZEL BİR ÖRNEK EŞ VE BABA OLARAK HAZRETİ PEYGAMBER ALEYHİSSELATÜ VESSELAM EFENDİMİZ
Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselâm, bir baba olarak evlatlarının her şeyiyle yakından ilgilenmiştir. Çocuğu henüz doğmadan önce anne ile yakından ilgilenmiş, onlar doğduktan sonra ise, yakın ilgi ve alakasını evlatlarından hiç eksik etmemiştir. Efendimiz’in (s.a.v.) kız-erkek ayrımı gözetmeden çocuklarını sevmesi, okşaması, koklaması günümüzdeki bazı anlayış ve alışkanlıkların sünnetten ne kadar uzak olduğunu da göstermesi açısından önemlidir.
Hz. Muhammed (s.a.v) erkek-kız, birçok çocuk baba¬sıdır. Kâsım, Tahir, Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Gülsüm ve Fatıma, Hz. Hatice’den (r.anha) Mekke’de; Mısırlı cariyesi Mâriye’den ise İbrahim, Medine’de doğdu. (Aleyhimüsselam ecmaîn).
Ancak Efendimiz’in (s.a.v.) nazarında hizmetçi, köle, azatlı ve onların çocukları da ailenin birer parçasıdır. Bu sebeple Resûlullah’ın (s.a.v.) baba-evlat münasebetlerini hakkıyla tespit edebilmek için bu durumun da göz önüne alınması gerekir. Nitekim on yıl boyunca hizmetin¬de bulunan ve “Hâdimu’n-Nebi” (Peygamberin hizmetçisi) unvanıyla şereflenen Enes’i; “Hıbbu Resûlillah” (Allah elçisinin sevgilisi) unvanını taşıyan Üsâme ve babası Zeyd’i; torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i, Efendimiz’in (s.a.v.) ailesinin birer parçası olarak görüp onlara olan ilgisini değerlendirmeye almadan Resulullah’ın babalık yönünü tam olarak ortaya koyamayız.
Doğumdan önce de ilgi
Resulullah (s.a.v.) çocuklarıyla, onlar henüz doğmadan önce “fiilen” ilgilenmeye başlamıştır. Efendimiz’in ilk torunu olan Hz. Hasan’ın dünyaya gelişi yaklaşınca, kızı Fatıma’ya sıkça uğrayıp onun halini hatırını sorar ve son ziyaretinde, “Çocuk doğunca bana haber vermeden çocuğa hiçbir şey yapmayın” tembihinde bulunur. Ebe, doğumun ardından sarı renkli bir beze sarılmış olarak çocuğu getirince, Resulullah (s.a.v.) ebeye kızar ve “Bana âsi oldun” diyerek tepkisini sertçe ifade eder.
Efendimiz’in bu ilk ilgideki ciddiyetini anlamak için sarı bezi atıp, çocuğu beyaz bir beze sardığını, arkadan mübarek tükürüklerini çocuğun ağzına koyarak yutturup, babası Hz. Ali’yi çağırarak, ismi vs. ile ilgilendiğini bilmemiz gerekir. Aynı yakın ilgiyi Hz. Hüseyin ve diğer bir kısım yakınları için de gösterdiği bilinmektedir.
Çocuk doğduktan sonra Efendimiz’in, çocuğun göz ve kulaklarına “ilk şahsiyet inşası için” ezan ve kamet okuması, ilk yedi gün içinde sünnet ettirmesi, başındaki ilk tüyü tıraş edip ağırlığınca sadaka vermesi ya da akika kurbanı kestirmesi gibi faaliyetleri ümmetine ders verir niteliktedir.
Hz. Peygamber’in yeni doğan çocuğun gıdasıyla da yakinen ilgilendiğini, bu cümleden olarak oğlu İbrahim’in annesi Mâriye’nin sütü az olduğu için sağmal koyun alarak takviye ettiğini, hatta sütannesi de tuttuğunu bilmeliyiz.
Efendimiz’in (s.a.v.) kız torunu Ümâme’nin yüzündeki çapağı silmesi, Hz. Fâtıma’nın (r.a) yanında gecelediği bir ziyaret sırasında Hasan ve Hüseyin’in sırayla su istemeleri üzerine hemen koşup onlara su vermesi gibi örnekler, halen cemiyetimizdeki bazı anlayış ve alışkanlıkların sünnetten ne kadar uzak olduğunu da göstermesi açısından önemlidir.
