Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Dünya güzeli bir insan: Azize Anne.
Gönderen : Çiğdem
Tarih : 7/6/2018 7:35:23 AM


.


Çok Sevgili Aziz Büyüğümüz,


Size ve bütün dostlara en güzel duygular ve dileklerle yeniden selamlar, sevgiler, saygılar...



Efendim, bundan birkaç gün önce bir gönül dostu kardeşimizden son devrin Hak aşıklarından Azize Anne hakkında bir yazı derlememiz istenmişti. Kendisinin sohbetinde daha önce ne yazık ki bulunamamış olduğumuzdan böyle bir yazıyı bir ölçüde de olsa hazırlayabilmek için siz sevgili büyüğümüzün rehberliğinde kendisine huzur evinde refakat eden sevgili Fatoş Hanım’a ulaştık. Canı gönülden görüşmeyi kabul ettiler. Sizin eşsiz varlığınız ve birkaç gönül dostu kardeşimizin de katılımıyla çok güzel bir zaman dilimini birlikte paylaştık. Üzerimizde kendisini çok uzun zamandır tanıyormuşuz izlenimini bırakan sevgili Fatoş Hanım’la, Azize Anneyle huzur evinde geçirdiği 7.5 aylık süreyle ilgili sohbet ettik...



İşte sohbetimizden notlar...




Tarih: 21.10.2008, Yer: Göksu Restoran



Sohbetimizin başında Fatoş Hanım’ın 29 yaşında, evli bir çocuk annesi olduğunu öğreniyoruz...




-Azize Anne ile nasıl tanışmıştınız?



İş için bir kuruma başvurmuştum. Oradan bana ulaşmışlar. Azize Hanım’ın kızı Nuran Hanımın şöförü gelip beni aldı, Azize Anneye götürdüler. Azize Anne, Nuran Hanım’ın şöförü Savaş Bey’i çok severdi. Ona hep “Eğer bakıcı senin bir akraban olursa, o zaman razı olurum” dermiş. O nedenle beni kendisine Savaş Bey’in amcasının kızı olarak tanıttılar. İlk iki gün boyunca türlü zorluklar çıkardı, sesini yükseltti. Hiç rahatsız olmadım. Hepsine de “Peki anneciğim” diyordum. Sonra üçüncü gün “Sen benim gönlümün sultanısın” dedi. Ve dostluğumuz başlamış oldu. Bir günü izin günüm olmasına rağmen haftanın yedi günü yanında kalırdım. Sabah 7.30’da gelir kahvaltısını yaptırır, akşam dönerdim.



-Huzurevinde insanlarla iletişimi nasıldı?



O huzurevinin de Azize Annesiydi. Oranın yaşça en büyüğüydü. Topluca oturulan bir salon vardı. Orada orta koltuk Azize Annenindi. Bahçeyi gören koltuğu seçmişti. Orada kendiliğinden ilahiler okurdu. Sesi koridorlara taşardı bazan.



“Beni bende koma


Al beni benden


Kaldıkça bende


Mahcubum senden


Fakire yardım et kendiliğinden”



“Gam seni terketmezse, sen terkeyle gam biraz


Gel kapanma seyre çık, güller açtı geldi yaz...”




“Seyredin Muhammedi, yatar kundak içinde.” Bu ilahiyi annesi ona çocukken ninni olarak söylermiş, öyle anlatırdı. Kendisi de söylerdi...




-En çok söylediği sözler nelerdi?



“İnsanlardan birşey beklemeyin, yoksa onlardan birşey istemek zorunda kalırsınız” derdi.



“İnsanlara aşık olmayan, Allah’a ulaşamaz” derdi.



“Yaşamak hem hoş, hem boş” derdi.




-Çocuklarının ilgisizliğinden şikayet eder miydi?



