Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Rahmetli Ahmet Yüksel Serdengeçti, hayatı, hatıralar, esprileri...
Gönderen : Çiğdem
Tarih : 7/26/2018 12:16:00 AM


.


Muhterem Büyüğüm, Çok Değerli Dostlar,



Bütün güzelliklerin sizlerle olması duası ile yeniden Merhaba.



Hafta içinde Sayın Büyüğümüz Sabri Baba'mız, Rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti’yi anmak üzere TRT’de yayınlanan bir belgeseli izliyor. Programdan sonra Rahmetli Serdengeçti ile ilgili bazı sorularımız üzerine kendisini bizzat tanıdığını anlatıyor ve ekliyor:



“Rahmetli Serdengeçti bizim gençlik yıllarımızda bize yön çizen, bizi fikirleriyle besleyen, yolumuzu aydınlatan en önemli kişiliklerden birisiydi. Ben de liseden çıkınca bazen gider sohbetlerini dinlerdim. Ömrünün son yıllarında Parkinson hastalığına yakalanmıştı. Vücudu sürekli titriyordu. Bir gün Danıştay çıkışı hastaneye ziyaretine gittim. Yanında başka ziyaretçileri de vardı. Onu öyle titrer vaziyette yatağında uzanmış görünce eski günleri gözümün önüne geldi ve ağlamaya başladım. Teselli edecek bir söz arıyor ama bulamıyordum. Fakat o işi hemen anladı ve birden haykırdı:



“Gardaşım,” dedi, “suç hep albayda!” (Alpaslan Türkeş’e o zamanlar Albay derlerdi). Biz şaşırmıştık... O devam etti: “Albay bize ‘Ey Türk, titre ve kendine dön!!’ dedi, biz de o günden beridir titriyoruz. İnşallah yakında da kendimize döneceğiz.” Onun bu sözleri üzerine hepimiz gülmeye başladık. Biz onu teselli edecek yerde müthiş espri kabiliyeti ile o bizi teselli etmişti...



Bir gün de rahmetli AP’den milletvekili olunca meclise kravatsız gider. Kapıda görevli durdurur. “Efendim,” der “içeri kravatsız giremezsiniz.” Osman Yüksel ne yapsa, ne dese adam ikna olmaz. Bunun üzerine dışarı çıkar gider bir kravat alır, beline bağlar, sonra ceketini ilikler ve meclise tekrar gelir. Aynı görevli bu defa yine durdurur. “Kravatınız yok” deyince Osman Yüksel, “Kim demiş”der, “kravatımı bağladım, öyle geldim.” Ve ceketini açıp beline bağladığı kravatını gösterir...”



...


....



Sayın Büyüğümüzle olan bu sohbetimiz üzerine bu dava adamını biraz daha tanıyabilmek ve sizlere tanıtabilmek üzere Sayın Büyüğümüzün de izniyle bu yazıyı hazırlamaya çalıştık. Saygı, sevgi ve duaların en içten geleni ile paylaşıyoruz.




Allah’a emanet olunuz.





Seçkin



OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ (1917-1983)


66 yıllık hayatının büyük bir kısmı, akıl almaz mücadelelerle geçen, hapishaneleri mekân tutan, bildiğini söylemekten çekinmeyen dava insanının asıl adı Osman Zeki Yüksel’dir..