Çocuk sevgisi
Efendimiz’in en mümtaz yönlerinden biri O’ndaki çocuk sevgisidir. Çocukları “cennet kokusu”, “gözümün nuru” diye tarif eder. “Her öpücük için cennette beş yüz yıllık mesafesi olan bir derece verilir” diyerek çocukların sevgiye boğulmasını tavsiye eder.
Hz. Peygamber (s.a.v.) çocuklarına, torunlarına gösterdiği sevgi ve merhamet sebebiyle “iyâline karşı insanların en müşfiği” bilinmiştir. O, torunları Hasan ve Hüseyin’in yüzlerinden, dudaklarından göbeğinden öpmüştür.
Kocası demirci olan bir sütanneye verilen oğlu İbrahim’i Efendimiz’in (s.a.v.) sık sık görmeye gittiği, varınca çocuğu kucaklayıp öptüğü, kokladığı ve bir müddet yanında kaldıktan sonra döndüğü belirtilir.
Efendimiz, çocukların sevgi bağını koparacak, onları üzecek davranışlardan ısrarla kaçınmıştır. Kız torunu Ümâme omzunda olduğu halde namaz kılmış, rükû ve secdeye gittikçe onu yere bırakmış, kıyama kalktıkça tekrar omzuna almıştır. Namazda, secde sırasında sırtına binen torunları, kendiliğinden ininceye kadar secdeyi uzatmış, rükû sıralarında bacaklarının arasından da geçmek isteyince bacaklarını aralamış ve fakat çocuğa müdahale etmemiştir. Hatta çocuk, kucağında iken üstüne akıttığı (küçük abdestini yaptığı) zaman akıtmasını kestirmemiş, müdahale etmek isteyene, “Bırak oğlumu, tamamlasın” demiştir.
Talim ve terbiye
Resûlullah’ın ailesinde çocukların talimi mühim meselelerden biridir. Doğumla birlikte çocuğun kulaklarına ezanın okunması talim işinin ne kadar erken ele alınması gereğine bir sembol olmaktadır. Fiilî talime konuşma yaşında, itikada müteallik Kur’anî kısa metinler ezberletilerek başlandığını şu rivayet haber vermektedir: İbn-u Şu’ayb der ki: “Abdulmuttalib oğullarından bir çocuk konuşmaya başlayınca Hz. Peygamber (s.a.v.) şu Ayeti yedi sefer okutarak öğretirdi: “el hamdulillahi’l-lezi lem yettehiz veleden ve lem yekun lehû şerîkun fi’l-mülki” (Hamd o Allah’adır ki, O’nun ne çocuğu vardır ne de mülkte bir ortağı).
İlk öğretilecek şeyin “Lâilâhe illallah” olmasını da emreden Hz. Peygamber, akıl ve muhakemeye yönelik eğitimin temyiz yaşından itibaren sistematize edilmesini irşat buyurur. Hz. Peygamber (alıştırmak gayesiyle) yedi yaşında çocuğa namazın emredilmesini, kılmadığı takdirde 10 yaşında ciddiye alınmasını ve yataklarının ayrılmasını emreder. Namazın emri; namazla ilgili farz, vacip, sünnet her çeşit bilginin öğretilmesini içine alır. Hz. Ali, Peygamberimiz tarafından İslam’a davet edildiği zaman 9 yaşında idi. Çocuğa yazı, yüzme, ok atma, ata binme gibi diğer bilgilerin öğretilmesi de Hz. Peygamber’in emirleri arasındadır.
Uslandırma metodu: Asgari müdahale
Hz. Enes’ten yaptığı yaramazlıklar sonucu yapılan tenbihlerle ilgili gelen rivayetlerden şöyle bir sonuç çıkarmak mümkün: “Resûlullah’a (s.a.v.) on yıl hizmet ettim. Yaptığım işler, her seferinde Resûlullah’ın istediği şekilde gerçekleşmedi; buna rağmen bana bir kerecik olsun ne vurdu, ne kötü söyledi, ne azarladı, ne surat astı, ne de ayıpladı. Bir kere olsun “Of be!” demedi. Yaptıklarımdan hoşuna gitmeyen için “ne fena yaptın” demedi. Yaptığım bir şey için “Bunu niye böyle yaptın?” yapmadığım bir emri için de “Onu niye yapmadın!” diye hesaba çekmedi. Hanımlarından biri “Keşke şöyle yapsaydın!” diye müdahale edecek olsa: “Bırakın çocuğu, o Allah’ın murat ettiği şeyi yapmıştır” derdi.”
