Selamunaleyküm sayın hocam nasılsınız. Sizi hakikaten çok seviyorum. Sizi ilk defa Adana'da misafirlikteyken gördüm . Kanalları geziyordum. Birden ses tonunuz sakin tavrınız ve biraz da dinleyince söyledikleriniz beni büyüledi.
Sayın hocam izniniz olursa size sorum olacak. Kafamı ve gönlümü tam olarak dolduramıyorum. Sanki hiç bir bilmiyorum sanki hiç bir şey hissetmiyorum. Tam anlamıyla ruhsuz da denmez ama ben hayatı beynimle ve kalbimle gerçekten yaşayarak yaşamak istiyorum. Bilincimin açılmasını nasıl sağlayabilirim. Hakiki manada ölü bir kalpten ve kapalı bir beyinden nasıl kurtulabilirim .Her güne yeni bir heyecanla uyanmanın ne demek olduğunu pek bilmiyorum. Ülkem için İslam alemi için güzel hayırlı işler yapmanın derdindeyim. Ama bunun için de malumunuz bir değişim gerekli. Ve bu değişimi nasıl devamlı hale getirebilirim.
Sayın hocam şimdiden çok teşekkür ederim. Benim gibi günahkar bir kula da dua buyurursanız beni çok mutlu edersiniz. Hayırlı günleriniz daim olsun efendim.
Efendim Kocaeli'ye gelirseniz haberim olur da görüşme şansımız olursa hakikaten çok mutlu olurum .
Gözyaşlarıyla yoğurulmuş bir kalbin esirindeyim
Şu şehitlikte yatan azizin ebediyetindeyim.
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Kıymetli yavrum, öyle bir soru sormuşsun ki sanki onu sen değil bütün bir çağ, o çağın bütün insanları soruyorlar. Bu anlattığınız durum hemen hemen pek çok insanın durumu. Duymadan, düşünmeden, hissetmeden yaşamak, yaşar gibi yapmak. Bir robot gibi ritüellere göre hareket etmek.
Yıllarca önceydi, henüz emekli olmamıştım. Bir arkadaşımızın emekliliği gelmişti. Aramızdan ayrılıyordu. Onun için Anadolu Klübünde bir yemek verildi. O yemekte ben de vardım. Arkadaşıımı severdim. Onu o akşam yalnız bırakmaya gönlüm razı olmadı. Beş altı masa ilerde oturuyordum. Bir ara gözüm ilişti. Onu seyrettim. O akşam Anadolu Klubü inanılmaz güzellikte bir et hazırlamıştı. Hani Batılıların olağanüstü güzel pişmiş bir et için “eti işlemişler” tabirini kullandıkları gibi o akşam da et işlenmişti. İnanılmaz güzellikteydi. Her lokmasını Besmeleyle, şükürle yiyor, o lezzeti bütün varlığıma duyurmak istiyordum...
Yemek bitti. Ellerimi yıkamak için lavaboya gittim, arkadaşım da yan tarafta ellerini yıkıyordu. Ona hitaben “Ne muhteşem bir yemekti, değil mi?” dedim. Omuzunu silkti, “Bilmem ki” dedi. Demek farkında değildi. O olayı yıllardır unutamadım. İnsanların bu kayıtsızlığı, bu ilgisizliği her durumda ortaya çıkıyordu. Çünkü biz küçük yaştan itibaren bakmasını öğrenmiştik, görmesini değil. “Görmeyi öğrenmek” apayrı bir kültürdü. Çok farklı bir olaydı. Rilke, eserlerinde sık sık “Görmeyi öğeniyorum” der. Pek çok insanın bundan haberi bile yoktu. Süje yerine göre bir yemek, yerine göre uyumlu bir kıyafet, yerine göre bir cümle, bir mısra, bir melodi, bir davranış tarzı olabilir. Önemli olan o güzelliği görebilmek, “farkında olabilmek”tir. Aşık Veysel,
“Güzelliğin on para etmez
der. Bunu hayatın her alanına uygulayabiliriz. Önemli olan “görebilmek, farkında olabilmek”tir. Bunun içine kainattaki her zerre girer. Bir kuşun kanadındaki renkten tutun da Leonardo De Vinci’nin “Mona Lisa” sına varıncaya kadar. Yunus, “Gören göz değil, gönüldür” der. Farkındalık çok ince bir kültürdür. Ona ömür boyu süren bir aşkla, bir çabayla, bir gayretle ulaşılır. Her zerrede zikredenin Allah olduğunun bilincinde değilsek o zaman ancak bakarız ama göremeyiz. Yunus,
“Benim, bir karıncaya ulu nazarım vardır”
Derken buna işaret ediyordu. Yine
“Bir siz dahi sizde görün
diyordu. Acaba Yunus’un kendisinde gördüğü neydi? Bu sırlar çözülmedikçe biz, göremeyiz, sadece bakarız, o kadar!
Kıymetli yavrum, bu satırlarımla ne demek istediğimi anlatabildim mi, bilmiyorum? Ama bu meseleyi dünyada hiç kimse daha açık olarak anlatamadı.
Selam, sevgi ve saygı ile.
Allah'ın Rahmeti ve Peygamber Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam'ın Şefaati Gani Gani Onun ve Hakk'a Göçen Ailesinin Üstlerine Olsun.