Serdengeçti dergisinde bu imzayla çıkan yazılarından dolayı bu soy adla tanındı. Merhum Akseki Müftüsü Salim Yüksel’in oğludur. Eski Diyanet İşleri Başkanlarından merhum Ahmet Hamdi Akseki’nin yeğenidir. Antalya'nın Akseki ilçesinde 25 Temmuz 1917'de içlerinde âlimler yetiştirmiş bir aileye mensup olarak dünyaya gelmiştir. Akseki’nin köklü sülalelerinden Yüksel ailesine mensup olan Serdengeçti, ailesinin "Ülkeyi kolayca ve daha çabuk olarak gençler refaha ulaştırır" görüşü ile babası tarafından titizlikte yetiştirilmiştir. Muhyiddin Arabî, İmamı Gazali, Hasan Basri gibi büyüklerin manevi havasını koklayarak büyüyecektir. Babasının bu gayreti gelecekte Serdengeçti'yi meydana getirecektir. İlkokulu Akseki’de, ortaokulu yatılı öğrenci olarak Antalya’da okur. Okul sıralarında sadece okulda değil bulunduğu ilçede de adından söz edilmeye başlanır. Ortaokul dönemini devamlı kitap okuyarak geçiren Serdengeçti, Yunus Emre'yi, Mevlana'yı, Mehmet Akif'i kendisine manevi bir hava vermesi sebebi ile çok severdi. Onlar kendisi için manevi birer üstattılar.. Çünkü bu manevi hocalardan aldığı manevi dersler ancak bu döneminde hayatına şekil verir, kalıba girer ve benimserdi. Ankara’da Atatürk Lisesi’ni bitirdikten sonra girdiği Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde 2. Sınıf öğrencisi iken Mayıs 1944’te meydana gelen olaylara karıştığı için öğrenimi yarıda kaldı. Bir süre tutuklu kalır. Serbest bırakılınca fakülteye başvurarak öğrenimine devam etmek istediyse de kendisine izin verilmez. Bunun üzerine dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’ e hitaben meşhur “Yüksek makamın alçak vekiline” sözleriyle başlayan bir dilekçe yazar. Dilekçe’yi bakana verme cesaretini kimse bulamaz ve Osman Yüksel Serdengeçti tekrar hapishaneye gönderilir.


Hapisten çıkınca ünlü Serdengeçti dergisini çıkarmaya başlar. Pek çok sayısı toplatılan bu dergide çıkan yazıları nedeniyle hakkında çok sayıda dava açılır ve sık sık tutuklanıp serbest bırakılır. Başlığının altında “Allah, Vatan, Millet Yolunda” cümlesi sürekli yer alan dergideki yazılarında sık sık kullandığı “Açın kapıları Osman geliyor” sözü yeni tutuklanmalara hazır olduğunu bildiriyordu. Kendisine Serdengeçti unvanını kazandıran bu dergi, sık sık kapanması ve çıkan yazılarından dolayı çok sayıda mahkûmiyet kararı çıkması nedeniyle 33 sayı çıkabilmişti.


1952 yılında Bağrı Yanık adlı bir mizah gazetesi çıkardı. Başlığı altında “Hak yolunda bağrı yanık yolcular” sözü yer alan bu yayınında da inancının mücadelesini zengin esprilerle dolu yergileriyle sürdürdü. Bir ara Adalet Partisi listesinden Antalya milletvekili seçilerek meclise girer. Batılılaşmayı protesto için mecliste kravatsız milletvekili olarak da ün kazanır. AP’nin politikasına ve parti ileri gelenlerine yönelttiği eleştiriler yüzünden AP’den ihraç edildi.


Sonraki yıllarda mücadelesine yine yayınladığı yazı ve kitaplarla devem eder. Son olarak Yeni İstanbul gazetesinde “Selam” başlığı altında günlük fıkralar yazar.


Tek parti yönetiminin halk üzerindeki ağır baskılarını protesto eden aydınların önde gelenlerin arasında yer alan Osman Yüksel “Kalemini Hak yolunda bir kılıç gibi kullandı.



Şu sözleri olduğumuz yerde titrememiz için kafidir:



“Ey bu toprakları tam bin yıldır kanıyla sulayan Müslüman Türk!


Bugün çok büyük tehlikeler karşısındasın. Her tarafın düşmanlarla sarılmıştır. Bunlardan da tehlikeli iç düşmanların vardır. Bunu görmezsen, sen kendine dönemezsen, seni öyle bir döndürecekler öyle bir benzetecekler ki buna sende şaşırıp kalacaksın. Zira kuvvetli olan, her zaman her yerde zayıfı döndürür, kendine benzetir. Düşman, insanın ve milletlerin üzerinde yalnız topla tüfekle gelmez... Bazen ve ekseriya türlü propaganda, türlü vasıtalar filmler, kitaplar, mecmualar, yabancı zevkler, eğlenceler, adetler kısaca yabancı kültürlerdir...”