Hayır, hiç etmezdi. Yalnız birgün ziyaretine geldiklerinde (ki zaten çok az kalırlardı) “Beni neden buraya bıraktınız?” dedi, o kadar. Kendisi de her geldiklerinde “artık gidin” der, onları gönderirdi. Çocukları telefonla da ararlardı beni. Ben de iletişimleri kopmasın diye telefonu hep ona da verirdim. O da genellikle dışarda yemek yiyen bir oğlu vardı ona “Ne yaptın, yemeğini yedin mi, dışarda mısın” diye sorar, ancak cevabı beklemeden “Fatoş’a veriyorum” derdi. Kızı Nuran Hanım’a da “Sana dua ediyorum, çok paran olsun, işin olsun, sonra da bize bakarsın” der, yine cevabı beklemeden telefonu bana uzatırdı.




-Onunla olan dostluğunuz nasıl ilerledi?



Birbirimize çok kısa sürede alışmıştık. Yemeğini benden başka kimsenin yedirmesine izin vermezdi. Akşam yemeğini ise kendi kendine yermiş. Etrafındakilere sorardım, “Ne yapalım” derlerdi, “bizim yedirmemize izin vermiyor, sadece sana izin veriyor”.



Beni hiç yanından ayırmak istemezdi. Birgün bana “Giderken beni de götür, sende kalalım bundan sonra” dedi. “Anneciğim, burayı bizim için tuttular, buradan ayrılamayız” dedim. Sonra razı oldu. Ertesi günü bana “Ben size gelmesem daha iyi, orda rahat edemem. Burası iyi” dedi. Elimden geldiği kadar yalnız bırakmıyordum. Akşam olup ayrılma zamanı geldiğinde yatağına yatırır, üzerini örterdim. O zaman beni gitmesin diye türlü şeyler çıkartırdı, ayağımı şöyle ört, burası kaydı, yanımı düzelt... Bir gün dedi ki “Ben bunları niye yapıyorum biliyor musun, seni beni bırakıp da gitmesin diye yapıyorum” dedi. Sonra da “Seni şimdi çocuğun bekler, haydi git. Ama yarın erken gel” dedi. Bir sabah yanına gittiğimde beni çok özlemiş buldum, “Hz. Fatoş’um nerdesin” dedi, sarıldık. Perşembeleri izin günüm olduğu halde yine de gelirdim, ama erken dönerdim. Bir gün bana “Biliyorum bugün senin izin günün ama seni göndermeyeceğim” dedi. Sonra da “haydi git artık, seni evde beklerler” dedi.



Yatağının başucunda bir levha ve bir fotoğraf vardı. Levhada Peygamber Efendimiz’in mübarek isimleri yazılıydı. Fotoğraf ise onbeş yaşında kaybettiği oğlu Ahmet’e aitti. Yatarken “O levhaları bana doğru çevir” derdi. Onları seyrederek uyurdu. “Oğluna söyle de futbol oynamasın, futbol benim yüreğimi yaktı, seninkini yakmasın” derdi. “Vazgeçmiyor ki anneciğim” dediğimde, “Olsun, ne yap et vazgeçir” derdi. Oğlu Ahmed’i futbol oynarken kaybettiğini anlatırdı.



Yemekte küçücük ekmek kırıntılarını bile yerdi. Kahvaltıda helva, salam, kaşar, çay severdi. Çayını içerken başka bir dolu bardak da yanında bulunsun isterdi. Benden de onun yediklerinden onunla birlikte yememi isterdi.



Huzurevine geldiği zamanlarda herkese “Benim doğum günüm 26 Mart” dermiş. Ona 26 Mart günü bir doğum günü partisi yapıldı. Meğer o gün oğlu Ahmed’in doğduğu günmüş. O gün çok mutlu olmuştu.




-Geçmiş günlerini özler miydi?



Hayır. Hiç geçmişe takılıp kalmazdı. Hep anını yaşardı. Hiç eşinden bahsetmiyordu. Bir gün sordum, “Öğretmendi” dedi, kapattı. Başka birşey söylemedi. Yalnız çocuklarını dikiş dikerek büyüttüğünü anlatırdı. Çocukken rüyasında kendisini sarıklı bazı adamların dereye götürdüklerini, kalbini yardıklarını derede yıkayıp yeniden yerine koyduklarını anlatmıştı.




