MUHTEREM BÜYÜĞÜMÜZ SABRİ TANDOĞAN EFENDİ HZ İLE BAZI KUR'AN AYETLERİ ÜZERİNE SOHBETİMİZ
YASİN SURESİ
Yasin Suresi, 82. Ayet:
“Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen oluverir.”
-Efendim, bu Ayette Cenab-ı Hakkın “Ol” demesinin bir işin olması için yeterli olduğuna işaret ediliyor ve “Ol dedi, oldu” şeklinde ifadelendiriliyor. Şimdi burada önemli bir husus var: İnsan da yeryüzünde Allah’ın halifesi olduğuna göre insan kelâmında da böyle bir hassa vardır diyebilir miyiz? Çünkü siz zaman zaman insan kelâmındaki büyük sırdan bahsediyor ve sık sık “Ya hayır söyle yahut sus.” Hadisinin önemine işaret ediyorsunuz. Hatta Yunus’un “Yunus bir haber verir, işidenler şad olur” mısraında işaret edilen “duyulduğunda şad olunacak haber”in de Bu Hadis-i Şerif ve ondaki sırrı çözmek olduğunu belirtmiştiniz bir sohbetinizde?
Sabri Baba:
- Evet yavrum, müthiş bir Ayet bu. İnsan kelâmında da böyle bir hassa vardır. O nedenle ağızdan çıkan her söze çok ama çok dikkat etmek lazımdır. Bütün olaylar birbirine çok ince ipliklerle bağlı. Ağzımızdan çıkan bir kelime küçük bir kar yığınının dağın tepesinden aşağıya doğru kayarken bir çığa dönüşmesi gibi çok büyük olaylara sebebiyet veriyor. Ama kaç kişi bunun farkında??? İnsan Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak her yaptığına ve söylediği her söze dikkat edecek. “Ya hayır söyle yahut sus.” Hadisi bu Ayetin çok özlü bir yorumu aslında.
- Efendim, o halde bir kimsenin “Ol” demesiyle bir şeyin “ol”ması ne ölçüde mümkündür? Mesela birisi çıkar derse ki ben de bir şeyin olması için ol diyorum ama olmuyor, o zaman buna nasıl cevap verilebilir?
-Yavrum bunun gerçekleşmesi o kimsenin Allah’a yakınlığı nispetindedir. Böyle yakine ulaşmış bir kimse, onu inciten, kıran birine beddua etse o kimse cayır cayır yanar.
Ama Hz. Ali Efendimizin bir sözü var: “Bir kimsenin on kötülüğünü sekize indirebilirsen bu senin için başarıdır” manasında. Biz eğer bize kötülük edenlere hep hayır dua edersek o kimse bir gün gelir kalben bize karşı yumuşar. Kelâmda böyle bir hikmet var. Mesela onbeş gün böyle birisi için dua etsen onbeş gün sonra o kimsenin sana davranışlarının yavaş yavaş değişmeye başladığını görebilirsin.
Tevratta bir Ayet var. Şöyle söylüyor:
“İptida kelâm var idi.”
Biliyor musun bu Ayet beni kaç gece ağlattı...
-Efendim, burada kelâmın yaratılışta her şeye şekil veren bir unsur olduğu mu anlatılmaya çalışılmış?
-Öyle yavrum. Mesela bir Japon bilim adamı araştırma yapıyor. İçinde su bulunan tüplere farklı farklı müzikler, sesler dinleterek onları kristalleştiriyor. Sonra bakıyor güzel sesler dinletilen tüplerdeki kristaller muhteşem güzellikteyken, sert, kaba sözler dinletilen tüplerde ise şekilsiz, anlamsız kristaller oluşmuş. E, insan vücudunun da büyük bir kısmı su. O halde bizim söylediğimiz her söz karşı tarafı hem ruhen hem de bedenen tesiri altına alıyor. Konuşurken ağzımızdan çıkacak her kelimeye çok ama çok dikkat etmemiz lazım.
-Efendim, insan ağzından çıkan sözün önemine binaen bir yerde okumuştum: Bir gün bir velî zata bir hayvana bir niteleme yaparak sormuşlar: “Efendim, acaba deniz domuzunun eti yenir mi?” demişler. O da cevaben “Yenmez!” demiş. “Neden Efendim?”, diye sordukları zaman da “Siz bir kere ona domuz dediniz.” diye cevaplamış. Demek ki yapılan bir vasıflandırma bile o o şeyi etkiliyor?