Bir de “Mabetsiz Şehir” isimli eserinden yolunu, yolumuzu anlatan bir yazı…


Biz "Tanrı dağı" kadar Türk,


"Hıra dağı" kadar Müslüman’ız!



“Serdengeçtiler kelimenin tam manasıyla milliyetçidirler. Milliyetçilik, bizim için bir vasıta değil, bir gayedir. Millet, vatan, mukaddesat gibi kimsenin itiraz edemeyeceği, hassas, muteber kelimelerin arkasına sığınıp oradan şahsi menfaatlerini müdafaa edenler, bir memleket kadar genişleyen ihtiraslarını yurtseverlik şeklinde gösterip, milliyetçiliği, bu ulvi gayeyi büyük servetlere, yüksek menfaatlere erişmek için vasıta olarak kullananlar vardır.


Biz temiz niyetli, vatan duygulu, memleket düşünceli Türk Gençleri, bu türlü bir milliyetçilikten nefret ediyoruz! Bizim milliyetçiliğimiz hususi vagon, bol harcırah, yüksek makam milliyetçiliği değildir. Hakk'a tapan, halkı tutan, yalınkılıç bir milliyetçiliktir.


Şu üzerlerinden büyük menfaatlerin ağır silindiri geçmiş, dümdüz olmuş, yol olmuş şahsiyetsizler, şu zamanın kıymet ve kuvvetlerini alkışlayanlar, her ne pahasına olursa olsun biraz daha, bir gün daha yaşamayı kendilere değişmez düstur edinenler bizden değildirler.


Milli bayram olarak kabul olunan günlerde meydanlarda sözlerine "Çünkü biz..." ile başlayıp son nefeslerini “...etrafında sımsıkıyız”la verenler, görünüş, gösteriş, merasim milliyetçileri hakeza bizden değildir. Biz bu vatanı ve bu milleti hangi zihniyetin, hangi imanın kurtardığını biliyoruz. Onu milli ukalalardan öğrenecek değiliz. Yapılan bunca iğfallere, bunca menfi telkinlere, sapıtma ve saptırma gayretlerine sapmadık, sapıtmadık, ayaktayız; dipdiriyiz... Vatanı uçsuz bucaksız toprakları, hür gökleri, engin denizleriyle aşkla, heyecanla kucaklıyoruz. Altında yüz binlerce şehidin yattığı bu toprakları, üzerinde yaşayanların karınlarını doyurdukları, semirip yağlandıkları alelade bir toprağa, bir çiftliğe tercüme ettirmeyiz. Milletimize, vatanımıza ta derinden, asırlar ve nesiller arkasından gelen bir ruhla bağlıyız. Onu menfaatsiz, karşılıksız, mecnunlar gibi, karasevdalılar gibi seviyoruz. Henüz yeniyiz, genciz.


Alnımız hiçbir fesat ocağında kararmamış, elimiz hiçbir harama uzanmamış. Üzerimize menfaat balçığından bir zerre çamur sıçramamıştır. Ruhumuzu, kalbimizi bütün safiyet ve samimiyetimizle açıyoruz. Onunla ağlayıp onunla güleceğiz. Onunla yaşayıp onunla öleceğiz. Nereden, ne zaman, nasıl gelirse gelsin. Her türlü kötülükle amansız bir şekilde mücadele edeceğiz. Bu yolda yardan değil, serden bile geçmeye hazırız.


Bütün gayemiz küçük Asya insanının, o bilinmez, o görünmez, bir avuç toprak kadar mütevazı, fakat o kadar manalı ruhunu anlamak, “Bu topraklar için toprağa düşenlerin” çocuklarını bu topraklar üzerinde mesut ve bahtiyar görmektir.


