SABRİ BABADAN SELAM VAR
BİZ KENDİMİZİ ARITIP GÜZELLEŞTİRDİĞİMİZ ZAMAN HER ŞEY DAHA GÜZEL OLACAK
Kıymetli yavrum,
Güzel, çok güzel, inanılmayacak kadar güzel bir dünyada yaşıyoruz. Ama arabesk denilen çürümüş, yozlaşmış, bütün inceliklerini kaybetmiş dünyada birileri çıkıyor, “Batsın bu dünya” diyor. “Alem buysa kral benim” diyor. “Mezarımı taştan oyun” diyor. “Ölürsem kabrime gelme, istemem” diyor. İnsan hayata, onun çıldırtıcı güzelliklerine nefsaniyetinin zifiri penceresinden baktığı zaman her şey anlamını kaybediyor. O zaman müzik, insanın ruhunu arıtan, temizleyen, yücelten, insanı Allah’a götüren bir köprü olmaktan çıkıyor. İnsanı zehirleyen, bedbinliğin, karanlığın uçurumlarına götüren bir illet oluyor. Velhasıl her şey düşünceye göre bir anlam kazanıyor veya kaybediyor.
Kıymetli yavrum, biz kendimizi arıtıp, temizlediğimiz zaman her şey güzelleşecek, her şey bir ihtişam kazanacak. Ama bu iş kolay olmuyor. Arınıp, temizlenebilmemiz için önümüze sürekli imtihanlar çıkarılıyor. Mümkünse bu durumdaki insana biraz sevgi ve saygı, biraz yakınlık göstererek yardımcı olmaya çalışalım. O insanın omzuna konacak sıcacık bir el ona sevgiyle, saygıyla söylenecek yumuşacık bir söz, bir ab-ı hayat gibi gelir. O zaman omzundaki eli bir meleğin kanadı gibi hisseder. Günümüzün materyalist tıbbında insana eşya gibi bakılıyor. Psikiyatristler hastalarını yüksek dozajda ilaç vererek iyileştirmeye çalışıyorlar. Oysa gelen insanın sadece ama sadece sevgiye ihtiyacı var, sevilme özlemi var. İlaç, sevginin yerini nasıl tutar? Bunu düşünmek bile insanı hiç tanımamak değil midir? Ne olur, günümüz dünyasında insana biraz sevgiyle, saygıyla, edeple, incelikle, ihtiramla yaklaşabilsek. O zaman düğümler çözülecek, o zaman bütün karanlıklar aydınlanacak. İşte o zaman Yunus Emre’nin
“Aşk gelicek cümle eksikler biter”
mısraındaki sır anlaşılacak. Senelerce evveldi. Bir adli tatilde Almanya’ya gitmiştik. Çok sıcak bir yaz günüydü. Berlin’deydik. Çılgınca bir su özlemi içindeydik. Su yok. Milyon versen yok. Mineral diyorlar taş gibi, zift gibi bir maden suyu dayıyorlar önünüze. Meyve suyu diyorlar pis, iğrenç bir boyalı suyu küfreder gibi önünüze koyuyorlar. Malum sebeple bira içemiyorsunuz. Allah’tan karşıma bir dost çıktı. UNESCO kültür ataşesi. Beni evine götürdü, önüme Fransız “Eviyen suyu” getirdi. İçtim, içtim, kana kana içtim, doyasıya içtim. O günü hiç unutmam. İşte günümüz insanının sevgiye olan susuzluğu da böyle. Bütün hastalıkların arkasında hep sevgisizlik var, sevgi özlemi var. Olay burada. Sevilmek istiyoruz, isteyen ayıplasın, isteyen kınasın. Küçük bir çocuk gibi okşanmak istiyoruz. Omzumuza konacak bir elin özlemiyle yanıp, tutuşuyoruz. Önümüze kutu kutu, yüksek dozajda müsekkinler getiriyorlar. O zaman insanın aklına Cyrano de Berjarac’ın o meşhur mısraı geliyor:
“Eksik olsun istemem, istemem eksik olsun”.
İşte böyle efendim. İnsanları içkiye, sigaraya, uyuşturucuya, kumara, fuhşa, çılgınca alışverişe ve sonunda intihara götüren sebepler temeline, derinliğine inilirse bir tek noktadan kaynaklanıyor: sevgisizlik.
Bu satırları okuyanların içinde biliyorum başını sallayanlar olacak, gülenler olacak. Olsun. Güneş balçıkla sıvanmaz. Gerçek bu. Onun için büyük Yunus,
“Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz” diyor. Onun için Fazıl
Hüsnü Dağlarca:
“Ben cihanın altın terazisine
Ağırlığımca sevgi vermişim
Ses edin uzak milletlerin gençleri
Bütün antenlerimi germişim”
diyor. Onun için Bethooven, dokuzuncu senfoninin koro kısmında
“Birleşiniz insanlar, kardeş gibi olunuz” diyor. Onun için Resulullah Efendimiz “Bir kimseyi sevdiğiniz zaman ona sevginizi söyleyin, geciktirmeyin, yarına bile bırakmayın. Yarın ikinizden biri için çok geç olabilir” buyuruyor.
O halde ne bekliyoruz?
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Onun ve Hakk'a Göçen Ailesinin Aziz Ruhlarına Fatihalarla.