-Size nasihat eder miydi?



Bana sadece “Hayatı hep böyle sev” dedi. Başka bir nasihatta bulunmadı.




-Huzurevinde ruh hali nasıl olurdu?



Hep coşkuluydu. Yaşamayı seviyordu. Bir gün bana “Sen yaşamayı seviyorsun” dedi. “Anneciğim, siz sevmiyor musunuz?” dedim “Ben senden daha çok seviyorum” dedi. İlahi söylediğinde sesi koridorları çınlatırdı.



Hiçbir zaman olumsuz düşünmezdi.



Güzelliğe, estetiğe, dış görünümün uyumuna çok önem veriyordu. Birgün huzurevinde herzamanki koltuğunda oturuyordu. Şaka olsun diye birgün karşısındaki koltukta yaşlı, süklüm püklüm oturanları göstererek “Bu çirkin adamlar niye karşımda oturuyorlar, söyle de kalksınlar, güzel olanları gelsin” dedi. (Gülüşmeler...)




Sabri Baba: “Ben Azize Anne’yi tam kırkbeş yıl boyunca hep protokole hazır bir devlet adamı gibi buldum. Hep tertipli ve düzenliydi. Onun için boş zaman diye birşey yoktu. Ya bir iş yapar, ya misafirleri olur onlarla ilgilenir, ya kitap okur, ya da ibadet ederdi. Muhakkak iyi ve güzel birşeyle meşgul olurdu. Azize Anne’nin Tuncay Bey’den bir kız torunu vardı. Onun da sevdiği bir çocuk varmış. Birgün onu başka bir kızla görmüş, çok üzgün bir halde eve gelmiş. O gün de Azize Anne’nin kabul günü, salon misafir dolu. Kız o hırsla kapıyı açıp babannesine ağzına ne gelirse söylemiş söylemiş... Azize Anne başını önüne eğmiş, öylece sükut etmiş, hiç cevap vermemiş. Biraz sonra kız ayaklarına kapanmış, “Babaannne,” demiş “beni affet. Ben senin ayaklarını bile öpmeye layık değilim.” Bunu şunun için anlattım. Azize Anne çok da sabırlı bir insandı. Ama demek ki son günlerinde biraz çocuk gibi davranmaya başlamış. Azize Anne çocukken annesinden de sevgi görmeden büyümüş. Son demlerinde böyle çocuk gibi davranması bu sevgisizliğin bir tezahürüydü. Çocukları maddi imkanlarının genişliğine rağmen yanına geldiklerinde ondan para isterlermiş. Azize Anne demek ki sadace Fatoş Hanım’dan bir sevgi görmüş son demlerinde. “



Fatoş Hanım: Onun yanındayken başkalarıyla ilgilenmemi istemezdi. Beni kıskanırdı. Bir gün İstanbul’a Kenan Rufai Hz.’ni anma toplantısına gitmiştik. Kızının evinde kaldık. “Anneciğim, İstanbul’u çok beğendim” dedim. O zaman bana “Bak canım, buralardaki şatafata inanma, gözün boyanmasın, biz kendi evimize döneceğiz, kocan var, çocuğun var unutma, seni beklerler” dedi. Sandı ki Nuran Hanımın evini beğendim ve artık orada kalacağım. Oğullarından birinin eşi vefat etmişti. Birinin hanımı da yabancı idi. Beti isminde bir hanım.



-Efendim, Fatoş Hanım ne kadar da Samiha Ayverdi Hanımefendi’nin gençliğine benziyor değil mi?



Sabri Baba: Evet, çok!



Azize Anne’nin bir şiir kitabı vardı. Önsözünü de ben yazmıştım. O kitap sizde var mı acaba?



Fatoş Hanım: Evet efendim, biz kendisiyle o kitabı birlikte okurduk. “Bak” derdi “ne güzel yazmışım değil mi?”