-Öyle yavrum.
-Efendim, yine kelâmın hikmetine binâen hatırladığım bir başka olay var. Sizinle “Papazın Bağı”ndaki –içinde asırlık ağaçlar bulunan bir çay bahçesi- bir sohbetten dönerken bir masanın yanından geçiyorduk. Siz o masada oturmuş, sohbet ederek biralarını yudumlayan dört genç adama başınızla hafifçe selam verdiniz ve gülümseyerek “Afiyet olsun, efendim.” dediniz. Onlar da çok büyük bir keyif ve memnuniyetle size teşekkür ettiler. Ben de o zaman içimden acaba Sayın Büyüğümüz bu adamlara neden böyle söylemiş olabilir, içki âfiyet vesilesi olur mu, diye geçirmiştim. Sonra bir süre düşünüp cevabı bulamayınca size sormuştum, siz de şöyle cevap vermiştiniz: “Acaba ben onlara öyle söyledikten sonra o ellerindeki bardaklarda içtikleri şey hâlâ bira olarak kaldı mı?”
-Evet yavrum...
-Efendim, iki gün önce işyerinden çıkmış servise yürürken bir baba ve küçük oğluyla karşılaştım. Onlar da kendi servislerine yetişmek için karşıdan geliyorlardı. Küçük çocuk merdivenlerden değil de uzun otlarla kaplı yerden yürümek istedi ve oraya daldı, zorla yürümeye başladı. Bunun üzerine babası “Bak,” dedi, “oraya girdin ama oradaki keneler biraz sonra bacaklarına yapışacaklar.” Ben bunun üzerine ürperdim ve hafif yüksek bir sesle “Allah’ın izniyle hiçbir şey olmaz.” diyerek o sözden çıkan negatif etkiyi kendimce bertaraf etmeye çalıştım.
-Çok iyi yapmışsın yavrum. Bazı aileler var mesela çocuklarına “senden adam olmaz” diyorlar kızdıkları zaman. Böyle bir çocuk istese de ileride ortaya bir şey koyamaz. Ama onun yerine benim çocuğum ileride büyük adam olacak desek, o da kendini buna hazırlar.
-Efendim hamileyken anne karnındaki çocuğa dışardan yapılan güzel telkinlerin bile ilerde onun karakteri üzerinde çok müspet tesirleri oluyormuş. Bir de mesela bazen duyuyoruz, anne, babalar çocuklarına dışarıda oynamaya giderken “Hasta olursun, üşüteceksin” diyorlar. O zaman daha baştan böyle söyleyerek bu olaya zemin hazırlamış oluyorlar diyebilir miyiz?
-Tabi yavrum.
-Ne demek lazım mesela böyle bir durumda?
-Mesela: “Yavrum, çıkarken üzerine bir şey alırsan iyi olur”, denilebilir.
-Efendim, söylenen sözün vücut bulması ile ilgili Ankara’nın mânevi sultanlarından Rahmetli Şaziye Anne dermiş ki: “Birileri sizi bazı vasıflarınızı belirterek övdüğü, güzel iltifatlarda bulunduğu zaman, fazla tevâzu göstererek aman efendim ne haddimize, estağfirullah, filan diyerek o vasıfların sizde tecelli etmesine engel olmayın, alın, kabul edin.” Böyle bir durumda karşı tarafa nasıl bir karşılıkla cevap vermek uygun olur sizce?
-Mesela teşekkür ederim efendim denilebilir, inşallah denilebilir...
-Efendim, ağzını hep hayra açmak konusunda bir Hadis-i Şerifte: “Rüya, uçar bir ayak üzerinedir. Neye tâbir edilirse ona çıkar. O yüzden ehil olmayanlara rüyalarınızı anlatmayınız.” mealinde Buyruluyor. Mesela çok güzel bir rüya görmüş adam, anlatıyor. Ama karşıdaki kişi kalbindeki kıskançlıkla o rüyayı hayra yormak istemediği için yanlış yorumluyor ve sonuçta onun tabir ettiği şekilde rüya vücut buluyor. Sonra da iş işten geçmiş oluyor. Siz de hep bu konuda insanlara rüyalara takılıp kalmamalarını öğütlüyorsunuz zaten.
- E, işte ben bunun için rüyaların anlatılmasına ve herkesin o rüyayı yorumlanmasına karşı çıkıyorum.