Çocuklar arası eşitlik
Hz. Peygamber (s.a.v.) “öpücüğe varıncaya kadar” zahire akseden her hususta çocuklar ara¬sında eşitlik emreder. Kız-erkek ayırımı kesinlikle yoktur.
Torunu Hz. Hasan ve Hüseyin (r.a) aynı anda su isterler. Hemen kalkan Resûlullah önce Hasan, sonra da Hüseyin’e suyu verir. Bundan Hasan’ı daha çok sevdiği hükmüne varmak isteyen Fâtıma’ya, “Hayır, ilk defa Hasan istedi” cevabını verir. Resûlullah’ın bu davranışı, bilhassa kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesine kadar ileri götürülen ayrımların yapıldığı bir cemiyette fevkalâde ehemmiyet taşır. Hatta illa da ayırım düşünülecekse, bunu kızlar lehine tavsiye eder; “Bağış ve ihsanlarda çocuklarınızın arasını eşit tutun. Eğer ben birini üstün tutacak olsaydım, kızları üstün tutardım” buyurur.
Meslek öğretimi
Bir baba için en mühim vazifelerden biri şüphesiz, evladına meslek öğretmesidir. Ancak Hz. Peygamber (s.a.v.) ile ilgili rivayetlerde, doğrudan doğruya meslek öğretimiyle ilgili açık bir tedbir dikkati¬mizi çekmese de ulema, “Kadın-erkek, her mü’mine ilim farzdır” hadisinden hareketle, “Çocuğa bir de meslek öğretmek babanın vazifesidir” demiştir. Aynı hadisten yola çıkılarak “farz-ı ayn ilimler” meselesine, bundan da “buluğa erince tek başına hayata atılabilmesi için gerekli bilgi, maharet ve alışkanlıkların kazandırılması” hükmüne ulaşılmıştır. Bu konuda gelen nasları göz önüne alan İslam âlimleri her babanın, evladını kendi mesleğinden daha aşağı olmayacak bir meslek üzere yetiştirme¬si gerektiğine hükmederler.
Evlendirme
Hz. Peygamber, ailesine mensup kimselerin evlenme meselesiyle de ilgilenmiş, bu maksatla yapılması gereken iş ve teşebbüsleri, alınması gereken tedbirleri ihmal etmemiştir. Normalde büluğa eren gençlerin fazla bekletilmeden evlendirilmesi düsturunu vaaz eden Hz. Peygamber, ailesi şümulüne giren kimselerin evlenmeleriyle de teker teker bizzat ilgilenmiştir. Evlendirildiğinde 12 yaşında olan Hz. Fâtıma’nın mehir, çeyiz ve ikâmet edeceği ev vs… gibi meselerle bizzat ilgilenmiş, talimatlar vermiştir.
Efendimiz (s.a.v.), Hz. Fatıma evlendikten sonra da onun her türlü sorunuyla yakından ilgilenmiştir. Meşguliyetleri taksim ederek dâhili işleri Fâtıma’ya (r.a), harici işleri de Hz. Ali’ye (r.a) vermiş ve sık sık Fâtıma’yı ziyaret ederek, bazı geceleri kızının yanında geçir¬miştir.
Efendimiz (s.a.v.), kızlarına fevkalade müşfik ve candan davranmıştır. Evlenmelerinden sonra da karşılaşınca alınlarından öpmüş, ağladıkları zaman kendi eliyle gözyaşlarını silmiştir. Bu yakınlık, kızlarının her meselelerini, O’na çekinmeden götürmelerine imkân tanıyacaktır. Mesela Rukiyye (r.a), Efendimiz’e (s.a.s.) gelerek; “Ey Allah’ın Resûlü, Fâtıma’nın kocası (Ali), benim kocamdan daha hayırlı!” diyebilecektir.
Moral Dünyası Dergisi
|