.
Efendim Merhaba,
Son zamanlarda beni gercekten etkileyen bir kucuk animi paylasmak istiyorum sizinle .
Mekke'de Mesidul Haram'ın icinde tam da Kabenin kapsinin karsisinda oturuyorum. Insanlarin akin akin dgelerek tavafa katilmalarini , Kabenin uzerinde donerek ucan kuslari seyrediyorum. Elimde buraya gelirken seyahat acentasinin hediye ettigi umre hakkindaki ingilizce kitap var. icinde bu ibadetin butun ayrintilari ve yapilmasi tavsiye edilen dualar var hem de latince yazilislariyla. . Bi ara dalmis okumaktayken bir sesle kendime geliyorum. Bakiyorum yanibasimda ince uzun bir genc kiz. Elindeki kagidi bana uzatiyor, bir yandan da ingilizce olarak ‘Merhaba bunu almak ister misiniz?’ diyor…
Elimi uzatip kagdi aliyorum. Esma-ul Husna yazdigini goruyorum. Tesekkur ediyorum. O gitmiyor , soruyor: “Ne oldugunu okuyabiliyormusun” “ Evet biliyorum Esma-ul Husma bu “ diyorum. Israr ediyor; “okuyabiliyormusun” Hay Allah anlamadi galiba diyorum. Tekrar evet diyorum ve cok tesekkur ediyorum… O gozlerini dikmis oylece bana bakiyor. Yineliyor sorusunu : “Kur’an okuyabiliyor musun’………
Bu israr beynimin icinde yankilaniyor dalga dalga, basimi kaldirip gozlerine tekrar bakamiyorum… Acaba devekusu gibi basimi kumlara mi gomsem… Niye israr ediyor simdi durup dururken, tesekkur ettim ve aldim, niye uzaklasip gitmiyor. .. Vicdan muhasebemi niye daha da zorlastiriyor boyle… Evet benim de cogu kez kendi kendimle hesaplastigim bir konu bu.. Ezbere bildigim, cokca dinledigim ve ogrendigim sureleri, Yasini okuyabiliyorum da, birisi okurken takip edebiliyorum da neden soyle bir yerinden aciverdigimde okuyamiyorum, takilip kaliyorum, zor geliyor.. Hep calisacagim, yapacagim diyorum da birsuru malayani sebepten erteliyorum.. Neden su anda etrafimdaki yuzlerce insan rahatlikla duvardaki raflardan br Kur’ani-i Kerim alarak su gibi okuyabilirken ben yapamiyorum?... O hala basimda , sorusuna cevap bekliyor ve israrla bir daha tekrarliyor ‘Kur’an-i Kerim okuyabiliyor musun’.
Goz goze gelmeye cekinerek ‘ Işte , sayilir, hemen hemen, okumaya calisiyorum’ gibi boluk porcuk cevaplar vermeye calisirken selam hizla verip uzaklasiyor. Icimdeki vicdan muhasebesi had safhada.. Ilerleyip duvardaki raftan Bir Kur’an da ben aliyorum.. Sayfalarini cevirip bir yerden basliyorum… Inanilmaz bir sey , mucize gibi, heceliyerek okuyorum.. Duraksamadan, takilmadan…. Bir gayret devam ediyorum… Cok gecmeden bir sayfanin sonu, sonra ikinci sayfa…
Rabbime sukurler olsun… Her seyin bir sebebi var, her zorlukla bir kolaylik, her serle bir hayir var degil mi… Yillardir yapamadigim, nasip olmayan bir sey.. Gaflete dusup adini bile soramadigim o kizcagizin israri ile bir kordugum gibi cozulup kolaylasiyor… Rabbim kolaylastirdiktan sonra zor var midir ki?... Sadece gonulden diliyelim…
Sevgi ve saygi ile ellerinizden opuyorum. Rabbime emanet olun..