İstanbul muhitinde yetişenler, suyun öte tarafından gelenler kadim Anadolu sekenesinin ruhunu bir türlü anlayamadılar, anlamadılar, onunla oynadılar. Onun yüzsuyu hürmetine şanlar, şerefler kazandılar. Fakat ondan, o sessiz varlıktan daima ayrı kaldılar. Kendi isteklerini milli istekler gibi gösterdiler. Milletle aralarındaki uçurumu siyaset icabı nutuklarla, sözle, edebiyatla doldurmaya çalıştılar. Köylü diliyle konuşmaya yeltendikleri, Türkçecilik yaptıkları halde ne millet onları anladı; ne onlar milleti... Çünkü bu adamlar milleti içten, gönülden aşkla sevmediler. Milli davalar diye ortaya atılan davalar milletle zerre kadar alakası olmayan kendi, şahsi davaları idi. Bu, milletin kadim müesseselerinin yıkılması, mukaddeslerinin ayaklar altında çiğnenmesi, namuslu adamlarının susturulmasına muvaffak oldu. Bu kıtaller, bu cinayetler, hep inkılâp diye diye yapıldı. Bugün meçhul şehidin kemikleri üzerinde yükselen soğuk beton binalar ve bu binalar içinde işlenen günahlar, zinalar Anadolu ruhunu derinden derine şiddetle sarsıyor. Varlığından, dayandığı, inandığı, ezeli ve ebedi kıymetlerinden, kuvvetlerinden uzaklaştırılan millet, şimdi şerha şerha yaralıdır; kaybettiği büyük imanını arıyor. Bizim en büyük gayemiz, milletimize imanını, haklarını iade etmek, mukaddeslerini gasıplarını elinden kurtarmaktır. Serdengeçti işte bu gaye ile çıkıyor.


Soyuna, köküne, vatanına bağlı Türk Gençliği iş delalet ve ihanetlere olduğu kadar, dış tehlikelere karşı da manevi seferberliği tamdır. Herkes şunu bilsin ki dostlarımız kadar düşmanlarımızın da peşindeyiz. Biz, bir zamanlar üç kıta ve yedi denize hükmeden, güngörmüş bir ırkın gözü tok çocuklarıyız.


Aç gözlüler, Anadolu'da hak iddiasına kalkışan profesör bozuntuları eğilsinler tarihe bir daha baksınlar. Biz Malazgirt'ten bu yana topraklar için kaç nesli birden harcamışız.


Biz yalnız memleketler değil, beldeler, kıt'alar, iklimler terk ettik, çok geriledik, artık çekilmek yok!.. Elimizde kalan bu topraklar, son parçamız, son damlamızdır. Son nefer, son nefes ve son damla kanımıza kadar savaşacağız. Yeryüzünde müstakil tek Türk Milleti, tek Türk Devlet’iyiz. "Mete"den Milli Mücadele'de can veren son şehide kadar büyük tarihin mesuliyetini omuzlarımızda taşıyoruz.”



Eserleri :



Mabetsiz Şehir,


Bir Nesli Nasıl Mahvettiler,


Bu Millet Neden Ağlar,


Gülünç Hakikatler, Akdeniz Hilal’indir,


Ayasofya Davası,


Türklüğün Perişan Hali,


Mevlana ve Mehmet Akif,


Kara Kitap, Radyo Konuşmaları ve Müslüman Çocuğun Şiir Kitabı.



Esprilerinden:


Yavuz Bülent Bakiler, KKTC meselesinin zirvede olduğu 60'ların sonu, 70'lerin başlarında, büyük bir coşku içinde KKTC'deki kardeşlerimize bir şiir yazar. Şiir her dizede, kafiyeyi sağlayan "daş" sesleri ile bitmektedir. Gönüldaş, karındaş, ülküdaş, arkadaş, yoldaş, sırdaş vs. Yavuz Bülent Bakiler şiirini Osman Yüksel Serdengeçti'ye okutur önce. Merhum şöyle bir inceler şiiri ve Yavuz Bülent Bakiler'e tebessüm ederek, "Çok güzel, çok beğendim ama şiirde o kadar çok "daş" var ki, bu daşları Akdeniz'e döksek, Kıbrıs'a kadar yürürüz alimallah."