Sabri Baba: “İnşallah o kitabı biz de edinelim.”



Fatoş Hanım: İnşallah ben ileteyim efendim.



-Ölmeden önceki günlerinde neler yaşadınız?



Her akşam ben çıkmadan “Hakkını helal et” derdi. Bu bir tek gün bile şaşmadı.



Son günlerinde hastanede yoğun bakıma alınmıştı. Orada da hep “Allah”, “Muhammed”, “Allah”, “Muhammed”... diye zikir halindeydi. Aslında ölmeden çok evvel ölmüştü o. Ölmeden iki gün önce iyice çocuk gibi olmuştu. Bana “Ben beş yaşındayım, sen üç yaşındasın, ikimiz beraber büyüyeceğiz. Annemiz bize birşeyler hazırlayacak. Ben büyüyünce size bakacağım” dedi. Sonra “Uykum geldi, haydi sarılıp uyuyalım” dedi. Cuma ve Cumartesi günlerinde bunları konuştuk. Pazar günü (12.10.2008) hiçbirşey söylemedi. Ellerini tuttum, hep okşadım. Elleri ellerimin içindeydi. O gün de Hak’ka göçtü zaten.





(Not: Ziyaret etmek isteyenler için Azize Anne’nin mezarı Ankara’da Karşıyaka mezarlığında 3. kapıdan girilince imiş. Defin gününe göre (15.10.2008) görevlilerin ziyaretçilere kabrini bulmaları mümkünmüş. )



...




Burada sevgili Fatoş Hanımla olan sohbetimizi tamamladık...




Hep birlikte Azize Annenin ruhu için Fatiha okundu. Ayrılmadan evvel Fatoş Hanım’a hem Azize Anneye olan sevgisi için hem de bizlere zaman ayırdığı için tekrar teşekkürler ettik. Fatoş Hanım şu anda işsiz, Ankara’da Hasköy’de oturuyor. Hasta veya çocuk bakıcılığı, ev temizliği, bir şirkette çaycılık gibi birçok işi yapmaya hazır. Eşiyle aynı zamanda işsiz kalmışlar. Kendisine işle ilgili ulaşmak isteyenler için cep telefonu: 0537 871 5937.



Aziz büyüğüm, burada satırlardan ayrılırken bir kez daha Azize Annemize Allah’tan rahmet, Peygamberimizden şefaat ve siz çok değerli büyüğümüze de bütün gönül dostlarınız olarak Allah’tan hayırlı, uzun bereketli, sevgi dolu, saygı dolu, paylaşım dolu bir ömür diliyoruz. Allah Sizden ve bütün mana sultanlarından razı olsun, sizlere en büyük hayırları ve güzellikleri sunsun...



Bu sohbetin yapılmasına vesile olan “Sevgi Çiçeği” müstear isimli gönül dostu kardeşimize de ayrıca teşekkürler ediyoruz. Bütün dostlara sonsuz selam, hayır, bereket, sağlık ve esenlikler dilekleriyle hoşçakalın...







Çiğdem



--------------------------------------------------------------------------------


Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :


Sayın Çiğdem Hanım,


Kıymetli yavrum, Allah senden razı olsun. Bize Azize Anne’nin hayatından ne güzel izlenimler sundun. Çok mutlu olduk okurken. Baştan sona aşkla, iyilikle, güzellikle dolu bir hayat. Hepimiz için, bütün insanlar için örnek bir insan. Doksan sekiz yaşında iken Kuran-ı Kerim’in hıfzına başladı. Epey de ilerledi. Bu, aslında dünya çapında bir olay. Onu sevdik. Hem de çok sevdik. Kendisinden çok şeyler öğrendik. Onun sohbetine gidip de eli boş dönen kimse olmadı. Nur içinde yatsın. Allah’ın rahmeti, Peygamberin şefaati üzerine olsun.


Selam, sevgi ve saygı ile.



Sabri Tandoğan
Hepsinin Aziz Ruhlarına Fatihalarla.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]