OZDEN CICEK
Decorative & Creative Painting
Freelancer - DUBAI
www.ozdencicek.com
www.ozdencicek.blogcu.com
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın Özden Çiçek,
Efendim, yine hepimize ders olacak, rehber olacak, ışık tutacak güzel bir tesbitinizi göndermişsiniz. Çok teşekkür ederim. Aynı zamanda mailinizin sonunda haytın küçük bir sırrını da fısıldıyorsunuz. Israrla devam etmek. Bu mailiniz beni 1962 yılına götürdü. Rana Hanımla evlenmek üzereydim. Sıhhiye’de Cihan Sokak’ta iki odalı, sobalı küçük bir ev tuttuk. Orda oturacağız. Temizlik için bir kadın geldi. Ben, titiz bir kimse olduğum için ertesi günü kontrole gittim. Tuvalette musluğun altında el ayası büyüklüğünde bir sarı leke gördüm. Demek ki musluk su sızdırmış, o sarı leke ortaya çıkmış. Kadına gösterdim. “Yavrum” dedim, “burası olmamış”. Kadın, “İmkansız” dedi. “O leke çıkmaz. Betonun içine sinmiş”. Birşey söylemedim. Geçtim başına kırk dakika kadar ovdum. Biraz sonra beton tertemiz olmuştu. Kadını çağırdım, “Bak” dedim, “imkansız değilmiş. İnsan gayret gösterince herşey oluyor”. Kadın hiçbir şey söylemedi. Yüzünü buruşturdu, gitti. Ben de sizin gibiyim. Hayat boyu benim lugatımda zor, imkansız, olacak gibi değil sözleri hiç yer almadı. İnsanoğlunun işe aşkla, Besmeleyle, heyecanla, azimle başladıktan sonra halledemeyeceği hiçbir mesele göremiyorum. Neden karıncaları kendimize örnek almıyoruz? Bir karınca ağırlığının otuzaltı katı büyüklüğünde bir gıda maddesini o inceceik bacaklarıyla yuvasına götürebiliyor. Biz, pazardan üç beş kilo birşey alınca oflayıp, pufluyoruz. Kim bize bu miskin, bu yokolası düşünceleri aşılamış? Atatürk “Zafer, zafer benimdir diyenlerindir” diyor. Önemli olan önümüzdeki konu ne olursa olsun “Allah’ın izniyle ben bunu yapacağım, başaracağım” diyebilmektir. Yunus Emre
“Dağ ne kadar yüce olsa, yol onun üstünden aşar”
diyor. Küçüklüğümüzden beri işitiriz. İnanan dağları devirir diye. Dağ devrilir mi? Devrilir ya. Uzun yıllar önceydi. Gazetede okuduğum zaman çok heyecanlanmıştım. Çin’de lider Mao’ya gelinceye kadar Çin miskin, uyuşuk, yüreksiz yöneticilerin elindeydi. Hiç unutmam lisedeyken coğrafya öğretmenimiz “Bu Çinliler öyle zavallı, öyle perişan insanlar ki bir tas pirinç uğruna yapamayacakları şey yoktur” demişti. İşte Mao bu miskinliği yendi. Milletine bir aşk, bir heyecan aşıladı. Çin’i bir uçtan bir uca aşan bir yolun yapılmasını istiyor Mao. Bu işin mühendisleri Mao’ya dönüyorlar “Efendim”, diyorlar, “ iş yarıda kaldı. Önümüze bir dağ çıktı, artık devam edemeyeceğiz”. Mao öfkeleniyor, “Hayır” diyor, “o dağı kazacağız, toprağını avuçlarımızla taşıyacağız. Emrediyorum. Derhal başlayın”. Ve bir süre sonra müjdeli haber geliyor. Dağ yok olmuş. Yol çalışmaları devam ediyor. Mes’ele burada efendim. Bir işe Besmeleyle, aşkla, heyecanla başlanınca o işin bitmemesi için hiçbir sebep olamaz. Sizin mailiniz o eski hatıraları gözümün önünde canlandırdı.
Efendim, bizi mutlulukların doruklarına ulaştıracak kıymetli maillerinizi bekliyor, selam, sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.
Sabri Tandoğan
Onun ve Hakk'a Göçen Ailesinin Aziz Ruhlarına Fatihalarla.