Serdengeçti hastalanır. Parkinson olmuştur ama aldırmaz; zaman zaman hastalığını da alaya alır: "Parkinson öyle hoş bir isim ki araba markasına benziyor. İnsanın 'keşke benim de bir Parkinson'um olsa' diyesi geliyor. Mao'da da bu hastalık varmış yahu. Eh, yine de büyük adam hastalığı. Ne de olsa serde fukaralık var. Bu da proleter hastalığıymış. Bize de böylesi yakışır."


Osman Yüksel milletvekili olduğu dönemlerde bir mesele ile alakalı meclis kürsüsünde konuşurken milletvekilleri sıra kapaklarına vurarak protesto ederler ve konuşmasını engellemeye çalışırlar. Bunun üzerine Osman Yüksel, "Bu meclisin yarısı eşektir."deyip kürsüden iner. Bunun üzerine vekiller "Meclisin şahs-ı manevisine hakaret söz konusudur. Sözünü geri alsın." diye itirazda bulunurlar. Bunun üzerine Serdengeçti yeniden kürsüye gelip şöyle der, "Tamam, sözümü geri alıyorum. Bu meclisin yarısı eşek değildir."


"Alparslan Bey. Senin en yakın, en sadık dostun benim. Bak, sen bir kere 'Ey Türk. Titre ve kendine dön.' dedin. Ben de titremeye başladım. O gün, bu gündür titriyorum ama bir türlü kendime gelemiyorum."



Yanındaki masada oturan Osman Yüksel Serdengeçti felç olmuş, titriyordu. Maliyeci İbrahim Bey, her zamanki zarafeti ve sıcaklığıyla Osman Yüksel Serdengeçti'ye "Sizi iyi gördüm Osman Bey." dedi. Teşkilat Müdürü Refik de, İbrahim beyin moral vermek istediğini sezdiğinden desteklemek gereğini duydu, "Son gördüğümden daha iyisiniz Osman Bey." Hemşerisi Abdullah Özcan da onları doğruladı, "Osman Ağabey gerçekten iyi." Diye ekledi. Bastonundaki sağ eli devamlı titreyen Osman Yüksel Serdengeçti durumu sezdi ve şöyle açıkladı:



- Geçen gün Akseki'deydim. Annemin arkadaşı ve aynı zamanda komşumuz olan bir teyze bize gelmişti. O da bana "Oğlum Osman, çok iyi görünüyorsun. Orucunu tutabiliyor musun?" diye sordu. Ben de ona şöyle cevap verdim, "İyiyim teyze. Ama görmüyor musun? Kendimi bile tutamıyorum. Orucu nasıl tutayım??..."



Necip Fazıl, Osman Yüksel ve Nazım Hikmet aynı koğuştadır. Necip Fazıl dertlidir; bir oraya, bir buraya volta atar; sigara üstüne sigara yakar. Serdengeçti gayet neşelidir. Nazım ise her rast geldiğine komünizmi anlatır, durur. Bir gün yine Nazım karşısındakine komünizmi anlatırken Serdengeçti yanına yaklaşıp der ki, "Üstat, bu komünizm nedir? Bir anlatıversen" Nazım kendinden gayet emin bir şekilde "Elini sol cebime at." der. Serdengeçti hemen atar. Nazım der ki "Ne buldun?" "İki tane yirmi beş kuruş." der Serdengeçti. Nazım "Birini al." der. Serdengeçti alır. Nazım gururla döner: "İşte,” der, “komünizm budur.