-İnsanlar rüya yoluyla bazı bilinmeyenlerden haberdar mı olmak istiyorlar?
-Yavrum, bizim rüya ile ne işimiz olacak? Yapmamız gereken her şey bize bildirilmiş zaten .
-Efendim, rüyaların anlatılmaması konusunda bir örnek de Yusuf Suresinde var değil mi? Orada Yakup AS, oğlu Yusuf AS’ın çocukken gördüğü güneş, ay ve on iki yıldızın kendisine secde ettiği rüyasını kardeşlerine anlatmasına izin vermiyor, Sana, diyor haset edebilirler.
-Öyle yavrum.
-Efendim, aklıma geldikçe çok etkilendiğim yaşanmış bir olay var: Bir gün bir hükümdarın etrafında birtakım birlikte oturmuşlar, sohbet ediyorlar. Bir ara içlerinden birisi bir şahıs hakkında gece gördüğü rüyasını anlatıyor. Orada bulunanlardan birisi de bu rüyayı hemen tabir ederek, “Demek ki o kimse yakında vefat edecek.” diyor. Bir müddet sonra içeriye dışardan telaşla bir adam giriyor ve bir süre önce hakkında yorum yapılan kimse için hükümdara “Efendim,” diyor, “filan zat vefat etmiş.” Bunun üzerine hükümdar çok öfkeleniyor ve rüyayı tabir eden zata dönerek, yaptığı yorumla adamın ölümüne neden olduğunu belirterek derhal boynunun vurulmasını istiyor. Bunun üzerine tabiri yapan adam çok korkuyor, son bir çare olarak, “Efendim,” diyor, “haklısınız, ben cezama razıyım ama bana bir şans verin. Bir araştırtın, acaba o kimse ben o tabiri yapmadan önce mi ölmüş, sonra mı? Eğer ben o yorumu yapmadan önce ölmüşse, lütfedin, beni bağışlayın.”
Araştırılıyor, adamın biraz daha önceki bir saatte öldüğü anlaşılınca affediliyor. Efendim, insan bunu okuduktan sonra Resulullah Efendimizin rüya yorumu ile ilgili uyarısındaki ihtişamı daha bir farkediyor.
-Öyle yavrum, çok doğru.
Bugün kimse insanlara doğruyu söylemiyor. Her şey saklanıyor. İnsanlar da olur olmaz, faydasız şeylerin peşine düşüyorlar. Televizyon kanallarından birinde günlerce Nuhun gemisinin arandığı ve bulunduğu anlatıldı geçenlerde. Bununla reytinglerini artırmayı planlıyorlar. Çok bilmiş bir sunucu karşısına kendi gibi adamlar alarak Nuhun gemisinin bulunduğunu konuşuyor. Birkaç küflü tahta ile küflü bir demir parçası bulmuşlar. Bunları Nuhun gemisinin parçaları diye anlatıyorlar. Gerçekten bulsalar ne olacak, bunun kime ne faydası var?
-Efendim, herhalde Nuh AS bunları görse “Yahu,” der, “çeşit çeşit vasıtalar yaptınız, yine de aklınız fikriniz benim o eski gemide!”
Sayın Büyüğümüz gülüyor:
-Yavrum, aslında o araştırmalarda yapılmak istenen çok başka. Adamlar ülkemizde nerede hangi maden var diye gizlice onu araştırıyorlar. Ama sorulunca da “Canım, biz sadece Nuhun gemisini arıyoruz, ne var bunda?” diyorlar. Birkaç küflü tahta parçasını da işte bulduk diye televizyonlarda gösteriyorlar. Bizimkiler de saf saf inanıyor. Eğer beni o televizyon kanalına çıkarsalar, o genç suncuya: “Evladım,” derim, “bütün bunlar iyi güzel de insanlara ne faydası var? Neden onların kafalarındaki karşıklıklara ışık tutacak insanları programa çıkarıp, onlara yol gösterecek konulara eğilmiyorsunuz?”
-Efendim, bu konuştuğumuz hususlar üzerinde mesela biraz düşünülse ne kadar önemli sonuçlar çıkıyor değil mi bir insanın hayatına yön verecek?
-Öyle yavrum, çok doğru. Ama bunların üzerinde uzun uzun düşünmek, tefekkür etmek lazım.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Onun ve Hakk'a Göçen Ailesinin Aziz Ruhlarına Fatihalarla.
...(devam edecek)