İzleyen günlerden birinde Nazım'a elli lira gelir. Serdengeçti, Nazım Hikmet’e hiç sormadan n hemen elini Nazım'ın cebine atar ve paranın yarısını almak ister. Nazım hemen müdahale eder, "Hop, hop” der, “Ne oluyor?". Serdengeçti, "Üstat, yarısı benim değil miydi?" deyince Nazım, "Dur bakalım” der, “o kadar da uzun boylu değil." Bunun üzerine Serdengeçti taşı gediğine koyar, "Komünizmin ne olduğunu şimdi anladım,” der, “demek ki yirmi beş kuruşluk bir şeymiş."



Rahmetli Serdengeçti’nin bir şiiri:



Bir Kahraman Bekliyoruz



Kal’a gibi dik başın bulutlarla yarışsın.


Dalga dalga saçların rüzgarlara karışsın.



Adını nakşedelim, eski-kadim surlara


Sesini haykıralım asırdan asırlara



Savletinden titresin yeniden Doğu, Batı


Ve kurulsun ebedi Allah’ın saltanatı



Ufukları kaplasın bayraklarımız al al


Göklere zaferini çizsin vahşi bir kartal



Kahramanlar büyüsün masalda dev misali,


Eğilsin öpsün gökler canım nazlı hilalli.



Ordularım yeniden Tuna’ya akın etsin


Bir yıldırım çıksın da uzağı yakın etsin.



Selam dursun karşımda bütün şerefler şanlar,


Namını tebcil etsin, yıldızlar, Kehkeşanlar.



İçimde hiç sönmeyen bir fetih sevdası var,


Yavuz gibi diyorum: Bir dünya insana dar!



Bir seda duymak için, sahralara düşmeyim,


Helal olsun bu yolda varım yoğum her şeyim.



Volkan gibi lav atmış, ne susmuş ne sönmüşüm,


Ben fikir uğruna çılgınlara dönmüşüm.



Bir deha bekliyoruz, gençliğe mihrap olsun,


Ruhları tutuşturan bir ateş mihrak olsun.



Sinesinde birleşsin sağa sola sapanlar


Kahrolsun Hak dururken yabancıya tapanlar



Çık nerdesin zuhur et, biz seni bekliyoruz


Yıllardır yollarında, yorgun emekliyoruz



Musa ol Hakka yüksel, tecelli et de Tur’a


Zulmet yıkılsın gitsin, cihan gark olsun Nura



İstiyorum yeniden bir hilkat istiyorum


Ne hayal ne kuruntu, hakikat istiyorum.


Hakikat, hakikat, hakikat istiyorum…



(Osman Yüksel Serdengeçti)



Kendisi hakkında kaleme aldığı bir kitapta Sayın Rasih Yılmaz şöyle söylemiştir:


“Osman Yüksel 1983′e kadar tarihimizi, medeniyetimizi, dinimizi imanımızı yazdı söyledi. Bu uğurda çekmediği çile görmediği cefa kalmadı. Nezaretler, hapishaneler onun içindi. “Allah” demenin yasak olduğu devirlerde yaşamak ne demekti? Bir zamanlar gözyaşı döktüğümüz bir şahsı unutmak… Bir kahramanı, bir fedaiyi unutmak… Bizi biz yapan bir insanı mazide bırakmak… Bu hal beni çok üzüyordu.”


1.Toros Yüzlü Adam, Osman Yüksel Serdengeçti


Rasih Yılmaz


Timaş Yayınları


Değerli dostlar, biz de Sayın Rasih Yılmaz gibi kendisini unutmayarak en azından Fatihalarımızla analım ve dilerseniz bir seveni tarafından Sayın Serdengeçti'ye ithaf edilmiş bir şiirle tamamlayalım yazımızı:



(Osman Yüksel SERDENGEÇTİ'ye ithaf olunur)



Dünyaya toroslar içinde geldin


Anadolu nazlı yarimdir derdin


Haksızlığa karşı ser'den geçerdin



Neredesin şimdi ey SERDENGEÇTİ


Gençliğin mücadele içinde geçti


.....


.............



(Lütfen ruhuna bir fatiha.....)


Kaynaklar:


1-) http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=1056


2-) http://www.cecelikoyu.com/Yazilar.asp?goster=dos&id=876

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]